Kristen Stewart
Daimi Üye
Soğuk Raylar Üzerinde Sıcak Bir Aşka Yolculuk
Uzun ve yorucu bir yolculuk olmuştu. Uzun süredir de oturduğu yerden kalkamamıştı. Dile kolay ondört saattir yoldaydı. Bu ondört saate o kadar şey sığdırmıştı ki ömründen hiç bitmeyecek kadar uzun gelmişti artık. Rayların sesine eşlik eden göz kapakları her tıkırtıda biraz aralanıyor ve tekrar kapanıyordu. Akşam saat yedi buçukta yola çıkan tren hep biraz rötarlı şekilde varırdı. Henüz saat sabahın beşiydi. Tüm o beynini kurcalayan düşünceler artık yavaş yavaş yormaya başlamıştı onu. Saate baktıkça zaman duruyordu. Uzun zaman olmuştu aynı yolculuğu yapmayalı. Çoğu kez aynı şehrin soğuk kaldırımlarına atmak için kendini, sabırsızlıkla çekmişti o soğuk rayları. İçinden buna değicek diye geçirirken uykuya dalakaldı. Garip ve uyandığında hatırlamakta zorlanacağı rüyalar gördü.
Gözlerini açtığında sabah saat yedi olmuştu. Kafasını cama dayalı bir şekilde buldu kendini. Öylece uyuyakalmış olmalıydı. Şöyle bir telefonuna baktı ama bekldiği şeyi göremeyince üzüldü. Biraz zaman geçtikten sonra pencereden dışarıyı seyre daldı. Dışarıya bakıyor gibi görünsede o geçmişine bakıyordu o pencereden. Düşünceleri birbirine girmişti adeta. "Neden?" diye sormadan edemedi kendi kendine. Trenden inince herşey güzelleşecekti oysa. Üzülmemeliydi. Buna inandırdı kendini. Nede olsa orda kendini bir bekleyen olacaktı. Bu mutlu hikayeye o kadar kendini inandırmış olmalı ki gözlerinden mutlulukla süzülen damlaları bir bayanın sesiyle kesildi. Soluna döndüğünde yanında henüz otuzlu yaşlarına yeni girmiş olabileceğini kestirebildiği mütevazı giyimli bir bayan ona sesleniyordu. "Bir erkeğin gözyaşlarına sebep olan şey ne olabilir." diye tekrarladı sözlerini gencin şaşkın bakışları altında.
Çok garipti yaklaşık bir saattir uyanıktı ama kadının yanındaki varlığını hiç hissetmemişti. Başka bir dünyadan kadının sesiyle dönmüştü sanki. Dönüp bakakaldı. Kadının öyle bir yüzü vardı ki içinden bütün hikayesini anlatmak geldi. Sanki derdine bir ortak bulmuşcasına gülümsedi. "Güzel bir kız" diyebildi sadece. Kadın sanki içinden keşke benim için böyle gözyaşı dökebilecek kadar değerli biri çıksaydı karşıma dercesine manalı manalı baktı. "Hmm..." diyebildi ve sonra devam etti kaldığı yerden sorularına. "Eğer anlatmak istersen..." dedi başını yere eğdi. Birden anlatmaya başladılar henüz daha isimlerini bile sormadan birbirlerine. Genç adam herşeyi teker teker anlatıyordu kadına, sanki karşısında hiç tanımadığı biri değilde yıllardır onu dinleyen biri duruyordu. Karşısındaki genci ve bir o kadar da sabırla dinliyordu kadın. Eğitimli biri olduğu konuşmasından ve duruşundan belliydi. Genç adam parmağındaki tırnak yarasına kadar anlattı kadına. Hayatında en büyük hatırası olan şeydi bu tırnak yarası. Çünkü gittiği yerde onu bekleyen, soğuk kaldırımları beraberken sımsıcak yapan, o dünyanın en tatlı, en sevecen insanı sarmıştı bir zamanlar o yarayı.
"Ara sıra o tırnağına bakarken o günü hatırladığı olurdu. Parmağından süzülen damla damla kana bakakalmıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. Testere birden sağ başparmağının tırnağının sonuna kadar inmişti. Herkes onu izliyor ama kimse yardım etmiyordu. Birden parmağına mikrop kapmasın diye basılan kolonyalı pamuğun sızısıyla irkildi. Öyle canı yanmıştı ki kendisine yapılan bu iyilii unutup bunu yapana okkalı bir tokat patlatmak için başını kaldırdığında karşısında onu görmüştü. Herşey...".
