Zenginsin Ha! Emin Misin?
Büyük İskender, sahip olduğu yegane eşya tek bir lamba olan Diojen adında üstü başı yırtık, fakir bir adam ile karşılaşır. Gündüz olduğu halde elindeki lamba yanmaktadır. Üzerinde başka insanlara benzemeyen farklı bir hal vardır. Gündüz vakti bu garip adam, elindeki lambası ile birlikte İskender’in dikkatini çeker ve sorar:
_ Gündüz vakti ne diye lambayı açık tutuyorsun, güneş neyine yetmiyor?“
Fakir adam lambasını kaldırır ve İskender’in yüzüne bakar.
_ Gece gündüz bu lambam ile gerçek bir insan arıyorum. Güneş ışığına lambamın ışığını da katmama rağmen bulamıyorum. Der.
Dünya fatihi İskender böylesi bir cümlenin hiç çekinmeden yüzüne karşı söylenmesine; hem de bu üstü başı yırtık dünya üzerinde lambasından başka hiçbir şeyi olmayan bu biçare adam tarafından söylenmesine şaşırmakla birlikte tebessüm eder. İskender’in etrafındakiler, İskender’in gazaba gelerek adamı öldürteceğini; böylesi bir küstahın, karşısındaki koskoca cihan şahına ‘Sen de adam, gerçek bir insan değilsin’ imasında bulunmasının cezasız kalmayacağını zannetseler de umdukları olmaz, zanları tutmaz
İskender bu güne kadar etrafındaki insanların yalakalığından, düzenbazlığından, olduğu gibi olmayıp da dilleri gül ama kalpleri kir dolu olmalarından, münafıklıklarından tiksinmiş olmalıdır ki, böylesine dürüst ve korkusuz bu fakir adam, O’nun gözünde kocaman olur.
Dikkatlice yoksul adamı süzer, hiç de deliye, meczuba benzememektedir. Gözleri öylesine dingin, yüzü öylesine huzurlu, sözleri öylesine kendinden emin ve otoriter, varlığı öylesine endişeden uzak ve serin, sesi öylesine sakin ve huzur vericidir ki İskender bu adamı gönülden sever. Bir kendine ve adamlarına bir de bu fakire bakar. İşte o anda gerçek zenginliğin ve cihan şahlığının paraya, mala mülke, birçok toprağa sahip olmak olmadığını, gerçek zenginliğin bunlar olmadan dayanacağın hiçbir güç olmadan sadece kendi varlığın ile şahsiyetin ile özellikle de riyasız kendin olmak ile mümkün olacağını kavrayıverir…
Bu adamın yaptığı hakaret olarak algılanabilir belki ama öylesine bir heybeti vardır ki; İskender günlüğüne: ‘Hayatımda ilk kez gerçekten zengin bir adam gördüm, hem de dilenci kıyafetinin içinde. Anladım ki zenginlik paraya sahip olmaktan daha başka bir şey.’ Diye yazacaktır…
Gerçek manada zenginlik sahip olunan eşya ile değil, insanın gerçekten insan, adam gibi adam olması ile mümkündür. Zenginlik kişinin kendisi olması, içtenliği, samimiyeti, sevgisi, yaratıcılığı, duyarlılığıdır.
Bu durumu hiçbir maddeci zihniyet kavrayamaz. Ancak mananın gücünü, maneviyatın derinliğini kavrayan bilir. Çünkü insan, haddi zatında hiçbir şeyin maliki değildir. Sadece ölene kadar kendisine verilen emanetlerin bekçisidir. Nerde görülmüş emanetçinin zengin olduğu. Her şeyin gerçek sahibi Allah (c.c.) iken… O zaman başkasına ait olan varlıkla övünmek ne diye? Hele de bırakıp gideceksen bir de… O zaman sadece kendimize ait olan bir şeyle varlık ihdas edilmeli. İnsanlığımız, hayata insanlığımız dairesinde kattığımız anlam ile var olabilmeli. Dünya hayatının oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu bilip gerçek manada insan olanlar ile insandan anlayanlar ile hemhal olabilmeli. Gerisi kıylü kal başka hiçbir şey değil.
