Hasret (Yazan : Nk83)

Hikayeyi nasıl buldunuz?

  • Beğendim

    Kullanılan: 0 0,0%
  • Eh işte...

    Kullanılan: 0 0,0%
  • Beğenmedim

    Kullanılan: 0 0,0%

  • Kullanılan toplam oy
    1

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.518
Tepki
84.164
Puan
113
Konum
İstanbul
dgfhkujl forumtipi.jpg


Künye

Hikayenin Adı :
Hasret
Yazan : nk83
Tür : Romantik, Dram, Komedi (Her telden çalıyor aslında )
Hikayenin Yazımına Başlama Tarihi : 6 Temmuz 2016 (İnternet ortamına hemen eklememiştim)

Her hakkı saklıdır. Yazardan izin almadan kopyalanıp çoğaltılamaz.

Gifler/Resimler yazdığım hikayenin sahnelerine uyacak şekilde benim tarafımdan yapılmıştır. Hazır giflerin üzerine yazılmış bir hikaye değildir

Hikaye içinde geçen kişi kurum mekan ve markalar tamamen hayal ürünüdür yani kurgusaldır. Hikayede geçebilecek herhangi bir şeyde de reklam niyeti yoktur.

karakterleraaa.png


Oyuncular / Karakterler

Fahriye Evcen Özçivit : Hasret
Burak Özçivit : Orhan
Birkan Sokullu : Fikret
Öykü Karayel : Miray
Cansel Elçin : Can
Tuba Büyüküstün : Canan
Nilay Deniz : Simge Buse
Berk Hakman : Mert
İbrahim Çelikkol : Ali
Ebru Özkan : Firuze
Alihan Türkdemir : Talha
Çetin Tekindor : Talat
Ayda Aksel : Neyhan
Zuhal Olcay : Hümeyra
Avni Yalçın : Çetin
Engin Öztürk : Onur

Konusu

Orhan üç yıl önce tüm kalbiyle bağlı olduğu sevdiğini kaybetmiş ve kendisini hayatın o hareketliliğinden soyutlayıp sadece işine vermişti. Ablası Firuze yeğeni Talha ağabeyi Can kardeşleri Fikret ve Mert ile birlikte de son derece sevgi dolu bir aileye sahiptir.

Aile büyüklerine gelecek olursak eğer babaları Talat Bey sakin bir adam olmakla birlikte anneleri Neyhan Hanım eşinin tam aksine adeta evin neşe kaynağıdır. Çocuklarına yeri geldi mi takılır yeri geldi mi de onları o tatlı diliyle hizaya sokmaktan hiç çekinmez. Yani Orhan'ın bir yanı Zeynep'in yarattığı boşlukla uçuruma dönmüşken diğer bir yanı da ailesinin sevgisiyle ayakta durmaya çalışıyordu.

Hasret ise Orhan kadar şanslı bir hayat süremiyordu. Her şeye boyun eğen bir annesi ve alkolik aksi mi aksi babasıyla birlikte son derece sıkıntılı zamanlar geçirip geçimlerini de küçük bir çiçekçi dükkanından sağlıyorlardı. Babasının durumu ortada olduğu için de tüm yük Hasret'in omuzlarındaydı. Neredeyse bir ırgat gibi çalışıyor ama buna rağmen de yemediği hakaret kalmıyordu.


Bambaşka hayatlar yaşayan Orhan ve Hasret'i de bu küçük çiçekçi dükkanı bir araya getirecekti. Orhan üç yıldır ne zaman Zeynep'in mezarına gitse çiçeklerini bu dükkandan alıyordu. Ancak bu süre zarfında birbirlerini hiç görmemişlerdi çünkü babası Hasret'i bir odaya kapatıp yabancılarla görüşmesine de yan yana gelmesine de izin vermiyordu. Kızı karanlık rutubetli bir odaya adeta hapsedip siparişleri de yığdıktan sonra kendisi ön tarafta oturarak birasını içip radyosunu dinliyordu.

Bir gün Orhan yine gelmişti. Babası erkenden çıkıp çiçek fidelerini almaya gittiği içinde bu defa dükkanda sadece Hasret vardı. Küçük bir kaza ile başlayan tanışmaları Orhan'ın o gün gördüklerinden sonra tüm dikkatinin Hasret'e yönelmesine neden olmuştu. Günden güne kızın yaşadıklarına şahit olmaya başlayan Orhan'ın aklını kemiren tek bir soru vardı. O kızı oradan kurtarmalıydı. Ama nasıl?

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linktenyorum sayfama yapabilirsiniz ;)

https://www.hanimefendi.com/forum/konu/nk83un-hikayelerine-yorumlariniz.56858/page-76
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.518
Tepki
84.164
Puan
113
Konum
İstanbul
Bu hikayeyi eskiden izlediğimiz o nostaljik aile dizileri tadında yazmak istemiştim umarım okurken o tadı alırsınız. Bu arada hikaye içinde geçen tarihlere para miktarlarına vs takılmayın çünkü bölümleri yıllar önce yazmıştım o yüzden öyleler. Keyifli okumalar ;)

1637a6df4cbb765a206462875416.png


1.Bölüm : İlk Karşılaşma

Dışarıda sıcacık harika bir hava vardı. Kuşlar cıvıldıyor gün ışığı tüm güzelliğiyle evin pencerelerine vuruyordu. Evin içindeki sesler de cabasıydı tabii. Belli ki Neyhan Hanım etrafında fır dönen çocuklarının yarattığı o neşeli havayla kahvaltı sofrasını donatmaya başlamıştı bile. Rahatta bırakmıyorlardı ki kadını hınzırlar!

Orhan bir süre bu neşeli sesleri dinleyip sonra da içindeki sıkıntıyla birlikte yorganını savurarak yattığı yerden kalktı. Parmaklarını saçlarının arasından keyifsizce geçirirken aynı anda da penceresinden dışarıya bakıyordu. Bugün 12 Nisan 2017'ydi. Yani üç yıl önce kaybettiği Zeynep'in ölüm yıl dönümü. İçindeki sıkıntı da bundan ileri geliyor olmalıydı.

Saate göz ucuyla bakıp henüz sabahın yedi buçuğu olduğunu görünce hüzünlü bakışlarını yatağının başucunda duran sevdiğinin resmine doğru çevirdi. Karşısındaki bir kağıt parçası da olsa Zeynep'i gözlerinin içi gülerek ona bakıyordu. Orhan da ona gülümsemek istedi ama yapamadı. Tam gülümseyecekken gözlerinin nemlenişi durdurdu onu. Kalbi o acı haberi bir kez daha almışçasına sıkışmıştı sanki.

"Birkaç saat sonra seni bir kez daha kaybedeceğim Zeynep'im"

Gözleri dolarak çerçeveye dokunurken odasının kapısı da tanıdık bir vuruşla tıklatılmaya başlandı. Orhan gelenin kim olduğunu tıklatma tarzından anlamıştı. Elini çerçevenin üzerinden usulca çekerken bir yandan da kapıya doğru bakıp "Girebilirsin Fikret!" diye seslendi. Bu onayın ardından kapı aralanmış ve Fikret kardeşinin tepkisini ölçerek tedirgin adımlarla içeriye girmişti. Kardeşler arasında Orhan'ı en iyi anlayan kişi Fikret gibi görünüyordu. Bu belki de duygusal bir yapısı olmasından kaynaklı bir durumdu.

Orhan kardeşini görür görmez az önceki hüzünlü havasını dağıtmaya çalışıp ona "Seni sabahın bu saatinde odama hangi rüzgar attı?" diye sordu. Aslında bu nedeni gayet iyi biliyordu yani sorguya suale gerek yoktu. Fikret kardeşinin sorusunu yanıtsız bırakarak ağır adımlarla yanına gittikten sonra ona sıkıca sarılıp "Sadece yanında olmak istedim" demekle yetindi. Orhan bu hareket sonrası içindeki hüznü saklayamamış aksine bu hüznün yüzüne birebir yansımasına neden olmuştu.

Orhan da kardeşine sarılıp soğukkanlı olmaya çalışarak "Sağ ol" dediğinde ikisi de geri çekilip bakışlarını birbirlerinden saklayarak aynı anda "Hadi kahvaltıya..." dediler. Tabii sözlerini tamamlayamadan gülümsemişlerdi.

"Fikret sen önden git olur mu? Ben bir yüzümü yıkayayım hazırlanayım sonra gelirim yanınıza"

"Tamam ama gecikme yoksa Mert annemin yaptığı gözlemeleri sen daha kokusunu bile alamadan silip süpürür"

"Olur gecikmem"

En küçük kardeşleri tabakta tek bir kırıntı bile bırakmazdı gerçekten. Mert'in zayıf olmasına rağmen yediği onca şey nereye gidiyordu bu biraz meçhuldü. Boğazına çok düşkündü ve evde de gece peş peşe yediği sütlaçları sabah sorulduğunda hatırlamamasıyla epeyce dalga konusu olmuşluğu vardı.

Orhan'ın yüzündeki tebessüm kardeşi odadan çıkar çıkmaz yeniden solmuştu. Derin bir iç çekerek banyoya girdikten sonra da yüzüne birkaç kez su çarpıp aynadaki görüntüsüne baktı. Sanki kendisine değil de "Senin suçun değildi" diyen Zeynep'e bakıyor gibiydi. Onu düşündükçe içi paramparça oluyordu. Sevdiği kızın yüzünü son bir kez görememiş ona dokunamamış son bir kez onu sevdiğini söyleyip alnına bir buse konduramamıştı.

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de Zeynep'in ailesi tarafından sanki kızlarının katiliymiş gibi kötü muamele görüyordu. Halbuki Orhan'ın Zeynep'in ölümüyle alakalı hiçbir suçu günahı yoktu. Ama gelin görün ki aile kızlarının acısını nefrete dönüştürüp Orhan'ın üzerine çevirerek hafifletebiliyordu. Aslında babası Çetin Bey'den ziyade annesi Hümeyra Hanım yapıyordu bunu. Kızının ölümü sebebiyle yaşadığı travmayı o da Orhan gibi hâlâ atlatamamıştı. Sanki Zeynep'in öldüğü gün hayat ikisi için de durmuş ve o andan sonra her gün aynı acıyı aynı yoğunlukla yaşamaya mahkum olmuşlardı.

