_emos_
Daimi Üye
Değerli okurlarım, son bir haftada taksilerde renkli konuşmalar dinledim. Ben bu ülkenin esnafını, halkını seviyorum. Kendime çok yakın buluyorum. Sohbetleri sizlerle paylaşmak istedim. Hiçbir ders, altı çizilecek mesaj yok; sadece sohbeti sizlerle paylaşmak istedim; o kadar.
30 Mayıs 2011 Pazartesi, İstanbul Levent Çarşısı’ndaki bir banka şubesinden çıktım ve köşeyi dönmekte olan taksi şoförü beni görmediği için, daha önce pek yapmadığım halde, “taksi” diye bağırdım, taksi durunca arkada duran arabaların çaldıkları korna sesleri arasında taksiye bindim.
Merhabalaştık. Beşiktaş’taki Üsküdar Motor İskelesi, lütfen, dedim; tabii, siz isterseniz de ben götürmez miyim, diyerek bir gülümsemeyle arabayı sürdü.
Şoför elli yaşlarının ortalarında, dört beş gündür sakal traşı olmamış, kısa boylu, hafif tombulca, o sıcakta ceket giymiş, güler yüzlü, dişlerinin bir kısmı dökülmüş, kısa kır saçları olan biriydi.
Beni arabasına almaktan çok mutlu görünüyordu. Sigara almak için Levent Çarşısına uğramış. “Cigara içecektim, ama sana denk geldim. Bir cigara yaksam seni rahatsız eder mi,” diye sordu. Gözlerinde, “Abi, izin ver de bir cigara içeyim,” ifadesi vardı. Kıramadım; “pencereleri açık tutarsanız, içebilirsiniz,” dedim.
Sigarayı yaktı; mutlu bir hali vardı. İçi kıpır kıpırdı, sanki paylaşmak istediği bir şey vardı. Gerçekten de biraz sonra konuşmaya başladı.
“Mecidiyeköy’den bir kız çocuğu bindi arabama; Kanyon’a iş görüşmesine gidiyormuş, yirmi dört, yirmi beş yaşlarında vardı.” İçten içe güldüm: “Kız çocuğu” ha! Yirmi dört, yirmi beş yaşında bir erkek binseydi, acaba, “erkek çocuğu” der miydi? Sanırım bir “delikanlı,” “genç bir adam,” ya da “Beyefendi” olurdu. Neyse, onu dinlemeye hazırdım, ülkemin böyle otantik konuşan bir adamını dinlemeye hazırdım ve bu fırsattan mutluydum.
“Kanyon’un karşısında indi, ben de yoluma devam ettim. Bir ara baktım, kız bilgisayarını arabada unutmuş. Şimdi ne yapacaksın? Haydi, döndüm, Kanyon’a gittim; güvenlikçi ile görüştüm. Bak kardeşim, böyle böyle. Aha telefon numaram, bu da arabamın plakası, beni arasın, ben kendisine teslim edeceğim. Bizdeki emanete bırakın, dediler. Yok kardeşim, ben kendi ellerimle teslim edeceğim, dedim.”
“On dakika geçmedi, bir adam aradı. Kızın babasıymış. Seninle görüşmek istiyorum, dedi. Senin gibi dürüst adam az; dedi. Onlar bisküvi işiyle uğraşıyormuş, bana bir koli bisküvi verdi, bir de elli lira verdi. Ve dedi ki, maddi ya da manevi ne zaman sıkışırsan, aha kartım, beni ara.”
Neden keyifli olduğunu anlamıştım. Hem para kazanmıştı, hem de doğru bir şey yapmıştı, iç huzuru vardı ve ayrıca önemli, güçlü bir insanlar ilişki kurmuştu. Artık onun da arkası vardı. Onun keyfiyle sigara satın aldı, bir sigara yakacaktı ve o sırada ben “taksi” diye bağırdım ve arabaya bindim.
“Haram yemedim; Allah haram yedirmesin, çocuklarımın gırtlağından haram lokma geçmedi. Bak adam kendi rızasıyla elli lira verdi; ben bunu para almak için yapmadım, dedimse de ısrar etti, aldım. Bu para helal. Ha, kumar oynasam, kumarda para kazansam, o da temiz para. Çalınmış para değil, yasal para.”
Bunu hiç beklemiyordum; bu adamın kumardan kazanılmış paraya temiz para diyeceğini hiç beklemiyordum. Konuşmaya devam etti:
“Benim hangi yörede çalıştığımı sordu; Mecidiyeköy, dedim. Telefonumu aldı; senin gibi dürüst insana ihtiyacım olur, dedi ve adını söyledi. Ben de kendi adımı söyledim. İyilik gibisi yok, insanlara iyilik yapacaksın. Benim iç huzurum en büyük zenginlik.”
