Suzan Avcı, ödenmeyen bonolardan bikini yaptırdı
Suzan Avcı filmlerinden nakit para yerine aldığı ve bugüne kadar ödenmemiş bonoları ilginç şekilde protesto etti. Genç oyuncu, «Böyle giderse yakında elbise de diktirmek kabil olacak» diyor.
Suzan Avcı, gittikçe güzelleşiyor, değişik bir havaya giriyor, gittikçe de olgunlaşıyor. Genç kadın, bu mesleğe gireli beri, hep soyundu. Yerli filmlerde ne kadar bastan çıkarıcı, kötü kadın rolleri varsa, hep Suzan Avcı'ya vermişlerdi. Prodüktörler öyle istiyorlardı.
O günden bu yana genç kadın hiçbir prodüktörün arzusunu kırmadı. Mademki bu mesleği seçmişti, istedikleri biçimde soyunup, dökünecekti. Böylece Suzan Avcı, Türk sinemasının «vamp kadın»ı olarak, kendine belli bir tip çizdi.
Bu röportaj hazırlanırken o gene soyunmaya hazırlanıyordu. Ama bu defa soyunmasının bir özelliği vardı. Kendi imalatı garip bir bikiniyi sırtına giymek üzere elbisesini çıkarıyordu. Suzan Avcı, alışık hareketlerle göğsünün açık kalan son beyazlığını da bir bonoyla kapattıktan sonra:
- «Elimdeki ödenmeyen bonolar daha az olsaydı, size bikini değil, monokini de yapardım» dedi. «Kabahat bende değil, sizin şanssızlığınızda. Hele böyle giderse, yakında bir bono-elbise diktirmek mümkün olacak.» Sonra gülerek devam etti:
- «Bu, bono dediğimiz kağıt parçalarını Türk sinemasının basına beli eden Nusret İkbal oldu. 1960 yılından önce bonoyu hiçbirimiz bilmiyorduk. Nusret Bey, istemeyerek bizlere kötülük yaptı. Şimdi acısını biz çekiyoruz. Biz artistler hayatımızı işte bu gördüğünüz kağıt parçalarına bağlamışız... Üstelik vadeleri de bir hayli uzun. İnanır mısınız, elimde 1965 Nisan'ına ait bonolar var. Ödenip ödenmeyeceği de bilinmez. Vadesini beklemeyip, kırdırmaya kalksak, zararımıza oluyor. 5.000 liralık bononun 1.500 lirası başka ellerde, tefecilerde kalıyor. Yazık değil mi? Tefecilerin peşinde koşmak da işin cabası. Bir de kırmazlarsa, işimiz tamam. Bir başka dert de o zaman çıkıyor karsımıza. İşiniz yoksa uğraşın artık.»
- «Gerekirse bonolarını ödemeyen şirketlerin teker teker isimlerini açıklayabilirim. Ama şimdilik yapmak istemiyorum. Mesela 5.000 liralık bir bonom hala ödenmedi. Üstelik veren şirket oralı bile olmuyor. 2.500 liralık bonomu ödemeyen bir şirket de sözde iflas etti. Benim de, başkalarının da paralarını ödemedi. Şimdi isim değiştirmiş, rahatça çalışıyor. Bunların yanı sıra muntazaman bonolarını ödeyen şirketler de yok değil. Öyle ki, içlerinde yazıhane adreslerini değiştirdiklerinde, durumu telefonla bildiren soylu kişiler de çıkıyor. İnkar etmeye kalkmayalım.»
- «Ne var ki, bonosunu ödemeyenler halen çoğunlukta. Türk sinemasında halledilmesi gereken problemlerden biri bu aslında. Bana kalırsa, prodüktörlerimiz her şeyden önce bu bono işine mâkul bir çare bulmalıdırlar. Bakın az daha unutuyordum... Aklıma gelmişken söyleyeyim. Geçenlerde, gene bonolarla ilgili şöyle bir olay cereyan etti. Bundan 4 ay önce, büyük bir film şirketinden toplamı 7.500 lira tutan 3 adet bono almıştım. O sıralarda evdeki eşyaların bazılarını yenilemiştim. Karşılık olarak da koltukçuya, şirketten aldığım bonoları verdim. Fakat vadeleri geçtiği halde bir türlü ödenmemiş. Koltukçu da çok sessiz ve aynı zamanda bana saygı duyan bir kişi. Kendisine birkaç defa uğramama rağmen, çekinip durumu benden gizledi. Nihayet bir gün laf arasında, üzülerek çıtlattı. Kan beynime çıktı. Ödenmesi için belki 20 defa film şirketinin basamaklarını aşındırdım. Ve hala ödemiyorlar. Bereket kenarda köşede birkaç kuruşum vardı da, koltukçunun parasını ödeyebildim.»