Orhan ılık bir duş alıp odasına geri döndükten sonra dolabını açmış ve birkaç parça eşya çıkarıp onları giymeye başlamıştı. Bunu yaparken kulağında o gün yaşananlar sebebiyle feryat figan ağlamalar gözlerinin önünde de Zeynep'i son yolculuğuna uğurlarken ki görüntüler vardı. Görünen o ki bugünü diğer günlerden çok daha zor geçirecekti.

•●●·٠•●●•٠·˙

Aşağıda ise durumlar yukarıdakinden farklıydı. Evin annesi Neyhan Hanım sabahın erken bir saatinde kalkmış şimdi de herkes aşağıya inmeden önce kahvaltı sofrasını hazır etmeye çalışıyordu. Çocuklarının kendisine takılıp durmasına rağmen de bunu gayet güzel başarmıştı.

Elinde tepsiyle yemek masasına yaklaşan Neyhan Hanım gözleri sabahtan beridir rahat durmayan küçük oğlunda olarak tepsiyi masaya koydu. O anlarda yeğeniyle şakalaşan Mert ise annesinin gelişini fark etmemiş ve çaktırmamaya çalışarak elini gözlemelere doğru uzatmıştı. Tabii sen misin ana sözü dinlemeyen durumu da anında vuku bulmuştu çünkü bunu yaptığı anda Neyhan Hanım küçük oğlunun eline bir tane patlatıp "Oğlum bir rahat dur! Sanki arkandan atlı kovalıyor şimdi babanla ağabeyin gelecek zaten az sabret gören de aç biilaç bırakıyoruz zanneder" deyiverdi.

Mert eline yediği şaplakla "Aa! Bir de oğlum gözlemelerimi çalıyor deyip karakola şikayet et bari anne!" deyip acıyan elini ovalarken o an onu dinlemeyen Neyhan Hanım da etrafa bakınarak "Sahi Orhan niye gelmedi hâlâ? Hasta falan değildir inşallah. Ay dur bir bakayım şu oğlana!" dedi ve an itibarıyla bu soruya cevap "Günaydın" diyerek içeriye giren Orhan'ın ta kendisinden geldi.

"Buradayım annelerin en güzeli hiçbir şeyim de yok sapasağlamım!"

Orhan annesinin yanına gelir gelmez yanağını öpmüş Neyhan Hanım'da oğlunun omzunu sıvazlayıp "Madem geldin hadi geç o zaman kardeşlerinin yanına" dedikten sonra içeriye giren eşine de "Nerede kaldın be Talat? Şu masayı kurduğum andan beri Mert'i dört buçuk kişi zor zapt ettik. Vallahi gidiyordu bütün gözlemeler!" dedi dert yana yana.

Anneannesinin bu dediğini duyan küçük Talha diğer yanında oturan annesine dönüp "Buçuk olan ben miyim Mert dayım mı anne?" diye sorup hepsini gülümsetmişti. Herkes bir ağızdan "Sensin ufaklık!" diyerek sofradaki yerlerini alırken Orhan da ailesinin neşeli hallerini ve birbirlerine takılmalarını buruk bakışlarla izleyip sessiz sedasız kendi yerinde oturuyordu.

"Beşi bir yerdelerimin bugünkü planlarını öğrenelim bakalım. Sağ baştan başlayın. Can?"

"Benim kahvaltıdan sonra oyalanmadan hemen çıkmam gerekiyor çünkü dokuz buçuk gibi ofisini tasarlayacağımız bir müşterimiz gelecek. Öncesinde ona yapacağım sunum için hazırlanmalıyım"

"Ya sen ne yapacaksın Firuze?"

"Talha'yı okula bıraktıktan sonra babamla birlikte şirkete geçeceğiz. Akşam da evdeyim herhalde şimdilik bir planım yok"

"Mert Efendi sen bugün nerelerde sürteceksin bakalım az detay ver anana!"

"Aşk olsun annem! Hem ne sürtmesinden bahsediyorsun ya vallahi gönül koyacağım bak. Sen oğlunu hiç tanıyamamışsın. Okuldan sonra bir arkadaşın evinde müzik yapacağız oradan da bir yerlere takılırız işte"

"Sürtecen işte ne laf kalabalığı yapıyorsun bir de! Fikret sen ne yapacaksın oğlum?"

"Arayıp da bulamadığım bir kitap var. Bugün de bir umut sahafları gezeyim istiyorum"

"Bana bak öyle sahaf mahaf deyip sonra da olmadık yerlerden bana yine bitli pireli kitapları getirme sakın"

"Yok anne o bir kere oldu bir daha olmaz"

"İnşallah! Orhan sen ne yapacaksın oğlum?"

Orhan dalgın bir halde oturduğu için annesinin sorusunu duyamamıştı. Tabağındaki salatalığı bir o yana bir bu yana iterken yanında oturan Fikret'ten yediği dirsekle kendisine gelip "Bir şey mi dediniz?" diye sordu. Neyhan Hanım elini daire çize çize sallayıp "Ooo! Oğlan çoktan gitmiş gideceği yere ben de hâlâ saf gibi cevap bekliyorum" dedikten sonra diğerlerinin gülüşmesi eşliğinde de "Senin bugünkü planın ne diyorum oğlum" dedi ama Orhan'ın yüzü düşerek "Mezarlığa gideceğim. Bugün Zeynep'in ölüm yıl dönümü" demesi o gülüşmelerin bıçak gibi kesilmesine neden oldu.

Neyhan Hanım şaşırarak eliyle ağzını kapatıp "Bugün müydü o?" dedikten sonra Orhan'ın göz göze gelmemeye çalışarak öyle olduğunu ima edercesine başını sallamasıyla da "Önceden desene be oğlum! Neyse ben dua okur bir helva kokuturum birazdan" dedi. Sevdiği gitmiş her sene yapılan helvası kalmıştı yadigar.

Orhan annesine bu inceliği için teşekkür ettikten sonra "Müsaadenizle ben artık kalkayım. Size de afiyet olsun" deyip ani bir şekilde masadan ayrıldı. Belli ki tüm gözler üzerindeyken orada hiçbir şey yokmuş gibi oturmaya devam edememişti. Orhan'ın gidişiyle de derin bir sessizlik yaşanmıştı. Herkesin aklından geçenler aynıydı tabii. Zeynep'in öldüğü gün zihinlerde yeniden canlandıkça yüzlerde de ister istemez hüzünlü bir ifade beliriyordu.

Orhan odasından ceketini aldıktan sonra evden çıkmış onun ardından da Neyhan Hanım yerinden kalkarak pencerenin önüne gelmişti. Oğlunun üzgün bir halde gidişini içi acıyarak izlerken bir yandan da "Yüzü bir gülmedi yavrumun! Ne şanssız ne bahtsızmış. Bundan sonra gülsün inşallah" demeden edemiyordu. Bu temennide bulunurken bugünün oğlunun hayatının kökten değişeceğinden habersizdi tabii. Anne duası sonunda kabul oluyordu yani.

Herkes sessizleşmişken bu duygusal hava Mert'in "Sen ağabeyime bir kurşun dök oku üfle anne anca paklar onu" demesi ve Fikret'in de kardeşinin ensesine "Zevzeklik yapma da aç kulağını iyi dinle insanları!" diyerek sert bir şaplak indirmesiyle dağılmıştı. Gerçekten zevzekti bu çocuk! Önündeki gözleme yerine konuşmalara odaklansaydı ne kadar hassas bir durumda ne kadar büyük bir çam devirdiğini anlardı.

•●●·٠•●●•٠·˙

Orhan morali bozuk bir halde evden çıktıktan sonra otoparktan arabasını da alarak oradan ayrılmıştı. Mezarlığa gitmeden önce her zamanki çiçekçisine uğraması gerekiyordu. Uzunca bir yol gittikten sonra da bahsi geçen çiçekçinin önünde durup aracından indi. Dükkana bakarak ağır adımlarla kapısına doğru yaklaşırken birazdan hayatını tamamen değiştirecek adımlar attığının farkında değildi tabii.

Kapıyı açıp içeriye girdikten sonra etrafa şöyle bir bakındı ve kimsenin olmadığını görünce de "Bakar mısınız?" diye seslendi. Cevap veren olmamıştı ama çiçekçinin kızı onu kapalı kapıların ardından duyup bakışlarını aniden sese doğru çevirmişti. O kız Hasret'ti. Ne yapacağını da bilememişti. Odadan çıkamıyor seslenen kişiye de karşı bir cevap veremiyordu. Ancak içeriden de ayak sesleri gelmeye devam ediyordu. Bu seslenen her kimse hâlâ içerideydi ve belli ki babası da henüz gelmemişti. Hasret'i de "Ya kapıyı açıp da içeriye girerse?" telaşı sarmıştı.

Hasret'in varlığından ve kendisinden tedirgin olduğundan haberdar olmayan Orhan ise ellerini kapının pervazına dayayıp başını dışarıya uzatarak etrafı kontrol etti. Çiçekçinin sahibi de kamyoneti de ortalarda görünmüyordu. Yakın bir yere gitmiş olmalıydı yoksa dükkanı neden açık bıraksın ki diye düşünen Orhan adamın dönüşünü beklemek için masanın önündeki sandalyeye oturdu.

Oturmuştu oturmasına da gelen giden olmuyor saatte ilerliyordu. Yeteri kadar da beklemişti yani artık gitse iyi olacaktı. Orhan başka bir çiçekçi bulmak için tam kapıdan dışarıya adımını atmıştı ki bir şeylerin devrilme ve kırılma sesiyle hemen sese doğru dönüp dükkandaki kapalı kapıya baktı. Ses oradan gelmişti çünkü. Yani Hasret'ten...