Tüm bunları anlatırken genç kadın anons edilen durağın adıyla telaşlandı. Hiç konuşmadan kalıp dinlemek isterdim dercesine boynunu büktü. "Üzgünüm, inmem gerek" dedi. Ayağa kalkıp çantasını ve pardesüsünü bagajdan indirdi. Kapıya doğru giderken parçaları birleştiriordu. Biran öyle bir boşluk içinde kaldı ki yutkunamadı. Kendi hayatında hiç böyle bir duyguya sahip olmamıştı. Adımlarını boşluğa atıyor gibi geldi. Birden dönüp genç adamın yanına yaklaştı. "Umarım, o gözyaşlarını hakediyordur o güzel kız" dedi ve arkasına bir daha bakmadan pulmandan indi. Genç adam herşeyin bir anda nasıl olup bittiğini anlayamadan kadını arkasıdan izleyip kaldı.
Soğuğu hisseder gibi oldu kadını pardesünün yakalarını kulaklarını ürtercesine yukarı doğru çekip başını içine çekmesiyle. "Kimdi bu kadın?" diye fısıldadı kendi kendine. Beyaz tenli, uzun boylu simsiyah gözleri ve kaşları bulunan bu duygusal, iyi yürekli kadın kimdi. Saat sekiz buçuğu geçmişti, oysa biletinde yazan saat sekiz çeyrekte orda olacağıydı. Kızarak tekrar saatine baktı. Sonra birden telefonuna baktı. Hala bir ses yoktu güzel kızdan. Oysa o her onu görmeye gelişinde sabaha kadar genç adama onu ne kadar özlediğini, nasıl onu sevdiğini anlatırdı kısa bir mesajla. Bu defa bir aksilik vardı. Sadece iyi yolculuklar dilemişti yola çıkarken.
Genç adamın treni tercih etmesindeki bir neden de buydu aslında. Otobüslerde cep telefonlarını kapattırıyorlardı. Sırf bu yüzden altı-yedi saatlik yolculuğu iki katına çıkarmayı göze alıyordu. Bu sıralar biraz derlseri yoğun, galiba ondandır diye geçirdi içinden. Ara sıra kalbinden yanlış bişey yapıp onu kırmış olabileceğini de geçirdi. Ama yola çıkarken öyle içten bir uğurlama yapmıştıki güzel kız. Buna ihtimal vermedi. Hem öyle durup dururken aksilik çıkaracak, küsecek biri değildi onun "herşeyi". Her zaman böyle olurdu tren bir saat kadar rötar yapmıştı yine.
Birkaç dakika sonra telefonunun titrediğini hissetti. Beklediği mesaj gemişti. "Hayatım ben seni istasyonun kapısında bekliyorum her zamanki gibi". Şimdi daha bir uzamaya başlamıştı raylar. İçinden trene, tüm görevelilerine kızmak geliyordu. Çok kızıyordu. Az değil dört aydır görmediği o dünylar tatlısı gözlerin sahibine gidiyordu. Evet, sabırsızlanmıştı. Kalbi hayallere eşlik edercesine hızlanıyor, ne yapacağını şaşırıyordu sanki ilk defa bulaşacakmış gibi. Her istasyonun ardından biraz daha sabırsızlığı hayallere dalmasına engel olmaya başlıyordu. Saatlerdir baktığı pencerenin önünden geçen ağaçlar bile yavaşlamıştı. İlk geçen görevlinin koluna yağıştı birden. "Afedersiniz beyefendi neden yavaşladık" dedi sert bir şekilde sabırsızlğın verdiği kızgınlıkla. Görevli dönüp baktı gence. Sanki ilk defa soran sen değilsin gibi bir tavırla. "Banliyö treninin arkasına takıldık. O yüzden yavaşlamak zorunda kaldık." Bu cevabın üzerine adamın kolunu hala tuttuğunun farkına vardı. Görevliden özür diledi. "Kusura bakmayın yetişmem gereken biryer var da ondan telaşım." Görevli anlarcasına başını sallayıp bir sonraki pulamana doğru yürüyerek bir sonraki istasyonu anons etmeye devam etti. Bu sırada genç adam nasıl oldu da görevliye bu şekilde davrandığını anlamaya çalışıyordu. Oysa ki etrafındaki insanlar onu hep sabrıyla ve sakinliğiyle tanırlardı. Kendi bununla pek övünmekten hoşlanmasa da bunun farkındaydı. Bunları düşünürken saate bakma ihtiyacı hissetti birden. Saat dokuza geliyordu. Sanki zaman bir an olsun birden akmıştı. Hergeçen dakika o kadar zorluyordu ki sabrını bu geçen on-onbeş dakika biraz da olsa sinirlerini rahatlatmıştı.
