Yazar: Can Dündar
Kaynak: Milliyet
ALTEMUR KILIÇ:
"10 yaşımda annemin koynundan koparıldım"
"Annem Mevleviliği ve tekke terbiyesi icabı tevazuu son sınırda bir hanımefendi idi. Çok becerikliydi. Kukla sahnesi kurar, bebekler yapar, bize oynatırdı. Babamdan kopmasının sebeplerinden biri, babamın genç yaşlarda ülkede güç ve nüfuz sahibi olması ve hep Atatürk'le birlikte olduğu için evden, eşinden, bizden uzak kalmasıydı.
Eve de annem hakim değildi; halam Vesiret ve babaannem egemendiler. Açıkçası annem adeta yanaşma durumuna düşürülmüştü. Halalarım, onu her vesileyle horluyorlar ve babam -nadiren- eve geldiğinde onu çekiştiriyorlardı.
Annemiz, babamdan boşanmadan ve bizden koparılmadan önce bir sabır ve tevekkül mücadelesi veriyordu.
Şimdi zavallı anneciğimin bunlara niçin ve nasıl tahammül ettiğini düşünüyorum. Bir defa Mevleviliğin verdiği bir tevekkül vardı. Edepsizliğe edepsizlikle mukabele etmesi ona uygun değildi.
Neticede babamın o zamanki nüfuzu sayesinde, annem doğru dürüst nafakaya bile bağlanmadan, kendisinin bulundurulmadığı tek celsede, adeta 'boş düşürüldü' ve üzerindeki birkaç parça eşya ile Bakırköy'e, baba evine döndü. Ben de 10 yaşımda adeta koynundan koparıldım.
Ona veda etmeye beni annemin yakın arkadaşı Sabiha Teyze götürmüş ve hıçkıra hıçkıra ağlarken anamın kollarından güç almıştı."
(Altemur Kılıç, "Kılıç'tan Kılıç'a", Remzi, 2005)
SAKIP SABANCI:
"İlk maaşımı anneme verdim"
"Babamın işyerlerinde çalışmaya başlamıştım. İlk gittiğim işyeri çırçır fabrikasıydı. Pamuk tartılan kantarın başında durup pamuk alınırken tartıları bir kağıda yazıyorum. Babam 'Topla bakalım' dedi mi topluyorum. O, 'Bakalım doğru toplamış mısın' diye kontrol ediyor.
Çalışmaya başladıktan sonra bana ödenen ilk ücret net 20 liraydı. Hemen anneme gittim:
'Anne, bu babamın verdiği para değil, ilk defa kendi kazandığım para... Al sana veriyorum' deyip tamamını ona verdim.
Annem beni öptü.
'Gülnaz'a ver saklasın' dedi."
(Sakıp Sabancı, "Hayatım", Doğan K., 2004)
ALPARSLAN TÜRKEŞ:
"Annem çok ızdırap çekmiş"
"Annem Kıbrıs'a yerleşen Türklerden Fatma Zehra Hanım... Eski Türkçe'de adı 'Fatıma-ül Zehra' imiş. Konu komşu 'Zehra Hanım abla' diye çağırıyordu.
Babamdan önce ilk evliliğini 15-16 yaşında iken bir jandarma onbaşısı ile yapmış. Atlı jandarmaymış. Ondan, annemin dört oğlu olmuş. Sonra bu adamcağız bir akşam ölü bulunuyor. Annemin anlattığına göre kafatası parçalanmış vaziyette bulunmuş.
Uzun hikaye...
Annem çok ızdırap çekmiş. Dört yetimle kalmış. Sonra babamla evlenmiş. Ben, babamın ilk, annemin 5. evladıyım."
(Hulusi Turgut, "Şahinlerin Dansı-Türkeş'in Anıları", ABC, 1995)
SÜLEYMAN DEMİREL:
"Hiç tükendiğini görmedim"
"Anam, Hacı Umman (Ümmühan), mütevekkil, mütedeyyin, çalışkan, yorulmak bilmeyen bir Anadolu konudu idi. Önüne kattığı işi bitirmeden bırakmazdı. Hiç tükendiğini görmedim.
Güzeldi, eli-yüzü temiz ve nurlu. Hepimizin çamaşırlarını kendisi elle diker, çoraplarımızı örerdi. Ben, üniversiteyi bitirinceye kadar, anamın diktiği çamaşırları, ördüğü çorabı giydim.
(Nimet Arzık, "Demirel'in İçi-Dışı", Milliyet Yayınları, 1985)
HUYSUZ VİRJİN:
"Ölene dek babamdan hiçbir şey istemedi"
"Annemin babası terziymiş. Büyük atölyeleri varmış Bayburt'ta...