Tedirgin bir halde kapıya yaklaşıp kulağını dayadığında içeriden benzer sesler gelmeye devam ettiğini duydu. Birine bir şey mi oluyor endişesi yaşamıyor derse yalan olurdu. Belki de dükkanın sahibi olan yaşlı adam düşmüştü belli mi olurdu? Yardımcı olmak gerekebilir diye düşündüğü için kapıyı araladıktan sonra "Kusura bakmayın rahatsız ediyorum ama..." dedi ancak lafını tamamlayamadan az önceki gürültüyü çıkaran Hasret korkuyla yerden kalkıp Orhan ile yüz yüze geldi. İkisi de birbirlerine bakarken sessiz kalmış tek kelime de edememişti. Orhan sessiz sedasız beklediği için Hasret onun gittiğini düşünmüş ve doğal olarak kapıyı açıp içeriye girmesini de beklememiş Orhan'da burada dükkanın sahibi dışında birini görebileceğini düşünmemişti.


rthj.jpg


İkisi de şaşkınlıklarını yansıtan bakışlara sahipti. Orhan buraya senelerdir geliyordu ama bu kızı burada ilk defa görüyordu. Hasret'te ondan farklı değildi. Sesini birkaç kez duyduğu bu adamın yüzünü daha önce hiç görmemişti. Sadece bazen odasındaki pencereden bakınca onu arabasına binerken görüyordu ama yine de sırtı dönük olduğu için yüzünü seçemiyordu. Gerçi bunun için bir çabası da olmuyordu. Orhan onun için sadece bir yabancıydı çünkü.

Aralarındaki sessizlik huzursuzluğu her halinden belli olan Hasret'in Orhan'dan çekinip geri geri giderek istemeden masaya çarpmasıyla son bulmuştu. Çıkan sesle birlikte Hasret irkilmiş Orhan'da ona doğru dikkat etmesini isteyerek yaklaşırken az önce kırılan camlar yüzünden kızın elinin de kanadığını fark etmişti. O anla birlikte de bakışları endişeli bir hâl almıştı. Belli ki kız kesilen elinin farkında değildi.

Hasret onun neden böyle baktığını anlayamazken Orhan endişesini birebir yansıtarak "Eliniz kanıyor kesikler derin olabilir. Bakmama izin verin lütfen" deyip yanına doğru gelmeye başladı. Ancak bunu yapması Hasret'i daha da çok tedirgin etmişti.

Orhan kızın kanayan elini arkasına doğru saklayıp kendisinden uzaklaşarak başını olumsuzca iki yana sallamasını garipsemiş aynı anda da "Kesiğe pansuman yapmak gerekecek. Hem bu şekilde bırakırsanız mikrop kapar" demişti ama kız da hiç ses çıkarmadan salladığı başıyla istemediğini belli edip oradan bulduğu bir bez parçasını eline sarmaya başladı. Orhan onu izlerken bir yandan da neden konuşmadığını düşünüp duruyordu. İnsan öyle ya da böyle bir iki kelime etmeliydi öyle değil mi?

Yardım teklifinin reddedilmesi üzerine Orhan ne yapacağını bilememişti. Ancak kızın elindeki kesiğin böyle bir ortamda mikrop kapacağından da adı gibi emindi. Bu düşünceler eşliğinde hiçbir şey söylemeden odadan çıkınca Hasret bunu yapmasını yadırgayıp kapıya doğru yaklaşarak ardından bakmaya başladı. Orhan odadan olduğu gibi dükkandan da çıkıp gitmişti. Hasret tek kaşını kaldırarak kapıyı kapattıktan sonra Orhan'ın gittiğini düşünüp yerine dönmüştü ama o iş onun düşündüğü gibi değildi.

Orhan dükkandan çıktığı gibi aracının bagajına yönelmiş ve oradaki ilk yardım setini alıp kapıları kilitledikten sonra dükkana geri dönmüştü. Kız yarasını temizlemesine izin verecek miydi bilmiyordu ama yine de şansını denemek istiyordu. Eline üstünkörü sardığı o bez parçasıyla olmazdı bu iş.

Onun gittiğini düşünen Hasret ise elindeki bezi sıkıca tutup etrafı toparlamak için faraşla süpürgeyi eline aldı. Ancak aksilik bu ya tam eğilip camları bir araya toparlarken kapı tıklatılmış ve o yöne bakmasıyla da gittiğini sandığı Orhan yeniden odaya girmişti. Hasret ona bakar bakmaz elindeki faraşla süpürgeyi düşürüp bir kez daha geri geri gidince de telaştan ikinci kez masaya çarpması kaçınılmaz olmuştu. Neyse ki bu defa herhangi bir şeyi kırıp dökmemişti.

Orhan belli belirsiz bir tebessümle "Ama olmaz ki böyle! Her seferinde masaya çarparsanız buna sebep olduğum için kendimi suçlu hissedeceğim" derken bir yandan da elindeki ilk yardım çantasını açmaya başladı. Hasret yabancı biri olduğu için ondan biraz çekinmişti ama adam pek de öyle korkulacak birine benzemiyordu. Hatta az önce söylediği şey ve hitaplarındaki nezaket Hasret'in korkusunu içinden söküp atarak her ne kadar saklamaya çalışsa da gülümsemesine neden olmuştu.

Hasret gülümsediğini gizlemeye çalışarak ondan uzaklaşırken Orhan da gayet normal bir tavırla sandalyeyi gösterip "Oturun lütfen" diyerek kıza doğru döndü. Hasret tedirgin olduğu için endişeli gözlerle kapıya doğru bakıyordu. Of! Otursa bir dert oturmasa ayrı dertti. Aklından bir sürü şey geçirirken Orhan bu tedirginliğe sebep olan şeyi anlamış gibi "Burada gördüğüm adam... Patronunuz mu?" diye sordu. Hasret masum bakışlı gözlerini ona doğru çevirirken bir yandan da hayır der gibi başını iki yana sallayınca Orhan bu defa da "Babanız mı yoksa?" diye sordu. Baba demeye bin şahit lazımdı ya hadi neyse.

Hasret çekinerek evet dercesine başını sallamıştı ama bu durum da artık bayağı bayağı merak edici bir hâl almaya başlamıştı. Acaba kız konuşamıyor muydu yoksa bu suskun tavrı sadece Orhan'a karşı mıydı?

Orhan yanına gidip önünde durduktan sonra kızın kanayan elini tutarak "İzin verin temizleyeyim. Söz veriyorum sonra çiçeğimi yaptırıp buradan gideceğim" deyince Hasret korkuyla babasının gelip gelmediğine bakmış sonra da adam bir an önce gitsin diye başını olumlu bir şekilde sallayıp gösterdiği sandalyeye oturmuştu. Babası onu bir yabancıyla baş başa görecek diye çok korkuyordu. Adam lanetin biriydi. Alkolik olmasının yanı sıra kafası bir attı mıydı evde terör estiriyordu.

Orhan kızın elindeki kesik yeri temizlerken yan gözle de etraftaki çiçek düzenlemelerine ve yerdeki kırık cam vazoya bakıp "Bu dükkandaki çiçek aranjmanlarının hepsini siz mi yapıyorsunuz?" diye sordu. Kızın cevap vermeyeceğini bile bile soruyordu işte. Hasret beklenen üzere yine konuşmamış sadece öyle olduğunu belli etmek için başını sallamıştı. Böyle yapmaya devam etmesi yüzünden Orhan bu defa merakına yenilip "Neden benimle konuşmuyorsunuz yoksa bir çekinceniz mi var?" diye sordu. Hasret sorusu üzerine buruk bir ifadeyle bakıp sonra da başını öne eğmişti. Söylemek istemiyor gibi bir hali vardı.

Neden bu kadar ürkekti ya da neden bu kadar korkuyordu Orhan bunu bir türlü anlayamıyordu ve bu yüzden de genç kızın her hareketini dikkatle inceliyordu. Bu durumu garipsediğini Hasret'te fark etmişti ama onunla konuşamazdı. Yapamazdı bunu. Bu yüzden de o an için yapabileceği tek şeyi yaptı ve işaret parmağını dudaklarına doğru götürüp konuşamıyorum dercesine başını iki yana salladı. Orhan hiçbir şey söyleyememişti ama kızın konuşamıyor olmasına kalben çok üzülmüştü. Gencecik bir kızdı ve konuşma yetisini kaybetmiş olması büyük ihtimalle hayatını oldukça zorlu bir hale getiriyordu.

Kızın elini sarmaya başlarken aralarında yaşanan bu hüzünlü havanın etkisine kapılıp "Üç yıl önce tam da bugün sevdiğim kadını bir trafik kazasında kaybettim" dedikten sonra Hasret'in gözleri nemlenmiş bir halde kendisine bakmasıyla da sözüne devam edip "Onu her ziyaret etmeye gittiğimde yanımda sizin elinizden çıkan güzel bir çiçek buketi götürüyorum. Bugün de buraya bu sebeple geldim" dedi. Hasret'in içi acımıştı çünkü Orhan'ın hissettiği acı yüzünden okunabiliyordu. O çiçeklerin sahibini çok sevmiş olmalıydı.

fhfghfg.jpg


Orhan sargı bezinin fazla gelen parçasını ilk yardım çantasına geri koyarken Hasret de oturduğu yerden kalkıp penceresinin önündeki saksının yanına geldi. Tabii Orhan onu saksıya uzanırken görünce bir an kafasına indirecek sanıp ellerini kaldırarak avuçlarını Hasret'e doğru açmış ve kız tam saksıyı kendisine uzatırken de "Tamam tamam gidiyorum kızma!" demişti. Hasret ilk defa çekinmeden gülümsemişti. Dudaklarının yanı sıra gözleriyle de gülüyordu sanki. Yaşadığı hayatın zorluğuna meydan okuyacak kadar güzel bir gülüştü bu.

erewre.gif


Orhan'ın korkuyla açılmış gözleri Hasret'i açıklama yapmak zorunda bırakmıştı. Genç kız önce işaretlerle derdini anlatmaya çalışmış ama Orhan ne söylemek istediğini bir türlü anlamayınca mecburen bir yerden kağıt kalem bulup üzerine bir şeyler yazmaya başlamıştı. Orhan ise ona yaklaşarak omzunun arkasından ne yazdığını görmeye çalışıyordu.