Büyük İskender, sahip olduğu yegane eşya tek bir lamba olan Diojen adında üstü başı yırtık, fakir bir adam ile karşılaşır. Gündüz olduğu halde elindeki lamba yanmaktadır. Üzerinde başka insanlara benzemeyen farklı bir hal vardır. Gündüz vakti bu garip adam, elindeki lambası ile birlikte İskender’in dikkatini çeker ve sorar:
_ Gündüz vakti ne diye lambayı açık tutuyorsun, güneş neyine yetmiyor?“
Fakir adam lambasını kaldırır ve İskender’in yüzüne bakar.
_ Gece gündüz bu lambam ile gerçek bir insan arıyorum. Güneş ışığına lambamın ışığını da katmama rağmen bulamıyorum. Der.
Dünya fatihi İskender böylesi bir cümlenin hiç çekinmeden yüzüne karşı söylenmesine; hem de bu üstü başı yırtık dünya üzerinde lambasından başka hiçbir şeyi olmayan bu biçare adam tarafından söylenmesine şaşırmakla birlikte tebessüm eder. İskender’in etrafındakiler, İskender’in gazaba gelerek adamı öldürteceğini; böylesi bir küstahın, karşısındaki koskoca cihan şahına ‘Sen de adam, gerçek bir insan değilsin’ imasında bulunmasının cezasız kalmayacağını zannetseler de umdukları olmaz, zanları tutmaz
İskender bu güne kadar etrafındaki insanların yalakalığından, düzenbazlığından, olduğu gibi olmayıp da dilleri gül ama kalpleri kir dolu olmalarından, münafıklıklarından tiksinmiş olmalıdır ki, böylesine dürüst ve korkusuz bu fakir adam, O’nun gözünde kocaman olur.
Dikkatlice yoksul adamı süzer, hiç de deliye, meczuba benzememektedir. Gözleri öylesine dingin, yüzü öylesine huzurlu, sözleri öylesine kendinden emin ve otoriter, varlığı öylesine endişeden uzak ve serin, sesi öylesine sakin ve huzur vericidir ki İskender bu adamı gönülden sever. Bir kendine ve adamlarına bir de bu fakire bakar. İşte o anda gerçek zenginliğin ve cihan şahlığının paraya, mala mülke, birçok toprağa sahip olmak olmadığını, gerçek zenginliğin bunlar olmadan dayanacağın hiçbir güç olmadan sadece kendi varlığın ile şahsiyetin ile özellikle de riyasız kendin olmak ile mümkün olacağını kavrayıverir…
Bu adamın yaptığı hakaret olarak algılanabilir belki ama öylesine bir heybeti vardır ki; İskender günlüğüne: ‘Hayatımda ilk kez gerçekten zengin bir adam gördüm, hem de dilenci kıyafetinin içinde. Anladım ki zenginlik paraya sahip olmaktan daha başka bir şey.’ Diye yazacaktır…
Gerçek manada zenginlik sahip olunan eşya ile değil, insanın gerçekten insan, adam gibi adam olması ile mümkündür. Zenginlik kişinin kendisi olması, içtenliği, samimiyeti, sevgisi, yaratıcılığı, duyarlılığıdır.
Bu durumu hiçbir maddeci zihniyet kavrayamaz. Ancak mananın gücünü, maneviyatın derinliğini kavrayan bilir. Çünkü insan, haddi zatında hiçbir şeyin maliki değildir. Sadece ölene kadar kendisine verilen emanetlerin bekçisidir. Nerde görülmüş emanetçinin zengin olduğu. Her şeyin gerçek sahibi Allah (c.c.) iken… O zaman başkasına ait olan varlıkla övünmek ne diye? Hele de bırakıp gideceksen bir de… O zaman sadece kendimize ait olan bir şeyle varlık ihdas edilmeli. İnsanlığımız, hayata insanlığımız dairesinde kattığımız anlam ile var olabilmeli. Dünya hayatının oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu bilip gerçek manada insan olanlar ile insandan anlayanlar ile hemhal olabilmeli. Gerisi kıylü kal başka hiçbir şey değil.