Oturmaktan ayakları uyuşmaya başlamıştı. Biraz ayağa kalkıp boşluğa kadar yürümek iyi gelir diye düşündü. Havalandırması yetersiz pulmanda kalmaktan sinirleri gerilmişti. Oturduğu yerden kalkıp boşluğa yürüdü. Temiz hava gerçekten iyi gelmişti. Rayların takırdısına aldırmadan biraz kalmak istedi burda. Biraz kendine gelmiş gibi hissediyordu. Sakinleştiğini ve rahatladığını hissettiğinde pulman görevlisiyle yine gözgöze geldi. Adam "Hadi gözün aydın delikanlı geldik" dedi sigaradan sararmış bıyıklarının altından sırıtırcasına. Birden koltuğuna doğru yöneldi. Görevli sank durumu anlamışcasına bakıyordu. Kafasını hey Allah`ım ne insanlar var dercesine salladı. Kabanını giyip çantasını omuzuna attıktan sonra şöyle bir pencereden baktı. Evet gar artık görünüyordu. "Son durak inecekler hazırlansın" diye seslenen görevliye Sanki inmeyip burda kalacaklar var dercesine gülümsüyordu. Ama hala camdan dışarıyı izliyordu. Yavaş yavaş gara girmeye başlamıştı ki tren birden kalp atışları yine hızlanmaya başladı. Usulca yokladı yine kalbini o garip sıcaklık. Tren artık duracak gibiydi. Zaten zor tutuyordu kendini. Bu sırada çalan telefonunu hissetti. Arayan kız arkadaşıydı. İner ayak açtı telefonu. Beklemekten sıkılmıştı sesinden belliydi. "Nerde kaldın yaa? Off, çok üşüdüm." Hiç bu kadar sevinmemişti uzun zamandır bu sesi duyduğuna. "Şimdi indim hayatım. Geliyorum, sabret" dedi mutlu bir ifadeyle. "Kıyamam ben sana hemen geliyorum" dedi ve kapattı telefonu.
Ve gara indiğinde ilk orda karşılanışı geldi aklına. Öylece kaldı, gözleri nemlenmek istedi. Buna izin vermedi. Ama acele etmesi lazımdı. Bu soğukta daha falza bekletmemeliydi "herşeyini". Duraksamadan kapıya doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Evet, doğru düşünmüştü kadının kulaklarına kadar mentoyu çekmesi dışardaki soğuğu anlatıyordu. Gara doğru giden boş çarşıdan koşar adımlarla geçti. Soğuğa aldırmadı, biraz sonra sarılacağı insana duyduğu sevgi tüm hücrelerini ısıtmaya yetecek kadardı çünkü. Çarşıdan çıkıp merdivenlerden yukarı doğru üçer beşer basamakları atlıyordu.
İçi titriyordu ama soğuktan değil; aşktandı, hasretten, heyecandandı içindeki titremenin nedeni. Son basamağı da çıktığında kimseyi göremedi karşısında. Boşlukta gibiydi sanki. Birden o kavuşmak için saatlerdir sabırsızlandığı kız atlayıverdi önüne. "Süprizzz!, Gittim mi sandın yoksa?" Zaten kalbi heyecandan hızla atıyordu. Bir an öylece baka kaldı. Sonra öyle bir sarıldı ve içine kokusunu öyle bir çekti ki, bir an hiç bitmesin orda caddenin ortasındaki cennette öylece saatlerce kalmak istedi. Sonra Elleriyle başını kaldırıp güzel kıza gözlerinin içine bakarak "sadece seni tahmin ettiğimden daha çok özlemişim" diyebildi ve bir kez daha sarıldı. Herşey artık onundu, dünya ile tüm bağlantısı kesilmişti adeta. Ve uzun bir yolculuğun ardından mutlu sona ulaşmıştı.