Hasret o anlarda Orhan'ın kendisine bu kadar yakın durduğunun farkında değildi. Bu yüzden de yazacağını yazıp arkasını hızla döner dönmez elinde olmadan ona sertçe çarpmıştı. Tam o anda da dükkanın önüne bir kamyonet yanaşmıştı. Sese doğru döndüklerinde Hasret korkuyla Orhan'ı itip eline de kağıdı ve saksıyı tutuşturarak gitmesi için işaretler yapmaya başladı. Kızın babasından çok korktuğu belliydi.

Orhan kızı zor durumda bırakmamak için dediğini yapıp hemen odadan çıkarak dükkanın ön tarafına geldi. Arkasına baktığında Hasret kapıyı çoktan kapatmış ve bununla da yetinmeyip bir de üzerine kilit vurmuştu. Orhan kızın durumuna bir türlü akıl sır erdiremiyordu. Belli ki tüm bu güzel çiçekler onun elinden çıkıyor dükkanı da o çekip çeviriyordu ama buna rağmen o karanlık rutubetli izbe gibi odada hapis hayatı yaşıyordu.

"Hasret!"

Adamın seslenişi Orhan'ın düşüncelerinin arasına girince bu onun hemen kendisine gelmesini sağlamıştı. Demek kızın adı Hasret'ti. Güzel olduğu kadar içinde hüzün de barındıran bir isimdi. Adam içeriye "Kamyonetin arkasındaki kasaları arka tarafa taşı çabuk!" diye seslenerek girip karşısında da Orhan'ı bulunca hemen kızının bulunduğu odanın kapısına doğru baktı. Ama ne bakmak! Neyse ki kapı kapalıydı yoksa Hasret'in bu adamın elinden çekeceği vardı.

Orhan adamın bakışları karşısında durumu toparlamak için "Geldiğimde seslendim ama kimse yok gibi görünüyor" dedi. Adam hiç bozuntuya vermeden Orhan'ın elindeki saksıya bakıp "Tanıdım ben seni... Ara sıra gelip çiçek alıyon" deyince Orhan da başını sallayarak onu onayladı. Adamın bir Orhan'ın kılık kıyafetine bir de kapının önündeki arabasına bakması da gözden kaçacak gibi değildi. Yağlı müşteri olup olmadığını anlamaya çalışıyordu herhalde.

Elindeki bira şişesi dolu torbayı yere bırakırken bir yandan da "Almaya niyetlendiğin saksı için iki elliliği gözden çıkarman lazım" deyince Orhan ona dik dik bakmaya başladı. Elindeki çiçeğin fiyatının bu olması mümkün değildi ama yan gözle Hasret'in kapısına doğru bakınca ne yalan söylesin onu burada bırakmak içinden gelmemişti. Bu yüzden de cüzdanını çıkarıp istediği parayı hiç pazarlığa girişmeden adama uzattı. Küçücük saksı için bu kadar para istediğine göre adam aynı zamanda paragözün de biri olmalıydı.

Adam parayı çenesine sürtüp "Siftah senden bereketi Allah'tan!" dediğinde Orhan'da adamı sert bakışlarla inceleyerek iyi günler dileyip dükkandan çıktı. Çıkmıştı çıkmasına ama aklı da Hasret'te kalmıştı. Babası pek tekin birine benzemiyordu. Ayrıca o kadar birayı ne demeye almıştı ki? Belli ki alkoliğin tekiydi.

Orhan dışarıya çıktığında kızın bulunduğu odanın küçücük penceresine doğru bakmış sonra da arabasına binip kapının önünden uzaklaşmıştı. Ancak hemen gideceği de yoktu. Hasret birazdan kasaları almak için dışarıya çıkar Orhan'da adamın kıza nasıl davrandığına birebir şahit olurdu. Görmeden içi rahat etmeyecek gibiydi.

Kısa bir bekleyişin ardından da dükkandan önce adam çıkmıştı. Etrafta kimse var mı diye bakındıktan sonra da kasaları taşımaya başlasın diye kızına seslenip geçmişti kenara. Birkaç saniye sonra da dükkanın kapısında Hasret belirmişti ama kızı tanımak biraz zordu. O ipek gibi gür saçlarını kapatan bir eşarp takıyordu ve yüzü de yere doğru bakıyordu.

Orhan onları izlerken kız da yaralı eline aldırmadan yüklendiği kasaları bir bir arka tarafa taşımaya başlamıştı. Babası olacak adam da yakmış sigarasını açmış birasını oturduğu yerden kızı izleyip çabuk olmasını söyleyerek ne kadar uyuşuk olduğundan dem vuruyordu. İyi de bu kıza uyuşuk demek için kör olmak gerekirdi. O yaralı elle daha ne kadar hızlı olabilirdi ki? Ayrıca adamın tavırlarına bakılacak olunursa kızın neden bu kadar ürkek olduğu da belli olmuştu. Belli ki babasının psikolojik baskılarına ve ağır sözlerine maruz kalıyordu.

Sıra son kasayı taşımaya geldiğinde Orhan tam gitmeye niyetlenmişti ki adamın bela okuyarak "Bir işi de düzgün yap beceriksiz!" dediğini işitip bakışlarını yeniden onlara doğru çevirdi. Hasret alelacele kasadan düşen fideleri topluyor adamda başında durmuş kızı itip kakarak bağırıp çağırıyordu.

"O fideler bir çöp olsun bak ben seni ne yapıyom! Anandan emdiğin sütü burnundan getirmezsem bana da Salih demesinler ahanda buraya yazıyom!"

Bu görüntü ve bağırış sonrası Orhan hiç düşünmeden emniyet kemerini çözüp arabadan çıkmıştı. Kaşları çatık bir halde onlara doğru hızlı adımlarla yürürken adam onun geldiğini fark edip kıza "Bırak şunları da düş önüme!" dedikten sonra kolundan tuttuğu gibi Hasret'i çekerek yerden kaldırdı. Hasret ne olduğunu bile anlayamadan babası onu sürükleye sürükleye dükkandan içeriye sokmuştu bile.

Adımlarını iyice hızlandıran Orhan ise dükkanın önüne geldiğinde kapının kilitli olduğunu anlayıp seri bir şekilde vurmaya başlamıştı ama adam açmıyordu tabii. Kulağını kapıya dayayıp çıkan seslerden içeride ne olduğunu anlamak isterken kapı kapatılma sesi duyulunca hemen dükkanın diğer tarafına geçerek Hasret'in odasına bakan küçük pencerenin önüne geçti. Babası yanında değildi ama yere savrulan kız hiç durmadan ağlıyordu.

Az önce gözlerinin içi gülen kızı şimdi bu halde görünce Orhan'ın içi acımıştı. Konuşamadığı için belki de derdini kimseye anlatamıyordu. Annesi nasıl biriydi acaba? O da mı aynı bu adam gibi vicdansızın tekiydi. Belki de Hasret gibi o da bu şiddete maruz kalıyordu. Ayrıca kızın bu kötü muameleye ilk defa uğramadığı da belliydi. Bu adam iyi davranmıyordu ona... Hiç iyi davranmıyordu.

fhthtf.png


1.Bölümün Sonu

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linktenyorum sayfama yapabilirsiniz ;)
https://www.hanimefendi.com/forum/konu/nk83un-hikayelerine-yorumlariniz.56858/page-76
 
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.518
Tepki
84.164
Puan
113
Konum
İstanbul
2.Bölüm : Sen beni bırakıp gittin ama ben seni bırakamadım Zeynep'im...

Orhan bir süre Hasret'i izleyip sonra da derin bir sessizlik olunca yarın tekrardan gelmek üzere oradan uzaklaşmaya başladı. Arabasına doğru yürüyordu ama sanki ayakları da geri geri gidiyordu. Ancak şu an için yapabileceği pek bir şey de yok gibiydi. Bir sonraki gelişinde babası görmeden kızla yeniden konuşmanın bir yolunu bulurdu artık.

Ortalık şu an için sütliman olsa da yine de ara sıra ardına bakarak arabasının kapısını açıp içeriye geçti. Geçti ama hiçbir şey yapmadan öylece duruyordu. Tuhaf bir histi bu gitsem gidemiyorum kalsam kalamıyorum hissi. Gitse sanki kızı burada savunmasız bırakacakmış gibi hissediyordu. Ama daha ne kadar durabilirdi ki burada? Bir şekilde gitmek zorundaydı.

O sessizlik içinde yan koltukta duran saksı çiçeğine baktıktan sonra gözüne Hasret'in eline tutuşturduğu kağıt çarpmıştı. Ne yazmış olabileceğinin merakıyla buruşan kağıdı hemen eline alıp hızlıca açtıktan sonra kızın yazdıklarını okumaya başladı.

"Sevdiğiniz kadına bir iki gün içinde solup yok olacak bir buket çiçek değil toprağına kök salıp onu da kendisiyle birlikte sonsuza kadar yaşatacak bir çiçek götürün"

Kızın yazdıkları Orhan'ı derinden etkilemişti. Buruk bakışlı gözlerini kelimelerin üzerinde rastgele gezdirip son bir kez daha çiçekçi dükkanına baktıktan sonra arabasını çalıştırıp mezarlığa gitmek üzere oradan ayrıldı.

Fazla sürmemiş kısacık bir süre sonra da Zeynep'in mezarının başına gelmişti. Sevdiğinin adını bir mezar taşının üzerinde görmek her defasında canını daha da çok yakıyordu. Gözlerinde beliren yaşlarda sanki "Sen beni bırakıp gittin ama ben seni bırakamadım Zeynep'im" diyor gibiydi.