Beşiktaş motor iskelesinde indiğimde benim de içim iyi duygularla doluydu. Hayırlı işler diledim ve ayrıldım.
****
31 Mayıs 2011 Salı akşamı Hatay’dan geldim, İstanbul Hava Alanı’ndan taksiye bindim. Konuşkan bir insan, Trabzonlu. Merhabalaştık, hal hatır yola çıktık. Bir süre sessizlikten sonra konuşmaya başladı:
“İnsan merhabalaşmalı, biraz konuşmalı. Geçenlerde adam bindi, gideceği yeri söyledi, başka tek kelime yok. Yolda giderken uykum gelmiş gibi kafamı öne düşürdüm, ‘Ne o uykusuz musun?’ dedi. Ee, sen hiç konuşmuyorsun, uykum geliyor, valla, dedim. Güldü konuşmaya başladı.”
Abi, en çok kadınlardan çekiniyorum; Allah o kadınların kocalarına ecir versin. Geçenlerde bindi kadın, sigara tablası ver, sigara içecem, dedi. Bakın Hanımefendi, kanunen yasak, dedim. Ne demek yasak efendim, kime zararım var, bir ben varım, bir de sen. Durdur öyleyse, ben inecem. Peki, Hanımefendi, peki için, ama lütfen böyle sert konuşmayın, her şoför benim gibi değildir, bir gün başınıza bir şey gelir. Ne demek o, sen beni tehdit mi ediyorsun, diyor. Ne tehdidi hanımefendi, şimdi ben sizi tehdit mi ettim? Siz rica edin, ben memnuniyetle, güler yüzle hizmet edeyim. Böyle bağırmayla olmuyor. Bana akıl vermeye kalkma, sen benim anam mısın, babam mısın? Kör şeytana uyup bir laf edecen, ya da bir şey yapacan. Gidip polise şikâyet etse, abi polise şikayet etse var ya, polis şoförü hiç dinlemez. Bir ay men eder; hemen o anda. İnsan çekiniyor abi.
Geçenlerde kadının birini Taksim civarına götürdüm. 28 lira yazdı. Kadın otuz lira verdi. Hanımefendi bozuğum yok, size iki lira veremeyeceğim, dedim. O zaman beni iki liralık daha gezdir, dedi. Allah Allah, şimdi sen buna ne dersin. Çıkardım kadına beş lira verdim, önemli değil, buyurun, bu da benim başımın gözümün sadakası olsun, dedim. Aman bir celallendi, ne demekmiş efendim, ben senin sadakana muhtaç mıyım, ne biçim konuşuyorsun sen. Tamam, tamam dedim, bir yanlışlık oldu, ağzımdan çıktı, tamam özür dilerim. Lütfen buyurun beş liranızı. Hayır efendim, almaycağım sizin beş liranızı, ya parayı bozdur ya da beni iki liralık daha gezdir, diye tutturmaz mı?
Abi, insan bunalıyor ya. Ya bunlar insan mı, diye düşünüyorsun? Bunun çocuğu nasıl olur, diye düşünüyorsun. Ha, bizim meslekte insan kılıklı hayvan yok mu? Var, çook var; maalesef, aramızda çok hayvan var. Zaten onlardan oluyor bu hep.
Geçenlerde kadın çocuğunu Gaziantep’ten getirmiş, taksiye verecek yirmi beş lirası var; normal 35 lira tutar, ama kadının parası yok. Çocuğu kucağında, hasta, diyor, şoför bey, ancak bu kadar param var, daha fazla veremem, çocuğumu hastaneye götürecem. O genç şoförlerin hepsi yan çizdi, kaçıştı, kimse almıyor. Gel yenge gel, dedim. Aldım kadını hastaneye götürdüm. Hiç para almadım. Ve telefonumu verdim, işin bitince beni ara, ben seni gelir hava alanına getiririm, dedim.
Abi, kadını Samatya’da hastanede bıraktım, bir doktor bindi, beni acele hava alanına götür, uçağa yetişmem lazım, dedi, onu hava alanına zamanında ulaştırdım, bana bahşiş verdi; o gün hiç boş kalmadım, son üç yılın ortalamasının üstünde para kazandım. Akşama doğru kadın telefon etti; işi bitmiş, gittim, aldım, onu hava alanına götürdüm. Kadın çok teşekkür etti. Bir gün sonra kocası telefon etti, teşekkür etti. İki ay sonra, adam Gaziantep’ten gelmiş, gelirken bana ki kutu baklava getirmiş. Öyle bir baklava ki, valla içi sırf fıstık dolu. Hiç ağır değil, yani bir kutuyu tek başıma bir oturuşta ben bitirdim.