Büyük İskender, sahip olduğu yegane eşya tek bir lamba olan Diojen adında üstü başı yırtık, fakir bir adam ile karşılaşır. Gündüz olduğu halde elindeki lamba yanmaktadır. Üzerinde başka insanlara benzemeyen farklı bir hal vardır. Gündüz vakti bu garip adam, elindeki lambası ile birlikte İskender’in dikkatini çeker ve sorar:
_ Gündüz vakti ne diye lambayı açık tutuyorsun, güneş neyine yetmiyor?“
Fakir adam lambasını kaldırır ve İskender’in yüzüne bakar.
_ Gece gündüz bu lambam ile gerçek bir insan arıyorum. Güneş ışığına lambamın ışığını da katmama rağmen bulamıyorum. Der.
Dünya fatihi İskender böylesi bir cümlenin hiç çekinmeden yüzüne karşı söylenmesine; hem de bu üstü başı yırtık dünya üzerinde lambasından başka hiçbir şeyi olmayan bu biçare adam tarafından söylenmesine şaşırmakla birlikte tebessüm eder. İskender’in etrafındakiler, İskender’in gazaba gelerek adamı öldürteceğini; böylesi bir küstahın, karşısındaki koskoca cihan şahına ‘Sen de adam, gerçek bir insan değilsin’ imasında bulunmasının cezasız kalmayacağını zannetseler de umdukları olmaz, zanları tutmaz
İskender bu güne kadar etrafındaki insanların yalakalığından, düzenbazlığından, olduğu gibi olmayıp da dilleri gül ama kalpleri kir dolu olmalarından, münafıklıklarından tiksinmiş olmalıdır ki, böylesine dürüst ve korkusuz bu fakir adam, O’nun gözünde kocaman olur.
Dikkatlice yoksul adamı süzer, hiç de deliye, meczuba benzememektedir. Gözleri öylesine dingin, yüzü öylesine huzurlu, sözleri öylesine kendinden emin ve otoriter, varlığı öylesine endişeden uzak ve serin, sesi öylesine sakin ve huzur vericidir ki İskender bu adamı gönülden sever. Bir kendine ve adamlarına bir de bu fakire bakar. İşte o anda gerçek zenginliğin ve cihan şahlığının paraya, mala mülke, birçok toprağa sahip olmak olmadığını, gerçek zenginliğin bunlar olmadan dayanacağın hiçbir güç olmadan sadece kendi varlığın ile şahsiyetin ile özellikle de riyasız kendin olmak ile mümkün olacağını kavrayıverir…
Bu adamın yaptığı hakaret olarak algılanabilir belki ama öylesine bir heybeti vardır ki; İskender günlüğüne: ‘Hayatımda ilk kez gerçekten zengin bir adam gördüm, hem de dilenci kıyafetinin içinde. Anladım ki zenginlik paraya sahip olmaktan daha başka bir şey.’ Diye yazacaktır…
Gerçek manada zenginlik sahip olunan eşya ile değil, insanın gerçekten insan, adam gibi adam olması ile mümkündür. Zenginlik kişinin kendisi olması, içtenliği, samimiyeti, sevgisi, yaratıcılığı, duyarlılığıdır.
Bu durumu hiçbir maddeci zihniyet kavrayamaz. Ancak mananın gücünü, maneviyatın derinliğini kavrayan bilir. Çünkü insan, haddi zatında hiçbir şeyin maliki değildir. Sadece ölene kadar kendisine verilen emanetlerin bekçisidir. Nerde görülmüş emanetçinin zengin olduğu. Her şeyin gerçek sahibi Allah (c.c.) iken… O zaman başkasına ait olan varlıkla övünmek ne diye? Hele de bırakıp gideceksen bir de… O zaman sadece kendimize ait olan bir şeyle varlık ihdas edilmeli. İnsanlığımız, hayata insanlığımız dairesinde kattığımız anlam ile var olabilmeli. Dünya hayatının oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu bilip gerçek manada insan olanlar ile insandan anlayanlar ile hemhal olabilmeli. Gerisi kıylü kal başka hiçbir şey değil.