Elindeki saksıyı yere bırakıp duasını ettikten sonra bir süre sessizce ayakta durdu. Sevdiğiyle birlikte geçirdikleri güzel zamanları düşünürken gözleri de dolu dolu oluyordu. Zeynep hayat dolu bir kızdı. Gerçekleştirmek istediği bir sürü de hayali vardı. Her birini öyle heyecanla öyle tutkuyla anlatırdı ki Orhan onun hayallerini kendi hayalleriymiş gibi dinler ortak olurdu o tatlı heyecanına. Ne yazık ki hiçbirini gerçekleştiremeden göçüp gitmişti bu dünyadan. Orhan dizlerinin üzerine çöküp titreyen ellerini toprağın üzerinde gezdirirken bir yandan da gözyaşlarıyla içini dökmeye başlamıştı.

"Sana çok kızacağın bir haberim var Zeynep'im... Üç yıl oldu ama ben gidişini hâlâ kabullenemedim. Yaşayan bir ölüden hiçbir farkım kalmadı. Eski Orhan değilim artık. Seninle birlikte o Orhan'da diri diri gömüldü yanı başına. Tüm dünyam senmişsin meğer. Nefes alma sebebim... Canım... Kanım... Her şeyim... Kalbimin atışıymışsın meğer. Ben seni çok özledim Zeynep'im... Bildiğin gibi değil. Sensiz devam etmek o kadar zor ki. Keşke ben de o arabanın içinde olsaydım dedirtiyor çoğu zaman. Keşke olsaydım da tutsaydım elinden. Nereye gideceksen birlikte gitseydik. Neden bir başıma bıraktın beni? Neden direnmedin? Neden benim için aşkımız için sıkı sıkıya tutunmadın bu hayata? Ardında bir enkaz bırakacağını hiç mi düşünmedin?"

Gözlerindeki yaşları silerken yanında getirdiği saksıyı hatırlayıp eline aldı ve sözlerine "Bugün çiçekçi de Hasret adında bir kızla tanıştım. Sana getirdiğim çiçekleri o hazırlıyormuş. Bu defa bana bu saksı çiçeğini verdi. Toprağına ektiğimde köklerini salıp kendisiyle birlikte seni de sonsuza kadar yaşatacak bir çiçekmiş bu" diyerek devam edip çiçeği iki parmağıyla tuttuktan sonra saksısını ters çevirdi. Açtırdığı toprağın içine saksısından çıkardığı çiçeği özenle yerleştirirken ister istemez ilk suyunu da gözyaşlarıyla vermiş oldu. Geri çekilip sevdiğinin mezarına bakarken o çiçeği toprakta değil de Zeynep'in elinde hayal etmek yüzünde buruk bir tebessüm belirmesine neden olmuştu.

"Git buradan! Seni kızımın mezarının başında görmek istemiyorum!"

Orhan bu hiddet dolu sesle birlikte gözyaşlarını silerek ayağa kalkmış ve arkasını döndüğünde Zeynep'in ailesiyle karşı karşıya kalmıştı. Eşinin ve diğer kızı Miray'ın koluna girdiği Hümeyra Hanım Orhan'a hâlâ öfkeyle bakıyordu. Aslında eşi de benzer bir bakışa sahipti ama Zeynep'in annesinin gözlerinden adeta alevler fışkırıyordu.

Orhan acılarına saygı duyduğu için sakin kalmaya çalışıp "Ben de en az sizin kadar üzgünüm Hümeyra Hanım! Zeynep'i kaybeden sadece siz değilsiniz. Onun acısını ben de halen yüreğimde taşıyorum" deyince Hümeyra Hanım perişan bir ifadeyle ağlamaya başlamış ve hemen ardından da "Acını da al defol git buradan!" diye bağırmıştı. Orhan bu tepkinin nedenini bir türlü anlayamıyordu ve ne yazık ki aileden bu konuda bir açıklama da alamıyordu.

Zeynep'in mezarına bir kez daha bakıp içinden "Hoşça kal Zeynep'im" diye geçirdikten sonra Hümeyra Hanım'ı daha fazla üzmemek için yanlarından uzaklaşıp arabasına doğru yürümeye başladı. Ara sıra da arkasına bakıyordu. Hümeyra Hanım yere çökmüş kızının toprağını avuçlayarak ağlıyordu. O da kızının ölümünü kabullenememiş ve ardından perişan olmuştu. Evladını kaybetmiş bir anneydi o. Orhan'ın bu sert sözleri yutması da sırf bu yüzdendi zaten.

Orhan arabaya geçtiğinde başını geriye yaslamış ve bir süre o halde kalıp gözlerini yummuştu. Kendisini ruhen çok yorgun hissediyordu. Kanı çekilmiş gibiydi sanki. Bu hali geçer miydi yoksa geçmez miydi onu bile bilmiyordu. Doğrusu umursamıyordu da. Bundan sonra ne olacağıyla ilgili beklentiye girmiyordu artık.

Gözlerini açtığında bir yandan kulaklığını takıp Fikret'i aramaya başladı bir yandan da arabayı çalıştırıp yavaş yavaş mezarlıktan çıktı. Kardeşi telefonunu açtığında da ona nerede olduğunu sorup sonra da yanına geleceğini söyleyerek telefonu kapattı. Hiçbir yere sığamıyordu. Gidip biraz kardeşinden güç alsa hiç fena olmayacaktı. Fikret onun kafasını dağıtmasına yardımcı olurdu elbet.

•●●·٠•●●•٠·˙

Arabayı park edip sahaflar çarşısına girdikten sonra bir gözü kitaplarda olarak yürümeye başladı. Dolaştıkça kardeşinin buraya neden bu kadar sık ziyarete geldiğini de şimdi daha iyi anlamıştı. Çok güzel bir yerdi burası.

Gözüne çarpan bir kitaba doğru yaklaşıp eline alarak incelerken bir anda kendisini kitapların içinde kaybolmuş bir halde bulmuştu. Onu uzaktan görerek yanına yaklaşan Fikret ise sessizce arkasında durup sonra da dayanamayarak "Hangi kitabı aradığını söyle de sana yardımcı olayım" dedi.

ewrewrew.png


Orhan tam tebessüm ederek herhangi bir kitap aramadığını söylüyordu ki sol üst tarafta koskocaman harflerle "HASRET" yazan kitabı fark edip sözünü bitiremeden durdu. Bu suskunluğa Fikret'te bir mana verememiş kardeşinin baktığı yöne doğru bakıp ne olduğunu anlamaya çalışmıştı. Orhan ise sol tarafa yaklaşıp uzanarak kitabı eline aldıktan sonra ismine bakarak dalıp gitmişti. Kitabın yaptığı çağrışım sebebiyle Hasret'i düşünüyordu. Acaba oradan ayrıldıktan sonra bir sorun yaşanmış mıydı? İyi miydi yoksa kötü müydü o ince ruhlu konuşamayan kız...

Orhan raftan aldığı kitabı incelerken sessizleşmiş bu halleri de Fikret'in kendisine tuhaf tuhaf bakmasına neden olmuştu. O da haklıydı tabii. Kardeşi tam konuşmanın ortasında bağlantısını koparmış gibi dalıp gitmişti.

Orhan ise kardeşinin bakışlarından habersiz tam kitabı aldığı yere geri bırakıyordu ki son anda vazgeçerek "Bir yere kaybolma hemen geliyorum" dedikten sonra içeriye geçti. Fikret başını uzatmış dükkandan içeriye bakıyordu. Birkaç dakika sonra Orhan kitabı satın almış bir halde çıkıp Fikret'e de bunu neden yaptığı hakkında herhangi bir şey demeden sadece "Hadi yürüyelim biraz" dedi. Yürüsünler bakalım.

"Ziyaretin nasıl geçti?"

"Her zamankinden daha zor"

"Bunu duymaktan hoşlanmadığını biliyorum ama artık olanları kabullenmen gerek Orhan"

"Yapamıyorum Fikret... Olmuyor"

"Emin ol ki Zeynep'e sorabilmiş olsaydık o da hayatına devam edebilmenin bir yolunu bulmanı isterdi"

"Zeynep hayatıma devam edebilmem için yanıma geri dönmesi gerektiğini de bilirdi"

Fikret kardeşinin üzüldüğünü gördüğü için konuyu değiştirerek "Peki şu kitap neyin nesiydi?" diye sorunca Orhan neden bahsettiğini anlayamamış gibi boş boş bakıp "Hangi kitap?" diye sordu. Hoppala! Orhan uçmuş haberi yok belli ki. Hangi kitap olacak yahu elinde tuttuğu torbanın içindeki kitap tabii.

Fikret'in imalı bakışlarını takip ederek eline baktıktan sonra önce şaşırmış gibi "Aa!" dedi sonra da torbayı hafifçe kaldırarak "Bu mu?" diye sordu sanki ortada başka bir kitap varmış gibi. Fikret kardeşini tanımasa şu an zaman kazanmaya çalıştığını zannederdi. Bugün Orhan'da bir gariplik vardı ya hadi Zeynep'in ölüm yıl dönümüne yoralım bakalım. Fikret sorduğu soruyu cevaplamak için ses etmeden sadece başını sallamış bunu yapması da Orhan'a Hasret'i hatırlatmıştı. O da cevap vermiyor sadece başını sallayıp duruyordu.