Valla bu yeni okumuşlar var; bunlar çok bencil, çok açgöz. Ne olur o günde bir kadından on lira eksik alsan. Yapmazlar abi, insanlık ölmüş.
Doğan Cüceloğlu
30 Mayıs 2011 Pazartesi, İstanbul Levent Çarşısı’ndaki bir banka şubesinden çıktım ve köşeyi dönmekte olan taksi şoförü beni görmediği için, daha önce pek yapmadığım halde, “taksi” diye bağırdım, taksi durunca arkada duran arabaların çaldıkları korna sesleri arasında taksiye bindim.
Merhabalaştık. Beşiktaş’taki Üsküdar Motor İskelesi, lütfen, dedim; tabii, siz isterseniz de ben götürmez miyim, diyerek bir gülümsemeyle arabayı sürdü.
Şoför elli yaşlarının ortalarında, dört beş gündür sakal traşı olmamış, kısa boylu, hafif tombulca, o sıcakta ceket giymiş, güler yüzlü, dişlerinin bir kısmı dökülmüş, kısa kır saçları olan biriydi.
Beni arabasına almaktan çok mutlu görünüyordu. Sigara almak için Levent Çarşısına uğramış. “Cigara içecektim, ama sana denk geldim. Bir cigara yaksam seni rahatsız eder mi,” diye sordu. Gözlerinde, “Abi, izin ver de bir cigara içeyim,” ifadesi vardı. Kıramadım; “pencereleri açık tutarsanız, içebilirsiniz,” dedim.
Sigarayı yaktı; mutlu bir hali vardı. İçi kıpır kıpırdı, sanki paylaşmak istediği bir şey vardı. Gerçekten de biraz sonra konuşmaya başladı.
“Mecidiyeköy’den bir kız çocuğu bindi arabama; Kanyon’a iş görüşmesine gidiyormuş, yirmi dört, yirmi beş yaşlarında vardı.” İçten içe güldüm: “Kız çocuğu” ha! Yirmi dört, yirmi beş yaşında bir erkek binseydi, acaba, “erkek çocuğu” der miydi? Sanırım bir “delikanlı,” “genç bir adam,” ya da “Beyefendi” olurdu. Neyse, onu dinlemeye hazırdım, ülkemin böyle otantik konuşan bir adamını dinlemeye hazırdım ve bu fırsattan mutluydum.
“Kanyon’un karşısında indi, ben de yoluma devam ettim. Bir ara baktım, kız bilgisayarını arabada unutmuş. Şimdi ne yapacaksın? Haydi, döndüm, Kanyon’a gittim; güvenlikçi ile görüştüm. Bak kardeşim, böyle böyle. Aha telefon numaram, bu da arabamın plakası, beni arasın, ben kendisine teslim edeceğim. Bizdeki emanete bırakın, dediler. Yok kardeşim, ben kendi ellerimle teslim edeceğim, dedim.”
“On dakika geçmedi, bir adam aradı. Kızın babasıymış. Seninle görüşmek istiyorum, dedi. Senin gibi dürüst adam az; dedi. Onlar bisküvi işiyle uğraşıyormuş, bana bir koli bisküvi verdi, bir de elli lira verdi. Ve dedi ki, maddi ya da manevi ne zaman sıkışırsan, aha kartım, beni ara.”
Neden keyifli olduğunu anlamıştım. Hem para kazanmıştı, hem de doğru bir şey yapmıştı, iç huzuru vardı ve ayrıca önemli, güçlü bir insanlar ilişki kurmuştu. Artık onun da arkası vardı. Onun keyfiyle sigara satın aldı, bir sigara yakacaktı ve o sırada ben “taksi” diye bağırdım ve arabaya bindim.
“Haram yemedim; Allah haram yedirmesin, çocuklarımın gırtlağından haram lokma geçmedi. Bak adam kendi rızasıyla elli lira verdi; ben bunu para almak için yapmadım, dedimse de ısrar etti, aldım. Bu para helal. Ha, kumar oynasam, kumarda para kazansam, o da temiz para. Çalınmış para değil, yasal para.”
Bunu hiç beklemiyordum; bu adamın kumardan kazanılmış paraya temiz para diyeceğini hiç beklemiyordum. Konuşmaya devam etti:
“Benim hangi yörede çalıştığımı sordu; Mecidiyeköy, dedim. Telefonumu aldı; senin gibi dürüst insana ihtiyacım olur, dedi ve adını söyledi. Ben de kendi adımı söyledim. İyilik gibisi yok, insanlara iyilik yapacaksın. Benim iç huzurum en büyük zenginlik.”
Beşiktaş motor iskelesinde indiğimde benim de içim iyi duygularla doluydu. Hayırlı işler diledim ve ayrıldım.
