Ne anlatılır, nasıl anlatılır hayat. Hangi kelime yeterlidir. Hangi cümle telaffuz eder hayatı anlatmaya bilmiyorum. Korkuyorum. Alabora ruhum. Gelgitler yaşıyor içim. Şimdi ölümün ertesindeyim. Yaşama dair her şey toz pembe gözüküyor gözüme… Her acıda hafif. Ama içimdeki sancılı bekleyişte çekip gitmiyor benden.
Nedenleri, niçinleri aştım. Kader diyorum artık her şeye. Sadece kader, hiç birşeyi değiştiremediğim yer. Süslü kelimeler gereksiz hayatı anlatmaya. Yaşıyor olmak en büyük süs bu günümüzde, çoğu zaman bilmesekte… Yarına dair koymak başını yastığa, yandığında yarınlara dair hayaller büyütmek içinde, o kadar büyük bir lütuf ki anlatamam. Anlamanızı da beklemiyorum. Anlaşılacağım tek nokta, neler yaşadıklarımı bilenlere ait. Ve yaşadıklarım yaşayanlara… Yoksa düne kadar bana da sıradandı her şey. Ama değilmiş. Bakmakla görmek arasındaki farkı, ancak arasıra ölümün ensemize patlattığı şaplakla anlıyoruz. Dilerimki siz yaşamadan, sadece benim anlatabildiklerimle anlayın hayatın kıymetini…
Şimdi denizle burun burunayım.
Bir koyuna sokulup oturdum bankların. Pazar muhabbeti dudaklarımızda, hayata dair ne varsa yani. Bir simidin çıtırdısında keşfediyorum hayata dair tüm güzellikleri. Hele birde üzerine, bir bardak demli çay varsa, değmeyin keyfimize. Ruhlarımız martıların kanadına takılmış giderken göz ucuyla karıştırıyoruz gazeteleri. Sonra yeniden bilmem kaçıncı kez dalıyoruz olmayacak hayallere… Yapboz gibi yarına dair özlemlerimiz, kurup kurup bozuyoruz. Ağlanacak halimize, yine biz gülüyoruz.
Ardından kırıntılarını güvercinlere armağan ediyoruz. Bize yeniden armağan edilen hayatın karşısında, hiç kalıyor bu kırıntılar. Uzaktan şehri izliyoruz. Bugün içi boş biliyoruz. Pazara ait bir boşluk şimdi yanımızda tek tük insanlar geçiyor. Biz onlara, birde ardımızda kalan şehre dönüp bakıyoruz arasıra. Yarım kalan her cümle, başka şeylere götürüyor bizi. Uzaklaşan geminin güvertesindeki insanlara sessiz çığlıklar atıyoruz bizide götürün diye. Sırf içimizden geldiği için, en içten günlerimizi yaşıyoruz bugün. Kırılan tüm dallarımızı, yeniden onarıyoruz. Hayatı çilek tadında yaşıyoruz yani. Yaşama dair büyük zaferi kutluyoruz. Ama genede korkuyorum. Yaşamaktan öte büyük bir sihir istemedikki hayattan. Şimdi bunun keyfini çıkarmak istiyoruz doya doya.
Hayata dair ne denli keyifler yaşamış bilmiyoruz ama, ağır aksak yürüyordu yanımızdan geçen amca. Yıllar mı sırtını bu denli bükmüştü, yoksa yıllara yaslanır gibimi yaşlanıyordu bastonuna bilmiyorduk. Hafif bir tebessümle baktı bize yüzündeki çizgiler neyin imzasıydı, kaderin mi, mutluluğun mu? Anlamaya çalışarak tebessümüne tebessümle karşılık veriyorduk. Yanımızdan gelip geçerken neler geçiyordu aklından kimbilir. Şimdi genç olmak vardır diyordur herhalde içinden. Oysa bizde, yılların belimizi bükecek kadar ömrümüz olacakmı diye hayıflanıyorduk, yanımızdan uzaklaşan amcanın ardından. Bu aralar ölmekten çok korkuyorum. Daha doğrusu ölüme giden hastalıklar yolunda yürümekten korkuyorum. Bu araya kocaman oflar koymam gerek herhalde. Çünkü şimdi oflayıp duruyorum. Oflarımı çocuk kahkahası bastırıyor. Hayata dair zaferini kutluyor o da. Artık yürümüyor, koşuyor, koşmayı öğrenmiş çünkü. Ve onların sevinç çığlıklarını atıyor, babasının ardından koşarken. Ara sıra dönüp bakıyor adam çocuğa, düşersin oğlum diyor. Çocuk tınmıyor ama. Hayatının sadece 3 yada 4 yılını harcadığı için düşmeye dair tecrübesi yok çünkü çocuğun. O da ona göre büyük bize göre küçük adımlarla koşarak gidiyor yanımızdan.
Artık insanları inceleyecek kadar tek tük değiller. Yürekleri yüzlerinden okunmuyor yani. Kalabalıklardan mı ürküyoruz ne, yavaş yavaş kalkmaya niyetleniyoruz. Hayata dair bu denli keyif yeter diyoruz. Martıların kanat çırpmasına eşlik ediyor yüreğimiz. Bir nebze huzur doldu şimdi içimiz. Geldiğimiz gibi gidiyoruz, koca şehri ardımıza atıyoruz. Ardımızda kalan hiçbirşeye dönüp bakamıyoruz. Vazgeçemiyoruz, vazgeçmemiz gereken her şeyden.