"Hiç... Öylesine bir kitap işte"

Pek öylesine gibi değildi aslında. İki kardeş hem ara sıra kitaplara bakıp hem de yürürken Orhan "Bugün çiçekçiye gittiğimde dükkanda bir kız gördüm" dedi. Fikret tek gözünü kısıp kuşkucu bir bakışla "Gördüm derken..." deyince de söylediğine bir açıklık getirerek "Alkolik babası resmen kıza eziyet ediyordu. Onu bir odaya kapatmış. Kapkaranlık rutubet kokulu bir oda. Belli ki insan içine de çıkarmıyor. Kızı adeta hapsetmiş köle gibi çalıştırıp duruyor. Kesik eliyle çiçek fidelerinin bulunduğu kasaları tek tek içeriye taşıdı ama içlerinden bir tanesini düşürdüğü için adam gözlerimin önünde kıza hakaretler yağdırıp kolundan tuttuğu gibi de sürükleye sürükleye dükkandan içeriye soktu. Yetişemedim" dedi. Tüm bunları anlatırken durumu o kadar içselleştirmiş gibiydi ki Fikret kardeşi için ister istemez endişe etmişti.

fghsthst.gif

"Yetişseydin ne olacaktı?"

"Bunu yapmasına mani olurdum"

"Ya sonra ne olacaktı? Adam sen ona mani oldun diye kızına işkence yapmaktan vazgeçecek miydi?"

"Ben sadece ona yardım etmek istedim. Ait olmadığını hissettiğim o yerden çekip almak istedim onu"

"Bunu yapamazdın biliyorsun değil mi? Yani tanımadığın bir kızı babasının önünden öylece çekip alamazdın. Alsan da başın belaya girerdi"

"O an bunu umursamadım"

"Ama umursamalısın çünkü ona bu şekilde yardım edemezsin. Sonrasını düşünmeden yardım etmeye çalıştın diyelim bu yaptığınla kızı çok daha zor bir durumda bırakırsın. Adamın alkolik olduğunu söylemiştin değil mi? Böyle bir adam eve döner dönmez bunun acısını ondan çok daha kötü çıkarır Orhan ve o an yanında o kızı ondan kurtaracak kimse de olmayabilir"

"Ben ona zarar gelmeyecek bir yol bulurum"

"Bulurum mu? O adamı üzerine salma Orhan"

"Sarsam ne olur? Bana ne yapabilir ki? Ben onunla başa çıkabilirim ama o kız çıkamaz"

"Ne yapacaksın peki?"

"Bilmiyorum ama yarın oraya bir kez daha gideceğim"

"Yapma bunu! Boş ver karışma tanımadığın insanların işine kız dayanamıyorsa oradan kurtulmanın bir yolunu bulur zaten"

"Kız kendisini savunamadığı gibi konuşamıyor da Fikret"

"Korkudan mı yoksa gerçekten mi konuşamıyor?"

"Söylediğine göre gerçekten konuşamıyor"

"Nasıl yani? Konuşamayan kız sana konuşamıyorum mu dedi?"

"Hayır tabii ki"

"Nasıl peki?"

"Dudaklarını işaret edip konuşamadığını belli etmek için başını iki yana salladı"

Bunu söylerken Orhan'ın gözlerinin önüne kızın o adamın şiddetine maruz kalışı ama konuşamadığı için kimseye sesini duyuramayışı geliyordu. Kim bilir ne çok yaşamıştı böyle bir anı. Belki de çocukluğundan beri o alkolik adamın sözlü ve fiziksel şiddetine uğruyordu. Orhan düşüncelere dalarken Fikret de kardeşini izliyordu. Açıkçası Orhan'ın öyle ya da böyle bu kızla alakalı bir şeyler yapacağını da hissetmişti. Bu yüzden de kardeşinin kız için üzüldüğünü görüp "Seni oraya tek başına gönderemem. Beraber gidelim çünkü senin ne yapacağın belli olmaz" dedi. Haklıydı.

Orhan kendisine destek çıkan kardeşine memnuniyetle bakıp bir yandan da teşekkür eder gibi koluna dokunarak "Gidelim mi artık?" diye sordu. Fikret söylediğini yanlış anladığı için gözlerini kocaman açmış ve şaşkınca "Şimdi mi?" diye sorup Orhan'ı gülümsetmişti. İlahi Fikret! Orhan kendisini yanlış anladığı için gülümseyip "Evi kastettim" dedi daha fazla telaşlanmasın diye. Öyle dese ya canım! Fikret'te bir an kızı görmeye gideceklerini sanmış ne olduğunu şaşırmıştı.

•●●·٠•●●•٠·˙

Akşam olduğunda Hasret babasının söylenmeleri eşliğinde etrafı alelacele toparlamış sonra da Salih ile birlikte eve dönmek üzere araçlarına geçmişti. Kötü bir gün geçirmesine rağmen sanki Orhan'ın varlığı da iyi gelmişti ona. Hani ortak bir kadere sahip olan insanlar bir araya geldiğinde birbirlerine karşı garip bir yakınlık duyar ya sanki Hasret'in içinde de adını koyamasa da bu tarz bir his oluşmuştu. Dile getiremese de adlandıramasa da içinde bir yerlerde Orhan'ın hayatında önemli bir yer edineceğini hissetmiş gibiydi.

Oturduğu yerden yolu izlerken bir yandan da ister istemez onu düşünüyordu. Yerdeki kırıkları temizlemeye çalışırken Orhan'ın sesini duyup göz göze gelmeleri arkasını dönüp çarpışmaları saksıyı kafasına atacağını sanıp korkması ve tebessüm ederek hoş bir ses tonuyla "Ama olmaz ki böyle!" deyişi yüzünde gülümsemeye neden oluyordu.

Ancak keşke gülümsemesine mani olabilseydi çünkü bunu yapması babasının bu halini fark eder etmez kolunu ittirerek "Ne gülüyon kız öyle hafifmeşrepler gibi? Dön önüne!" demesine neden olmuştu. Hasret korkarak dediğini yapınca da adam ona ters ters bakıp "Şu güzel sıfatına dua et yoksa hiç acımam bugün fena hırpalardım seni anan bile gelse tanıyamazdı! Ama bu suratla hayatımızı kurtarcan bizim" dedikten sonra Hasret'in bunu neden dediğini anlayamamış gibi endişeyle bakmasına aldırmadan da "Hadi yine iyisin! Hepimizi dört ayak üstüne düşürerek paçayı kurtardın" diyerek önüne döndü. Neden bahsediyordu bu adam böyle?

Hasret bir şeyler tahmin ediyordu ama aklına gelen şey olmaması için de dua ediyordu. Eve dönene kadar gözyaşlarını içine akıtıp hiç kıpırdamadan oturmuştu babasının yanında. Kamyoneti evin önüne çektikten sonra da babası "Arkadaki torbaları al kamyoneti de kapat öyle gel" deyip eve doğru yürümeye başladı. Hasret arkada kalmış olduğu yerden mahzunca babasının eve doğru gidişini izliyordu. Kapıyı açıp çıktıktan sonra babasının da dediği gibi arkadan torbaları aldı ve arabayı da kilitleyip evin önüne geldi.

İçeriye girdiğinde yine rutinleşmiş olan konuşmalar dönüyordu içeride. Adam kurulu sofraya burun bükerek bakmış kendisine hoş geldin diyen karısına da "Kaldır şunları hiçbirini yemicem. Bana mezelik üç beş bir şey koyun sonra da kızınla birlikte kaybolun gözümün önünden!" diyordu. Kadın kıt kanaat kurduğu yer sofrasını toparlarken yanına gelen Hasret elindeki bira dolu torbayı kenara bırakıp annesine yardım etmeye başladı.

Mutfağa girdiklerinde Hasret dolaptan peynir çıkarıyor annesi de eşinin gelirken getirdiği kavunu kesiyordu. Hasret bir an hallerine dalıp gitmişti. Bu hep böyle mi olacaktı? Yani bütün gün itilip kakılacak sonra da bu adama içki sofrası mı kuracaklardı?

Bakışları annesinin de dikkatini çekmişti. Kızına yan yan bakıp "Bakma öyle kızım! Hadi götür şunları babana şimdi yine kızacak kırıp dökecek her tarafı" dedi bir yandan da kavun tabağını uzatarak. Hasret derin bir iç çekerek annesinin dediği gibi tabakları alıp içeriye götürdükten sonra yer sofrasına koydu. Adam da koltuğa yayılmış radyosunu cızırdata cızırdata kanal arıyordu.

Masa tekrardan kurulup bardaklarda geldikten sonra Ayla Hanım çekinerek "Sofra hazır Salih gelebilirsin" dedi. Adam yerinden kalkıp "İki saatte hazırlaya hazırlaya bunları mı hazırladınız? Bütün gün çalış ter akıt anandan emdiğin süt burnundan gelsin sonra gel de önüne adam akıllı bir sofra kurulmasını bekle!" deyince annesi de Hasret'i kolundan tutup içeriye gitsin diye kaş göz işareti yaptı. Şimdi kıza bir sararsa susmak bilmez işin sonu yine tartışmaya dönerdi. En iyisi gözünün önünden çekilmekti yani.

Ayla Hanım eşinin tabağına istediği şeylerden azar azar koyarken Hasret mutfağa geçmiş tencereden kendisine yemek koyuyordu. Alacağını alıp masaya oturduktan sonra da tam ilk lokmasını kaşığına almıştı ki içeriden babasının "Hasret!" diye seslendiğini duyup yiyemeden sese doğru döndü. İnsana ne zaman huzur vermişti ki şimdi versin zaten.

Hasret ikinci seslenişle birlikte elindeki kaşığı tabağın kenarına bırakarak yerinden kalkmak zorunda kalmıştı. Tedirgince salon tarafına geçtiğinde adam da elini sallaya sallaya yanına gelmesini isteyip bir yandan da "Otur şuraya gözümün önünde dur" dedi. Yahu bu adam az önce sofrayı kurup kaybolun dememiş miydi?

Hasret annesine ne yapayım der gibi bakarken Ayla Hanım eşine ürkek gözlerle bakıp "Kız yemek yiyordu ya bey bitirsin de öyle gelsin bari" dedi ama adam bir anda hiddetlenip "Bir gececik de yemeyiversin! Otur kız şuraya sinirimi zıplatmayın gece gece!" diye bağırdı. Yapacak bir şey yoktu. Hasret aç acına annesinin yanına geçip oturduktan sonra başını eğerek adamın tamam git şimdi demesini beklemeye başladı.