1. Dünya Harbi sırasında Ruslar'dan kaçmak için Bayburt'tan Anadolu içlerine kaçarken makinelerin üzerini kapamışlar, yatakları yorganları atlı arabalara yükleyip yola çıkmışlar.
Annem de hamile. Çocuk doğacak, bunlar sefer halindeler. Annem yorganın birini kesip çocuk yatağı haline getirmiş, fakat dikecek ipliği yok.
'Bey' demiş, 'Bir iplik alalım da ben bu çocuğa yatak yapayım'.
Babam da çok sert bir adamdı:
'Ben anladım, sen benim iki yakamı bir araya getirmeyeceksin' demiş.
Annem kumaşların kenarlarından iplikler çekmiş, onlarla yatağı yapmış.
Sonra, ölünceye kadar babamdan hiçbir şey istemedi.
O lafa çok alınmış. Mesela 'Zeytin bitti' der, ama 'Zeytin al' demezdi. Bunu gurur meselesi yapmış."
(Korhan Atay-Figen Kumru Akşit, "Katina'nın Makası", Alfa, 2004)
SELİM İLERİ
"Onu hiç unutmadım"
"Onunla ilgili birçok şeyi belleğimden silip attım, ama annem, hâlâ benimle...
Sessizce öldü. Bir süre can çekişti. Öldüğüne inanmak istemedim. Eniştemin ağladığını hatırlıyorum. Acıyı, sarsıntıyı, annesiz kalışı daha sonra, çok sonra hissettim.
Evden çıkardığımızda, sevgili annemin cesedi hâlâ sıcaktı.
(...) Son üç gün kendinde değildi, artık hiç değildi. Yıllarca süren hastalığı sona eriyordu. Son gece, bir genç kız gibi duruymuş yüzü...
Son bir ay, her gün birlikteydik. Her akşam, elinden tutup onu dayımlara götürüyordum. Bir çocuk gibiydi bakışları, kahverengiydi, güzeldi. Elleri bir çocuğun, korunmasız bir kız çocuğunun ellerinden farksızdı. Bunları yazmak
o kadar zor ki...
Güneş batıyordu. Geceleyin dönerken, denizde gemilerin ışıklarını gösteriyordum ona... Zorlukla yürüyordu. Hem artık köpeklerden ürkmüyordu.
Denizler, sonbahar, yazı çağrıştıran akşamlar kaldı bana ondan en son..."
(Selim İleri, "Annem İçin", Ada, 1983)
Kaynak: Milliyet
ALTEMUR KILIÇ:
"10 yaşımda annemin koynundan koparıldım"
"Annem Mevleviliği ve tekke terbiyesi icabı tevazuu son sınırda bir hanımefendi idi. Çok becerikliydi. Kukla sahnesi kurar, bebekler yapar, bize oynatırdı. Babamdan kopmasının sebeplerinden biri, babamın genç yaşlarda ülkede güç ve nüfuz sahibi olması ve hep Atatürk'le birlikte olduğu için evden, eşinden, bizden uzak kalmasıydı.
Eve de annem hakim değildi; halam Vesiret ve babaannem egemendiler. Açıkçası annem adeta yanaşma durumuna düşürülmüştü. Halalarım, onu her vesileyle horluyorlar ve babam -nadiren- eve geldiğinde onu çekiştiriyorlardı.
Annemiz, babamdan boşanmadan ve bizden koparılmadan önce bir sabır ve tevekkül mücadelesi veriyordu.
Şimdi zavallı anneciğimin bunlara niçin ve nasıl tahammül ettiğini düşünüyorum. Bir defa Mevleviliğin verdiği bir tevekkül vardı. Edepsizliğe edepsizlikle mukabele etmesi ona uygun değildi.
Neticede babamın o zamanki nüfuzu sayesinde, annem doğru dürüst nafakaya bile bağlanmadan, kendisinin bulundurulmadığı tek celsede, adeta 'boş düşürüldü' ve üzerindeki birkaç parça eşya ile Bakırköy'e, baba evine döndü. Ben de 10 yaşımda adeta koynundan koparıldım.
Ona veda etmeye beni annemin yakın arkadaşı Sabiha Teyze götürmüş ve hıçkıra hıçkıra ağlarken anamın kollarından güç almıştı."
(Altemur Kılıç, "Kılıç'tan Kılıç'a", Remzi, 2005)
SAKIP SABANCI:
"İlk maaşımı anneme verdim"
"Babamın işyerlerinde çalışmaya başlamıştım. İlk gittiğim işyeri çırçır fabrikasıydı. Pamuk tartılan kantarın başında durup pamuk alınırken tartıları bir kağıda yazıyorum. Babam 'Topla bakalım' dedi mi topluyorum. O, 'Bakalım doğru toplamış mısın' diye kontrol ediyor.