****
31 Mayıs 2011 Salı akşamı Hatay’dan geldim, İstanbul Hava Alanı’ndan taksiye bindim. Konuşkan bir insan, Trabzonlu. Merhabalaştık, hal hatır yola çıktık. Bir süre sessizlikten sonra konuşmaya başladı:
“İnsan merhabalaşmalı, biraz konuşmalı. Geçenlerde adam bindi, gideceği yeri söyledi, başka tek kelime yok. Yolda giderken uykum gelmiş gibi kafamı öne düşürdüm, ‘Ne o uykusuz musun?’ dedi. Ee, sen hiç konuşmuyorsun, uykum geliyor, valla, dedim. Güldü konuşmaya başladı.”
Abi, en çok kadınlardan çekiniyorum; Allah o kadınların kocalarına ecir versin. Geçenlerde bindi kadın, sigara tablası ver, sigara içecem, dedi. Bakın Hanımefendi, kanunen yasak, dedim. Ne demek yasak efendim, kime zararım var, bir ben varım, bir de sen. Durdur öyleyse, ben inecem. Peki, Hanımefendi, peki için, ama lütfen böyle sert konuşmayın, her şoför benim gibi değildir, bir gün başınıza bir şey gelir. Ne demek o, sen beni tehdit mi ediyorsun, diyor. Ne tehdidi hanımefendi, şimdi ben sizi tehdit mi ettim? Siz rica edin, ben memnuniyetle, güler yüzle hizmet edeyim. Böyle bağırmayla olmuyor. Bana akıl vermeye kalkma, sen benim anam mısın, babam mısın? Kör şeytana uyup bir laf edecen, ya da bir şey yapacan. Gidip polise şikâyet etse, abi polise şikayet etse var ya, polis şoförü hiç dinlemez. Bir ay men eder; hemen o anda. İnsan çekiniyor abi.
Geçenlerde kadının birini Taksim civarına götürdüm. 28 lira yazdı. Kadın otuz lira verdi. Hanımefendi bozuğum yok, size iki lira veremeyeceğim, dedim. O zaman beni iki liralık daha gezdir, dedi. Allah Allah, şimdi sen buna ne dersin. Çıkardım kadına beş lira verdim, önemli değil, buyurun, bu da benim başımın gözümün sadakası olsun, dedim. Aman bir celallendi, ne demekmiş efendim, ben senin sadakana muhtaç mıyım, ne biçim konuşuyorsun sen. Tamam, tamam dedim, bir yanlışlık oldu, ağzımdan çıktı, tamam özür dilerim. Lütfen buyurun beş liranızı. Hayır efendim, almaycağım sizin beş liranızı, ya parayı bozdur ya da beni iki liralık daha gezdir, diye tutturmaz mı?
Abi, insan bunalıyor ya. Ya bunlar insan mı, diye düşünüyorsun? Bunun çocuğu nasıl olur, diye düşünüyorsun. Ha, bizim meslekte insan kılıklı hayvan yok mu? Var, çook var; maalesef, aramızda çok hayvan var. Zaten onlardan oluyor bu hep.
Geçenlerde kadın çocuğunu Gaziantep’ten getirmiş, taksiye verecek yirmi beş lirası var; normal 35 lira tutar, ama kadının parası yok. Çocuğu kucağında, hasta, diyor, şoför bey, ancak bu kadar param var, daha fazla veremem, çocuğumu hastaneye götürecem. O genç şoförlerin hepsi yan çizdi, kaçıştı, kimse almıyor. Gel yenge gel, dedim. Aldım kadını hastaneye götürdüm. Hiç para almadım. Ve telefonumu verdim, işin bitince beni ara, ben seni gelir hava alanına getiririm, dedim.
Abi, kadını Samatya’da hastanede bıraktım, bir doktor bindi, beni acele hava alanına götür, uçağa yetişmem lazım, dedi, onu hava alanına zamanında ulaştırdım, bana bahşiş verdi; o gün hiç boş kalmadım, son üç yılın ortalamasının üstünde para kazandım. Akşama doğru kadın telefon etti; işi bitmiş, gittim, aldım, onu hava alanına götürdüm. Kadın çok teşekkür etti. Bir gün sonra kocası telefon etti, teşekkür etti. İki ay sonra, adam Gaziantep’ten gelmiş, gelirken bana ki kutu baklava getirmiş. Öyle bir baklava ki, valla içi sırf fıstık dolu. Hiç ağır değil, yani bir kutuyu tek başıma bir oturuşta ben bitirdim.
Valla bu yeni okumuşlar var; bunlar çok bencil, çok açgöz. Ne olur o günde bir kadından on lira eksik alsan. Yapmazlar abi, insanlık ölmüş.
Doğan Cüceloğlu