(Ses Dergisi - 12 Aralık 1964)
turknostalji.com
Suzan Avcı filmlerinden nakit para yerine aldığı ve bugüne kadar ödenmemiş bonoları ilginç şekilde protesto etti. Genç oyuncu, «Böyle giderse yakında elbise de diktirmek kabil olacak» diyor.
Suzan Avcı, gittikçe güzelleşiyor, değişik bir havaya giriyor, gittikçe de olgunlaşıyor. Genç kadın, bu mesleğe gireli beri, hep soyundu. Yerli filmlerde ne kadar bastan çıkarıcı, kötü kadın rolleri varsa, hep Suzan Avcı'ya vermişlerdi. Prodüktörler öyle istiyorlardı.
O günden bu yana genç kadın hiçbir prodüktörün arzusunu kırmadı. Mademki bu mesleği seçmişti, istedikleri biçimde soyunup, dökünecekti. Böylece Suzan Avcı, Türk sinemasının «vamp kadın»ı olarak, kendine belli bir tip çizdi.
Bu röportaj hazırlanırken o gene soyunmaya hazırlanıyordu. Ama bu defa soyunmasının bir özelliği vardı. Kendi imalatı garip bir bikiniyi sırtına giymek üzere elbisesini çıkarıyordu. Suzan Avcı, alışık hareketlerle göğsünün açık kalan son beyazlığını da bir bonoyla kapattıktan sonra:
- «Elimdeki ödenmeyen bonolar daha az olsaydı, size bikini değil, monokini de yapardım» dedi. «Kabahat bende değil, sizin şanssızlığınızda. Hele böyle giderse, yakında bir bono-elbise diktirmek mümkün olacak.» Sonra gülerek devam etti:
- «Bu, bono dediğimiz kağıt parçalarını Türk sinemasının basına beli eden Nusret İkbal oldu. 1960 yılından önce bonoyu hiçbirimiz bilmiyorduk. Nusret Bey, istemeyerek bizlere kötülük yaptı. Şimdi acısını biz çekiyoruz. Biz artistler hayatımızı işte bu gördüğünüz kağıt parçalarına bağlamışız... Üstelik vadeleri de bir hayli uzun. İnanır mısınız, elimde 1965 Nisan'ına ait bonolar var. Ödenip ödenmeyeceği de bilinmez. Vadesini beklemeyip, kırdırmaya kalksak, zararımıza oluyor. 5.000 liralık bononun 1.500 lirası başka ellerde, tefecilerde kalıyor. Yazık değil mi? Tefecilerin peşinde koşmak da işin cabası. Bir de kırmazlarsa, işimiz tamam. Bir başka dert de o zaman çıkıyor karsımıza. İşiniz yoksa uğraşın artık.»
- «Gerekirse bonolarını ödemeyen şirketlerin teker teker isimlerini açıklayabilirim. Ama şimdilik yapmak istemiyorum. Mesela 5.000 liralık bir bonom hala ödenmedi. Üstelik veren şirket oralı bile olmuyor. 2.500 liralık bonomu ödemeyen bir şirket de sözde iflas etti. Benim de, başkalarının da paralarını ödemedi. Şimdi isim değiştirmiş, rahatça çalışıyor. Bunların yanı sıra muntazaman bonolarını ödeyen şirketler de yok değil. Öyle ki, içlerinde yazıhane adreslerini değiştirdiklerinde, durumu telefonla bildiren soylu kişiler de çıkıyor. İnkar etmeye kalkmayalım.»
- «Ne var ki, bonosunu ödemeyenler halen çoğunlukta. Türk sinemasında halledilmesi gereken problemlerden biri bu aslında. Bana kalırsa, prodüktörlerimiz her şeyden önce bu bono işine mâkul bir çare bulmalıdırlar. Bakın az daha unutuyordum... Aklıma gelmişken söyleyeyim. Geçenlerde, gene bonolarla ilgili şöyle bir olay cereyan etti. Bundan 4 ay önce, büyük bir film şirketinden toplamı 7.500 lira tutan 3 adet bono almıştım. O sıralarda evdeki eşyaların bazılarını yenilemiştim. Karşılık olarak da koltukçuya, şirketten aldığım bonoları verdim. Fakat vadeleri geçtiği halde bir türlü ödenmemiş. Koltukçu da çok sessiz ve aynı zamanda bana saygı duyan bir kişi. Kendisine birkaç defa uğramama rağmen, çekinip durumu benden gizledi. Nihayet bir gün laf arasında, üzülerek çıtlattı. Kan beynime çıktı. Ödenmesi için belki 20 defa film şirketinin basamaklarını aşındırdım. Ve hala ödemiyorlar. Bereket kenarda köşede birkaç kuruşum vardı da, koltukçunun parasını ödeyebildim.»
(Ses Dergisi - 12 Aralık 1964)
turknostalji.com