Büyük İskender, sahip olduğu yegane eşya tek bir lamba olan Diojen adında üstü başı yırtık, fakir bir adam ile karşılaşır. Gündüz olduğu halde elindeki lamba yanmaktadır. Üzerinde başka insanlara benzemeyen farklı bir hal vardır. Gündüz vakti bu garip adam, elindeki lambası ile birlikte İskender’in dikkatini çeker ve sorar:
_ Gündüz vakti ne diye lambayı açık tutuyorsun, güneş neyine yetmiyor?“
Fakir adam lambasını kaldırır ve İskender’in yüzüne bakar.
_ Gece gündüz bu lambam ile gerçek bir insan arıyorum. Güneş ışığına lambamın ışığını da katmama rağmen bulamıyorum. Der.
Dünya fatihi İskender böylesi bir cümlenin hiç çekinmeden yüzüne karşı söylenmesine; hem de bu üstü başı yırtık dünya üzerinde lambasından başka hiçbir şeyi olmayan bu biçare adam tarafından söylenmesine şaşırmakla birlikte tebessüm eder. İskender’in etrafındakiler, İskender’in gazaba gelerek adamı öldürteceğini; böylesi bir küstahın, karşısındaki koskoca cihan şahına ‘Sen de adam, gerçek bir insan değilsin’ imasında bulunmasının cezasız kalmayacağını zannetseler de umdukları olmaz, zanları tutmaz
İskender bu güne kadar etrafındaki insanların yalakalığından, düzenbazlığından, olduğu gibi olmayıp da dilleri gül ama kalpleri kir dolu olmalarından, münafıklıklarından tiksinmiş olmalıdır ki, böylesine dürüst ve korkusuz bu fakir adam, O’nun gözünde kocaman olur.
Dikkatlice yoksul adamı süzer, hiç de deliye, meczuba benzememektedir. Gözleri öylesine dingin, yüzü öylesine huzurlu, sözleri öylesine kendinden emin ve otoriter, varlığı öylesine endişeden uzak ve serin, sesi öylesine sakin ve huzur vericidir ki İskender bu adamı gönülden sever. Bir kendine ve adamlarına bir de bu fakire bakar. İşte o anda gerçek zenginliğin ve cihan şahlığının paraya, mala mülke, birçok toprağa sahip olmak olmadığını, gerçek zenginliğin bunlar olmadan dayanacağın hiçbir güç olmadan sadece kendi varlığın ile şahsiyetin ile özellikle de riyasız kendin olmak ile mümkün olacağını kavrayıverir…
Bu adamın yaptığı hakaret olarak algılanabilir belki ama öylesine bir heybeti vardır ki; İskender günlüğüne: ‘Hayatımda ilk kez gerçekten zengin bir adam gördüm, hem de dilenci kıyafetinin içinde. Anladım ki zenginlik paraya sahip olmaktan daha başka bir şey.’ Diye yazacaktır…
Gerçek manada zenginlik sahip olunan eşya ile değil, insanın gerçekten insan, adam gibi adam olması ile mümkündür. Zenginlik kişinin kendisi olması, içtenliği, samimiyeti, sevgisi, yaratıcılığı, duyarlılığıdır.
Bu durumu hiçbir maddeci zihniyet kavrayamaz. Ancak mananın gücünü, maneviyatın derinliğini kavrayan bilir. Çünkü insan, haddi zatında hiçbir şeyin maliki değildir. Sadece ölene kadar kendisine verilen emanetlerin bekçisidir. Nerde görülmüş emanetçinin zengin olduğu. Her şeyin gerçek sahibi Allah (c.c.) iken… O zaman başkasına ait olan varlıkla övünmek ne diye? Hele de bırakıp gideceksen bir de… O zaman sadece kendimize ait olan bir şeyle varlık ihdas edilmeli. İnsanlığımız, hayata insanlığımız dairesinde kattığımız anlam ile var olabilmeli. Dünya hayatının oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu bilip gerçek manada insan olanlar ile insandan anlayanlar ile hemhal olabilmeli. Gerisi kıylü kal başka hiçbir şey değil.