Uzun ve yorucu bir yolculuk olmuştu. Uzun süredir de oturduğu yerden kalkamamıştı. Dile kolay ondört saattir yoldaydı. Bu ondört saate o kadar şey sığdırmıştı ki ömründen hiç bitmeyecek kadar uzun gelmişti artık. Rayların sesine eşlik eden göz kapakları her tıkırtıda biraz aralanıyor ve tekrar kapanıyordu. Akşam saat yedi buçukta yola çıkan tren hep biraz rötarlı şekilde varırdı. Henüz saat sabahın beşiydi. Tüm o beynini kurcalayan düşünceler artık yavaş yavaş yormaya başlamıştı onu. Saate baktıkça zaman duruyordu. Uzun zaman olmuştu aynı yolculuğu yapmayalı. Çoğu kez aynı şehrin soğuk kaldırımlarına atmak için kendini, sabırsızlıkla çekmişti o soğuk rayları. İçinden buna değicek diye geçirirken uykuya dalakaldı. Garip ve uyandığında hatırlamakta zorlanacağı rüyalar gördü.
Gözlerini açtığında sabah saat yedi olmuştu. Kafasını cama dayalı bir şekilde buldu kendini. Öylece uyuyakalmış olmalıydı. Şöyle bir telefonuna baktı ama bekldiği şeyi göremeyince üzüldü. Biraz zaman geçtikten sonra pencereden dışarıyı seyre daldı. Dışarıya bakıyor gibi görünsede o geçmişine bakıyordu o pencereden. Düşünceleri birbirine girmişti adeta. "Neden?" diye sormadan edemedi kendi kendine. Trenden inince herşey güzelleşecekti oysa. Üzülmemeliydi. Buna inandırdı kendini. Nede olsa orda kendini bir bekleyen olacaktı. Bu mutlu hikayeye o kadar kendini inandırmış olmalı ki gözlerinden mutlulukla süzülen damlaları bir bayanın sesiyle kesildi. Soluna döndüğünde yanında henüz otuzlu yaşlarına yeni girmiş olabileceğini kestirebildiği mütevazı giyimli bir bayan ona sesleniyordu. "Bir erkeğin gözyaşlarına sebep olan şey ne olabilir." diye tekrarladı sözlerini gencin şaşkın bakışları altında.
Çok garipti yaklaşık bir saattir uyanıktı ama kadının yanındaki varlığını hiç hissetmemişti. Başka bir dünyadan kadının sesiyle dönmüştü sanki. Dönüp bakakaldı. Kadının öyle bir yüzü vardı ki içinden bütün hikayesini anlatmak geldi. Sanki derdine bir ortak bulmuşcasına gülümsedi. "Güzel bir kız" diyebildi sadece. Kadın sanki içinden keşke benim için böyle gözyaşı dökebilecek kadar değerli biri çıksaydı karşıma dercesine manalı manalı baktı. "Hmm..." diyebildi ve sonra devam etti kaldığı yerden sorularına. "Eğer anlatmak istersen..." dedi başını yere eğdi. Birden anlatmaya başladılar henüz daha isimlerini bile sormadan birbirlerine. Genç adam herşeyi teker teker anlatıyordu kadına, sanki karşısında hiç tanımadığı biri değilde yıllardır onu dinleyen biri duruyordu. Karşısındaki genci ve bir o kadar da sabırla dinliyordu kadın. Eğitimli biri olduğu konuşmasından ve duruşundan belliydi. Genç adam parmağındaki tırnak yarasına kadar anlattı kadına. Hayatında en büyük hatırası olan şeydi bu tırnak yarası. Çünkü gittiği yerde onu bekleyen, soğuk kaldırımları beraberken sımsıcak yapan, o dünyanın en tatlı, en sevecen insanı sarmıştı bir zamanlar o yarayı.
"Ara sıra o tırnağına bakarken o günü hatırladığı olurdu. Parmağından süzülen damla damla kana bakakalmıştı. Ne yapacağını bilemiyordu. Testere birden sağ başparmağının tırnağının sonuna kadar inmişti. Herkes onu izliyor ama kimse yardım etmiyordu. Birden parmağına mikrop kapmasın diye basılan kolonyalı pamuğun sızısıyla irkildi. Öyle canı yanmıştı ki kendisine yapılan bu iyilii unutup bunu yapana okkalı bir tokat patlatmak için başını kaldırdığında karşısında onu görmüştü. Herşey...".