Şimdi hangi demine ağlamak gerekir hayatın bilmiyorum. Yüreğimizdeki dertleri yine yüreğimiz teselli ediyor. Sırtımızı sıvazlıyordu hayat. Acımıyordu hiçbir yara. Yarına dair ne varsa bugün silinmiyordu. Ne yarınlarımızı nede hayallerimizin silinmesini istemiyorduk çünkü. Biz silgi kullanılmadan yazılan her yazıya hayat diyorduk…
alıntı
Nedenleri, niçinleri aştım. Kader diyorum artık her şeye. Sadece kader, hiç birşeyi değiştiremediğim yer. Süslü kelimeler gereksiz hayatı anlatmaya. Yaşıyor olmak en büyük süs bu günümüzde, çoğu zaman bilmesekte… Yarına dair koymak başını yastığa, yandığında yarınlara dair hayaller büyütmek içinde, o kadar büyük bir lütuf ki anlatamam. Anlamanızı da beklemiyorum. Anlaşılacağım tek nokta, neler yaşadıklarımı bilenlere ait. Ve yaşadıklarım yaşayanlara… Yoksa düne kadar bana da sıradandı her şey. Ama değilmiş. Bakmakla görmek arasındaki farkı, ancak arasıra ölümün ensemize patlattığı şaplakla anlıyoruz. Dilerimki siz yaşamadan, sadece benim anlatabildiklerimle anlayın hayatın kıymetini…
Şimdi denizle burun burunayım.
Bir koyuna sokulup oturdum bankların. Pazar muhabbeti dudaklarımızda, hayata dair ne varsa yani. Bir simidin çıtırdısında keşfediyorum hayata dair tüm güzellikleri. Hele birde üzerine, bir bardak demli çay varsa, değmeyin keyfimize. Ruhlarımız martıların kanadına takılmış giderken göz ucuyla karıştırıyoruz gazeteleri. Sonra yeniden bilmem kaçıncı kez dalıyoruz olmayacak hayallere… Yapboz gibi yarına dair özlemlerimiz, kurup kurup bozuyoruz. Ağlanacak halimize, yine biz gülüyoruz.
Ardından kırıntılarını güvercinlere armağan ediyoruz. Bize yeniden armağan edilen hayatın karşısında, hiç kalıyor bu kırıntılar. Uzaktan şehri izliyoruz. Bugün içi boş biliyoruz. Pazara ait bir boşluk şimdi yanımızda tek tük insanlar geçiyor. Biz onlara, birde ardımızda kalan şehre dönüp bakıyoruz arasıra. Yarım kalan her cümle, başka şeylere götürüyor bizi. Uzaklaşan geminin güvertesindeki insanlara sessiz çığlıklar atıyoruz bizide götürün diye. Sırf içimizden geldiği için, en içten günlerimizi yaşıyoruz bugün. Kırılan tüm dallarımızı, yeniden onarıyoruz. Hayatı çilek tadında yaşıyoruz yani. Yaşama dair büyük zaferi kutluyoruz. Ama genede korkuyorum. Yaşamaktan öte büyük bir sihir istemedikki hayattan. Şimdi bunun keyfini çıkarmak istiyoruz doya doya.
Hayata dair ne denli keyifler yaşamış bilmiyoruz ama, ağır aksak yürüyordu yanımızdan geçen amca. Yıllar mı sırtını bu denli bükmüştü, yoksa yıllara yaslanır gibimi yaşlanıyordu bastonuna bilmiyorduk. Hafif bir tebessümle baktı bize yüzündeki çizgiler neyin imzasıydı, kaderin mi, mutluluğun mu? Anlamaya çalışarak tebessümüne tebessümle karşılık veriyorduk. Yanımızdan gelip geçerken neler geçiyordu aklından kimbilir. Şimdi genç olmak vardır diyordur herhalde içinden. Oysa bizde, yılların belimizi bükecek kadar ömrümüz olacakmı diye hayıflanıyorduk, yanımızdan uzaklaşan amcanın ardından. Bu aralar ölmekten çok korkuyorum. Daha doğrusu ölüme giden hastalıklar yolunda yürümekten korkuyorum. Bu araya kocaman oflar koymam gerek herhalde. Çünkü şimdi oflayıp duruyorum. Oflarımı çocuk kahkahası bastırıyor. Hayata dair zaferini kutluyor o da. Artık yürümüyor, koşuyor, koşmayı öğrenmiş çünkü. Ve onların sevinç çığlıklarını atıyor, babasının ardından koşarken. Ara sıra dönüp bakıyor adam çocuğa, düşersin oğlum diyor. Çocuk tınmıyor ama. Hayatının sadece 3 yada 4 yılını harcadığı için düşmeye dair tecrübesi yok çünkü çocuğun. O da ona göre büyük bize göre küçük adımlarla koşarak gidiyor yanımızdan.
Artık insanları inceleyecek kadar tek tük değiller. Yürekleri yüzlerinden okunmuyor yani. Kalabalıklardan mı ürküyoruz ne, yavaş yavaş kalkmaya niyetleniyoruz. Hayata dair bu denli keyif yeter diyoruz. Martıların kanat çırpmasına eşlik ediyor yüreğimiz. Bir nebze huzur doldu şimdi içimiz. Geldiğimiz gibi gidiyoruz, koca şehri ardımıza atıyoruz. Ardımızda kalan hiçbirşeye dönüp bakamıyoruz. Vazgeçemiyoruz, vazgeçmemiz gereken her şeyden.
Şimdi hangi demine ağlamak gerekir hayatın bilmiyorum. Yüreğimizdeki dertleri yine yüreğimiz teselli ediyor. Sırtımızı sıvazlıyordu hayat. Acımıyordu hiçbir yara. Yarına dair ne varsa bugün silinmiyordu. Ne yarınlarımızı nede hayallerimizin silinmesini istemiyorduk çünkü. Biz silgi kullanılmadan yazılan her yazıya hayat diyorduk…
alıntı