Ancak adamın ne karısını ne de kızını salacağı yoktu. Saatlerdir bir yandan içiyor bir yandan yiyor bir yandan da kendi kendisine saçma sapan şeyler konuşup duruyordu. Hasret ise içinden artık sızıp kalması için dua ediyordu. Başka türlü olmayacaktı çünkü...

wersdfdsf.png


2.Bölümün Sonu


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linktenyorum sayfama yapabilirsiniz ;)
https://www.hanimefendi.com/forum/konu/nk83un-hikayelerine-yorumlariniz.56858/page-76
 
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.518
Tepki
84.164
Puan
113
Konum
İstanbul

3.Bölüm : Orhan senin kız evli çıktı. Ne yapacağız şimdi?

Hasret masaya oturduğundan bu yana ne bir şey yiyebilmiş ne de içebilmişti. Kıpırdasa hemen babasının "Ne oluyor kız gene? Gören de karınca yuvasında oturuyon sanacak rahat dur!" benzeri ikazları duyuluyordu. Yapacak bir şey olmadığından o da yer sofrasında hareketsizce oturup babasının kendisini azat etmesini bekliyordu. Salih ise kızının durgun bakışlarını görünce boşalan tabağını doldurmasını işaret ederek Ayla Hanım'a uzatmış hemen ardından da ikisini de şaşırtarak "Senin bu kızın var ya maden maden!" demişti. Ne demekti ki bu şimdi?

Bu söz ile birlikte Hasret bakışlarını babasına doğru çevirirken annesi Ayla Hanım da tedirgince eşine bakıp "Yine ne oldu bey?" diye sordu. Adamın keyfi yerine gelmişe benziyordu. Peynirini ağzına atıp sırtını koltuğa yaslarken bir yandan da ikisinin meraklı bakışları eşliğinde "Kızı isteyen biri var. Para pul gani gani... Bu mıymıntı kızının gül yüzü hatrına yaşatcak hepimizi" deyince Hasret'in başından aşağıya kaynar sular boşalmıştı. Haklıydı tabii. Babasının bulduğu damat namzedinden ne hayır gelirdi ki böyle bir habere sevinsin.

Ayla Hanım da duyduklarına çok şaşırmıştı. Bu şaşkınlığını da "Kimmiş ki o bey?" diye belli edince adam da elindeki bardağı sofraya sertçe koyup "Sadi Bey'in oğlu Nadir var ya... O işte!" dedi. İyi de ne Ayla Hanım ne de Hasret bu işten hiç de memnun olmamıştı. Anne kız huzursuzca birbirine bakarken Salih bir yandan tıkınıyor bir yandan da pek bir hoşuna gitmiş gibi Sadi Bey ile neler konuştuklarını anlatmaya devam ediyordu.

"Taa ne zamandan beri gözü varmış bizim kızda da bizimki yüzüne bile bakmamış adamın. Aferin ama... Böyle yapması da hoşuna gitmiş hem namuslu kız hem güzel hem de evimin kadını çocuklarımın anası olur demiş. Babası kızı ver bizim oğlana dükkanını büyütelim yanına da birkaç adam verem elini hiçbir işe sürme geç otur patron gibi başlarında diyor. Kamyoneti de yeniliycem çok eski yakışmıyor senin gibi klas adamın altına dedi. Çok hakikatli insanlar resmen piyango vurdu başımıza"

Piyango dediği adam Nadir miydi yani? O adam piyango olarak görülmez daha çok ne günah işledim de başıma bu adam musallat oldu dedirtirdi. Adam mahallenin has delikanlıymış gibi geçinen ama gerçekte kaba saba gözü dışarıda her türlü pisliği de yapan biriydi. Salih Efendi de bula bula böyle bir adamı mı layık görmüştü kızına?

Ayla Hanım bir gözleri dolan kızına bir de eşine bakıp "O Nadir için pek tekin bir adam değil diyorlar ama... Yine de sen bilirsin tabii" deyince Hasret de gözünden akan yaşla birlikte dilinin bağını çözüp "Ben evlenmem o adamla!" deyiverdi.


fgerty.gif


Hasret karşı çıkmıştı çıkmasına ama adam bu dediğini duyunca "Sana fikrini soran oldu mu da konuşuyon? Koparttırma o dilini şimdi bana!" dedikten sonra bir anda köpürüp elini masaya vura vura "Hem ben sana ağzını açmayacan o sesini de bir daha duymayacam demedim mi!" diye bağırdı. Hasret gözleri dolu halde annesine bir şey yap der gibi bakıyordu ama kadının kendine bile hayrı yoktu ki.

"Salih..."

"Sus sen de be! Duyan da kızını yaşlı başlı adama yedinci kuması olarak veriyoz zanneder!"

"Yok ondan değil de Nadir'in namı pek iyi değil yakmayalım kızın başını diye endişe ettim ben"

"Etme endişe falan! Gencecik artist gibi adam eli ekmek tutuyor ailesi desen herkesin önünde titrediği insanlar... Yahu onca zillinin içinde gelmişler senin bu ağlak miskin canlı cenaze gibi kızını istiyorlar sen de adamı beğenmiyon"

"İyi de..."

Salih ağzının tadını kaçırdıkları gerekçesiyle masayı devirip "Ulan bir keyif yaptırmıyonuz insana yatıyom ben!" dedikten sonra eşine de Hasret'i işaret edip "Şu kızı da sustur zırlayıp durmasın! Yarın da temizlik mi yapıyonuz börek çörek mi açıyonuz bilmem ama akşama kızı istemeye geliyorlar beni bir mahcup edin yemin olsun ikinizi de üstünüzdekilerle koyarım kapının önüne!" dedi. Babası kararlıydı. Hasret istese de istemese de para için zorla verecekti kızını o tekinsiz adama.


•●●ERTESİ GÜN·٠•●●•٠·˙

"Hâlâ iki kişi eksik!"

Mert masaya şöyle bir bakıp annesine dönerek "Anne benden duymuş olma ama Orhan ile Fikret kardeşlerde garip bir hâl var. Benim kanaatime göre ikisi bir işler çeviriyor" deyince Neyhan Hanım önce kızıp "Muhbir misin oğlum sen? Ne diye ağabeylerini bana gammazlıyorsun insan utanır be!" dese de sonradan meraklandığı için zeytine uzanan oğluna sokularak "Ne gibi garip bir hâl oğlum? Ay korkutma beni şimdi!" deyiverdi.

Mert sandalyesini tutup annesine doğru kaydıktan sonra sessizce "Gece balkonda fısır fısır konuştular. Kız mız bir şey diyorlardı. Fikret ağabeyim bize çaktırmıyor ama hasretlik çekiyor galiba" derken bir anda içeriye "Günaydın" diyerek önce Orhan hemen ardından da Fikret girdi. Oğullarını dikkatle inceleyen Neyhan Hanım ise hâlâ Mert ile konu üzerine sessiz sedasız konuşmaya devam ediyordu.


ggf.png

"Ne kızıymış bu Mert? Az detay versene oğlum çatlatma insanı!"

"Ağzı var dili yokmuş o kadar mülayim bir kız yani... Ama babasından çekiniyor biraz. Bugün de Orhan ağabeyimle kızı görmeye gideceklermiş"

"Ay! Elin kızı geldi yaktı gül gibi oğlumun başını görüyor musun?"

"Niye yansın ağabeyimin başını anne o da kazık kadar adam korusun kendisini"

"Ne bileyim oğlan anaları hep böyle demez mi? Dört tane aslan gibi oğlum var ben de bir kerecik diyeyim dedim. Maksat içimde kalmasın"

Mert annesini gıdıklayıp "He özendin sen! Üzülme ben sana ileride böyle şeyler bol bol dedirtirim. Nasılsa benim getireceğim gelinden hayır olmaz sen de alırsın merakını" derken Neyhan Hanım'ın da ellerine vurarak "Hele bir abuk sabuk tipleri getir başıma bunların alasını derim! Yoksa öyle biri var da şimdiden yolunu mu yapıyorsun? Bak Mert varsa öyle bir şey yersin anne terliğini o koca kafana!" demesi doğal olarak dikkat çekmişti.

Fikret tabağına yiyecek bir şeyler koyarken bir yandan da "Hayırdır anne? Allah muhabbetinizi arttırsın" deyince Neyhan Hanım Mert'in koluna bir tane daha patlatıp "Ben sana kahvaltı sofrasındayken rahat duracaksın demiyor muyum? Ay ne muhabbeti ne artması oğluuum! " dedikten sonra iştahla kahvaltısını eden Fikret'e de acır gibi bakarak "Ah kuzum! Biraz süzüldün mü sen? İştahın da azaldı sanki. Bir derdin tasan mı var? Hadi söyle anacığına bak derdini söylemeyen dermanını da bulamazmış" dedi. İştahı mı azalmış? Bu azalmış hali ise azalmamış hali kim bilir ne olurdu.

Fikret çatalındaki koca lokmayı ağzına atamadan kalırken annesinin daha dakika bir gol bir yapması Mert'i de oturduğu yerde krize sokmuştu. Halbuki Fikret'in konuyla da kızla da bir alakası yoktu ama bu kardeşi yok mu bu kardeşi hep onun zevzekliği yüzünden oluyordu tüm bunlar.

Fikret yanında oturup çayını yudumlayan Orhan'a bakarken Mert'i kastedip "Bu yine kaş göz arasında ne karıştırdı? Çıkmadan bir çekelim kenara" deyince Neyhan Hanım da bir anda kulaklarını dikip "Mert'e ilişmeyin! Ben ona bugün dolap içlerini düzelttireceğim. Kazık kadar boyu kırk yılın başında bir işe yarasın bari. Hem siz nereye gidiyorsunuz ki?" diye sordu. Mert yüzünü ekşitip "Ben niye dolap içi düzeltiyormuşum? Evin küçük oğlu olma işi beni biraz bozmaya başladı haberiniz olsun. İyi ki bir bugün dersim yok dedim" dedi ama masada onu ciddiye alan yok gibiydi. Annesinin sorusunu "Bizim Fikret ile biraz işimiz var da onu diyor anne" diyen Orhan yanıtlarken Fikret'te annesinin tuhaf bakışlarına maruz kalmıştı.