Çalışmaya başladıktan sonra bana ödenen ilk ücret net 20 liraydı. Hemen anneme gittim:
'Anne, bu babamın verdiği para değil, ilk defa kendi kazandığım para... Al sana veriyorum' deyip tamamını ona verdim.
Annem beni öptü.
'Gülnaz'a ver saklasın' dedi."
(Sakıp Sabancı, "Hayatım", Doğan K., 2004)
ALPARSLAN TÜRKEŞ:
"Annem çok ızdırap çekmiş"
"Annem Kıbrıs'a yerleşen Türklerden Fatma Zehra Hanım... Eski Türkçe'de adı 'Fatıma-ül Zehra' imiş. Konu komşu 'Zehra Hanım abla' diye çağırıyordu.
Babamdan önce ilk evliliğini 15-16 yaşında iken bir jandarma onbaşısı ile yapmış. Atlı jandarmaymış. Ondan, annemin dört oğlu olmuş. Sonra bu adamcağız bir akşam ölü bulunuyor. Annemin anlattığına göre kafatası parçalanmış vaziyette bulunmuş.
Uzun hikaye...
Annem çok ızdırap çekmiş. Dört yetimle kalmış. Sonra babamla evlenmiş. Ben, babamın ilk, annemin 5. evladıyım."
(Hulusi Turgut, "Şahinlerin Dansı-Türkeş'in Anıları", ABC, 1995)
SÜLEYMAN DEMİREL:
"Hiç tükendiğini görmedim"
"Anam, Hacı Umman (Ümmühan), mütevekkil, mütedeyyin, çalışkan, yorulmak bilmeyen bir Anadolu konudu idi. Önüne kattığı işi bitirmeden bırakmazdı. Hiç tükendiğini görmedim.
Güzeldi, eli-yüzü temiz ve nurlu. Hepimizin çamaşırlarını kendisi elle diker, çoraplarımızı örerdi. Ben, üniversiteyi bitirinceye kadar, anamın diktiği çamaşırları, ördüğü çorabı giydim.
(Nimet Arzık, "Demirel'in İçi-Dışı", Milliyet Yayınları, 1985)
HUYSUZ VİRJİN:
"Ölene dek babamdan hiçbir şey istemedi"
"Annemin babası terziymiş. Büyük atölyeleri varmış Bayburt'ta...
1. Dünya Harbi sırasında Ruslar'dan kaçmak için Bayburt'tan Anadolu içlerine kaçarken makinelerin üzerini kapamışlar, yatakları yorganları atlı arabalara yükleyip yola çıkmışlar.
Annem de hamile. Çocuk doğacak, bunlar sefer halindeler. Annem yorganın birini kesip çocuk yatağı haline getirmiş, fakat dikecek ipliği yok.
'Bey' demiş, 'Bir iplik alalım da ben bu çocuğa yatak yapayım'.
Babam da çok sert bir adamdı:
'Ben anladım, sen benim iki yakamı bir araya getirmeyeceksin' demiş.
Annem kumaşların kenarlarından iplikler çekmiş, onlarla yatağı yapmış.
Sonra, ölünceye kadar babamdan hiçbir şey istemedi.
O lafa çok alınmış. Mesela 'Zeytin bitti' der, ama 'Zeytin al' demezdi. Bunu gurur meselesi yapmış."
(Korhan Atay-Figen Kumru Akşit, "Katina'nın Makası", Alfa, 2004)
SELİM İLERİ
"Onu hiç unutmadım"
"Onunla ilgili birçok şeyi belleğimden silip attım, ama annem, hâlâ benimle...
Sessizce öldü. Bir süre can çekişti. Öldüğüne inanmak istemedim. Eniştemin ağladığını hatırlıyorum. Acıyı, sarsıntıyı, annesiz kalışı daha sonra, çok sonra hissettim.
Evden çıkardığımızda, sevgili annemin cesedi hâlâ sıcaktı.
(...) Son üç gün kendinde değildi, artık hiç değildi. Yıllarca süren hastalığı sona eriyordu. Son gece, bir genç kız gibi duruymuş yüzü...
Son bir ay, her gün birlikteydik. Her akşam, elinden tutup onu dayımlara götürüyordum. Bir çocuk gibiydi bakışları, kahverengiydi, güzeldi. Elleri bir çocuğun, korunmasız bir kız çocuğunun ellerinden farksızdı. Bunları yazmak
o kadar zor ki...
Güneş batıyordu. Geceleyin dönerken, denizde gemilerin ışıklarını gösteriyordum ona... Zorlukla yürüyordu. Hem artık köpeklerden ürkmüyordu.
Denizler, sonbahar, yazı çağrıştıran akşamlar kaldı bana ondan en son..."
(Selim İleri, "Annem İçin", Ada, 1983)