Tüm bunları anlatırken genç kadın anons edilen durağın adıyla telaşlandı. Hiç konuşmadan kalıp dinlemek isterdim dercesine boynunu büktü. "Üzgünüm, inmem gerek" dedi. Ayağa kalkıp çantasını ve pardesüsünü bagajdan indirdi. Kapıya doğru giderken parçaları birleştiriordu. Biran öyle bir boşluk içinde kaldı ki yutkunamadı. Kendi hayatında hiç böyle bir duyguya sahip olmamıştı. Adımlarını boşluğa atıyor gibi geldi. Birden dönüp genç adamın yanına yaklaştı. "Umarım, o gözyaşlarını hakediyordur o güzel kız" dedi ve arkasına bir daha bakmadan pulmandan indi. Genç adam herşeyin bir anda nasıl olup bittiğini anlayamadan kadını arkasıdan izleyip kaldı.
Soğuğu hisseder gibi oldu kadını pardesünün yakalarını kulaklarını ürtercesine yukarı doğru çekip başını içine çekmesiyle. "Kimdi bu kadın?" diye fısıldadı kendi kendine. Beyaz tenli, uzun boylu simsiyah gözleri ve kaşları bulunan bu duygusal, iyi yürekli kadın kimdi. Saat sekiz buçuğu geçmişti, oysa biletinde yazan saat sekiz çeyrekte orda olacağıydı. Kızarak tekrar saatine baktı. Sonra birden telefonuna baktı. Hala bir ses yoktu güzel kızdan. Oysa o her onu görmeye gelişinde sabaha kadar genç adama onu ne kadar özlediğini, nasıl onu sevdiğini anlatırdı kısa bir mesajla. Bu defa bir aksilik vardı. Sadece iyi yolculuklar dilemişti yola çıkarken.
Genç adamın treni tercih etmesindeki bir neden de buydu aslında. Otobüslerde cep telefonlarını kapattırıyorlardı. Sırf bu yüzden altı-yedi saatlik yolculuğu iki katına çıkarmayı göze alıyordu. Bu sıralar biraz derlseri yoğun, galiba ondandır diye geçirdi içinden. Ara sıra kalbinden yanlış bişey yapıp onu kırmış olabileceğini de geçirdi. Ama yola çıkarken öyle içten bir uğurlama yapmıştıki güzel kız. Buna ihtimal vermedi. Hem öyle durup dururken aksilik çıkaracak, küsecek biri değildi onun "herşeyi". Her zaman böyle olurdu tren bir saat kadar rötar yapmıştı yine.
Birkaç dakika sonra telefonunun titrediğini hissetti. Beklediği mesaj gemişti. "Hayatım ben seni istasyonun kapısında bekliyorum her zamanki gibi". Şimdi daha bir uzamaya başlamıştı raylar. İçinden trene, tüm görevelilerine kızmak geliyordu. Çok kızıyordu. Az değil dört aydır görmediği o dünylar tatlısı gözlerin sahibine gidiyordu. Evet, sabırsızlanmıştı. Kalbi hayallere eşlik edercesine hızlanıyor, ne yapacağını şaşırıyordu sanki ilk defa bulaşacakmış gibi. Her istasyonun ardından biraz daha sabırsızlığı hayallere dalmasına engel olmaya başlıyordu. Saatlerdir baktığı pencerenin önünden geçen ağaçlar bile yavaşlamıştı. İlk geçen görevlinin koluna yağıştı birden. "Afedersiniz beyefendi neden yavaşladık" dedi sert bir şekilde sabırsızlğın verdiği kızgınlıkla. Görevli dönüp baktı gence. Sanki ilk defa soran sen değilsin gibi bir tavırla. "Banliyö treninin arkasına takıldık. O yüzden yavaşlamak zorunda kaldık." Bu cevabın üzerine adamın kolunu hala tuttuğunun farkına vardı. Görevliden özür diledi. "Kusura bakmayın yetişmem gereken biryer var da ondan telaşım." Görevli anlarcasına başını sallayıp bir sonraki pulamana doğru yürüyerek bir sonraki istasyonu anons etmeye devam etti. Bu sırada genç adam nasıl oldu da görevliye bu şekilde davrandığını anlamaya çalışıyordu. Oysa ki etrafındaki insanlar onu hep sabrıyla ve sakinliğiyle tanırlardı. Kendi bununla pek övünmekten hoşlanmasa da bunun farkındaydı. Bunları düşünürken saate bakma ihtiyacı hissetti birden. Saat dokuza geliyordu. Sanki zaman bir an olsun birden akmıştı. Hergeçen dakika o kadar zorluyordu ki sabrını bu geçen on-onbeş dakika biraz da olsa sinirlerini rahatlatmıştı.
Oturmaktan ayakları uyuşmaya başlamıştı. Biraz ayağa kalkıp boşluğa kadar yürümek iyi gelir diye düşündü. Havalandırması yetersiz pulmanda kalmaktan sinirleri gerilmişti. Oturduğu yerden kalkıp boşluğa yürüdü. Temiz hava gerçekten iyi gelmişti. Rayların takırdısına aldırmadan biraz kalmak istedi burda. Biraz kendine gelmiş gibi hissediyordu. Sakinleştiğini ve rahatladığını hissettiğinde pulman görevlisiyle yine gözgöze geldi. Adam "Hadi gözün aydın delikanlı geldik" dedi sigaradan sararmış bıyıklarının altından sırıtırcasına. Birden koltuğuna doğru yöneldi. Görevli sank durumu anlamışcasına bakıyordu. Kafasını hey Allah`ım ne insanlar var dercesine salladı. Kabanını giyip çantasını omuzuna attıktan sonra şöyle bir pencereden baktı. Evet gar artık görünüyordu. "Son durak inecekler hazırlansın" diye seslenen görevliye Sanki inmeyip burda kalacaklar var dercesine gülümsüyordu. Ama hala camdan dışarıyı izliyordu. Yavaş yavaş gara girmeye başlamıştı ki tren birden kalp atışları yine hızlanmaya başladı. Usulca yokladı yine kalbini o garip sıcaklık. Tren artık duracak gibiydi. Zaten zor tutuyordu kendini. Bu sırada çalan telefonunu hissetti. Arayan kız arkadaşıydı. İner ayak açtı telefonu. Beklemekten sıkılmıştı sesinden belliydi. "Nerde kaldın yaa? Off, çok üşüdüm." Hiç bu kadar sevinmemişti uzun zamandır bu sesi duyduğuna. "Şimdi indim hayatım. Geliyorum, sabret" dedi mutlu bir ifadeyle. "Kıyamam ben sana hemen geliyorum" dedi ve kapattı telefonu.
Ve gara indiğinde ilk orda karşılanışı geldi aklına. Öylece kaldı, gözleri nemlenmek istedi. Buna izin vermedi. Ama acele etmesi lazımdı. Bu soğukta daha falza bekletmemeliydi "herşeyini". Duraksamadan kapıya doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Evet, doğru düşünmüştü kadının kulaklarına kadar mentoyu çekmesi dışardaki soğuğu anlatıyordu. Gara doğru giden boş çarşıdan koşar adımlarla geçti. Soğuğa aldırmadı, biraz sonra sarılacağı insana duyduğu sevgi tüm hücrelerini ısıtmaya yetecek kadardı çünkü. Çarşıdan çıkıp merdivenlerden yukarı doğru üçer beşer basamakları atlıyordu.
İçi titriyordu ama soğuktan değil; aşktandı, hasretten, heyecandandı içindeki titremenin nedeni. Son basamağı da çıktığında kimseyi göremedi karşısında. Boşlukta gibiydi sanki. Birden o kavuşmak için saatlerdir sabırsızlandığı kız atlayıverdi önüne. "Süprizzz!, Gittim mi sandın yoksa?" Zaten kalbi heyecandan hızla atıyordu. Bir an öylece baka kaldı. Sonra öyle bir sarıldı ve içine kokusunu öyle bir çekti ki, bir an hiç bitmesin orda caddenin ortasındaki cennette öylece saatlerce kalmak istedi. Sonra Elleriyle başını kaldırıp güzel kıza gözlerinin içine bakarak "sadece seni tahmin ettiğimden daha çok özlemişim" diyebildi ve bir kez daha sarıldı. Herşey artık onundu, dünya ile tüm bağlantısı kesilmişti adeta. Ve uzun bir yolculuğun ardından mutlu sona ulaşmıştı.