"Orhan annem bana niye öyle bakıyor?"

"Nasıl bakıyor?"

"Bilmiyorum ama kendimi üç ay ömrüm kalmış o da bana belli etmemeye çalışıyormuş gibi hissediyorum"

Orhan tebessüm edip "Hadi yediysen kalkalım" deyince ikisi de aynı anda ayaklanarak "Eline sağlık anne herkese afiyet olsun" dedi. Mert ise iş yaptırılacak olmanın verdiği keyifsizlikle onlara bakıp "Anne hani eskiden sevgilisiyle buluşmak isteyen kızın yanına kardeşini verirlerdi ya sen de beni ağabeylerimin yanına versene gideyim ne yapıyorlar bir öğreneyim" derken annesi de işten kaçmak istediğini anladığı için "Kaytarmak yok Mert Efendi! Göndereyim de daha kapının önündeyken ayrıl ağabeylerin yanından değil mi?" dedi. En son Mert'in "Ya anne ya!" demesi Neyhan Hanım'ın da "Yağlı yuğlu konuşma ananla yürü eşek sıpası!" demesi duyulmuştu.

Onlar konuşurken Orhan ile Fikret ceketlerini alıp evden çıkmıştı. Ne kadar erken giderlerse Hasret'i görme şansları da o kadar yüksek olurdu diye düşünüyorlardı ki acele ediyorlardı. Arabaya geçtikten sonra ikisi de emniyet kemerlerini bağlayıp birbirlerine baktı. Orhan kardeşinin de kendisi ile gelmek istemesine Fikret'te Orhan'ın bu durumu kendisi ile paylaşmış olmasına mutlu olmuşa benziyordu.

İki kardeş çiçekçinin yolunu tutarken onların düşündüğünün aksine Hasret akşama kendisini istemeye gelecekler diye ağlaya ağlaya evlerinin camlarını siliyordu. Annesi de onu ne zaman bir köşeye sinmiş ağlarken görse sürekli Salih ile ilgili ya "Dediğini yapar koyar bizi kapının önüne sen hâlâ tanıyamadın mı babanı?" diyor ya da "Kendine acımıyorsan bari bana acı bak kırar kemiklerimizi bakacak kimimiz kimsemiz de yok süründürme beni el kapılarında!" diyerek korkutmaya çalışıyordu.

Hasret bu haldeyken Orhan ile Fikret'te bir süre sonra çiçekçinin bulunduğu muhite gelmiş Hasret ile babasının görünmesini beklemeye başlamıştı. Fazla beklemelerine gerek kalmadan da Salih'in kamyoneti sokak başında görünmüştü. Orhan arabayı işaret edip "İşte geliyorlar" deyince Fikret de dikkatle gelen araca bakmaya başladı. Adam kamyoneti dükkanın önüne çekip inmişti ama Hasret'in ortalarda görünmemesi Orhan'ı endişelendirmişti. Neredeydi diye düşünüp duruyor bir cevap bulamıyordu.

Salih kepenkleri kaldırıp dükkana tek başına girdiğinde Fikret kardeşine bir şey anlamamış gibi bakarak "Ee! Kız nerede?" diye sordu. Orhan önce sessiz kalıp sonra da düşünceli bir bakışla "Bilmiyorum" deyince Fikret'te kız gelmediğine göre şimdi ne yapacaklarını sordu. İşin aslı Orhan beklemeye kararlıydı çünkü dün gördüklerinden sonra adamın eve döndüklerinde kızını dövmüş olabileceğini düşünüyordu. Belki de yüzünde ve gözünde morluklar olduğu için bugün gelmemişti. Gerçi Orhan daha Salih'i tanımıyordu. Kızı o halde bile getirir çalıştırırdı bu adam öyle vicdansızdı.


ryr.jpg


"Orhan..."

Dakikalar sonra kardeşinin sesiyle kendisine gelen Orhan kafasını toparlayıp "Sen istersen git Fikret ben burada kalacağım" dedi. Öyle de Fikret onu burada tek başına bırakmaya pek gönüllü görünmüyordu. Hem bıraksın da yine sonunun ne olacağını düşünmediği fevri bir harekette bulunup başını belaya soksun değil mi? Olmaz öyle şey!

Fikret kararlı bir tavırla başını iki yana sallayıp "Anca beraber kanca beraber... Ben dururum o konuda sıkıntı yok ama görüldüğü üzere kız gelmemiş. Belki de bizim de yarın gelmemiz daha doğru olur" deyince Orhan da stresli bir şekilde çenesini ovalayıp "Çıkışta babasını takip edip evlerinin yerini öğreneceğim. Bu şekilde Hasret'in iyi mi yoksa kötü mü olduğunu öğrenebilirim diye düşünüyorum" dedi. Hmm... Makul görünüyor.

"Evet iyi fikir! O halde ben gidip yiyecek içecek bir şeyler alayım. Belli ki nöbet uzun sürecek"

"Ne çabuk acıktın"

"Annemin lokmalarımı boğazıma dizdiğini unutuyorsun"

"Evet hatırladım. Tamam sen git o zaman"

"Ben bir bakkal bulur bulmaz hemen geri dönerim. Sen de ben yokken sakin dur lütfen"

"Ben sakinim zaten hadi git sen"

Fikret gittiğinde Orhan da boş boş duramamış ve arabadan indikten sonra ağır adımlarla çiçekçi dükkanına doğru yürümeye başlamıştı. İçeriye girip adamın ağzını aramaya niyetliydi ama bunda başarılı olabilecek miydi orası biraz meçhuldü.

Çiçekçi dükkanına adım adım yaklaşırken aksilik bu ya Salih aniden çıkmış bununla da kalmayıp kapıya kilit vurarak kamyonetine doğru yürümeye başlamıştı. Tabii Orhan da takibe başlamak için yarı yoldan dönmek zorunda kalmıştı. Adam evine gitse iyi olurdu. Orhan bir yandan arabayı çalıştırıp adamın peşine takılırken bir yandan da Fikret'i arayıp durumu anlatıyordu çünkü geri döndüğünde kardeşini olduğu yerde bulamazsa büyük ihtimalle telaşlanırdı.

Salih kısa bir süre sonra kamyonetini mahalle kahvesinin yakınına park edip içeriye girmişti. Tabii elinde çalıştıracak Hasret gibi bir kız yokken ne diye dursun ki dükkanın başında değil mi? Nasılsa yakında kızı da evlendirip bu durumun sefasını sürmeye başlayacaktı. Şimdiden ne diye yorsun ki kendisini?

Orhan kardeşine yerini söyledikten sonra gelmesini beklemeye başlamıştı. Fikret bir an önce gelse de içeriye girip en azından adamın ağzından bir iki çift laf duysalar diye düşünüyordu. Dakikalar sonra nihayet arabanın kapısı açıldı ve Fikret elindeki torbayı arka koltuğa bırakarak "Beni orada bıraktığına inanamıyorum!" deyip yanına oturdu. O anlarda Orhan'ın konsantrasyonu en üst noktadaydı. Bu yüzden de kardeşine cevap vermek yerine kemerini çözdüğü gibi "Hadi gel birer çay içelim" dedikten sonra arabadan çıkıp kahveye doğru yürümeye başladı. Fikret'e de kardeşinin arkasını toplamak kalmıştı.

Arabanın anahtarını alıp dışarıya çıkarak koştur koştur Orhan'a yetiştikten sonra ikisi birlikte mahalle kahvesinden içeriye girdiler. İlk andan tüm gözleri üzerlerine çekmeleri de kaçınılmaz olmuştu. Sonuçta burada herkes birbirini tanırdı ve Orhan ile Fikret buradaki insanlara epey yabancıydı. Ayrıca kılık kıyafetleri ve tavırları da hiç buranın insanlarına benzemiyordu.

Orhan'ın yönlendirmesiyle Salih'in hemen arka tarafında kalan masaya geçip oturduklarında kahvenin sahibi yanlarına geldi. Orhan'ın tüm dikkati sandalyesinin arkasında kalan Salih'in konuşmalarında olunca da Fikret adamdan iki çay getirmesini isteyip kardeşine dönerek sessizce "Ne diyorlar?" diye sordu. Ne diyecekler işte iskambil kağıdı oynayıp boş beleş konuşuyorlardı.

Orhan bunu kardeşine de belli etmek için başını olumsuzca sallarken kapıdan "Oo! Dünürüm de buradaymış" diyen kelli felli kalantor bir adam girmişti. Onun gelişi de iki kardeşi epey şaşırtmıştı. Salih ile adam selamlaşıp yan yana otururken Fikret afallayarak "Dünürüm dedi! Orhan senin kız evli çıktı. Ne yapacağız şimdi?" diyor Orhan da sus pus olmuş bir halde bunun mümkün olamayacağını düşünüyordu. İyi de kız evli olsa babası onu bu kadar kolay itip kakamazdı ki. Kocasından korkar cesaret bile edemezdi.

Orhan hislerine güvenip Hasret için "O evli değil" derken bir yandan da gelen çay için adama teşekkür edip Sadi ile Salih'in konuşmalarına kulak kabarttı. Bunu yaptığı an işin rengi de değişmişti. Salih'in arkadaşları bu dünürlük olayının aslını astarını sorarken Sadi Bey de onlara akşama Hasret'i oğluna istemeye gideceklerini ve yakında da anlı şanlı düğünleri olacağından bahsediyordu. Orhan bunu duymayı hiç beklememişti. Ne istemesi ne düğünü yahu!

Kaşları çatık bir halde Fikret'e bakıp sessizce "Ne düşünüyorsun?" diye sorunca kardeşi de ona hiç düşünmeden "Kızın gönlü var mı acaba? Belki de o da razıdır bu evliliğe" dedi. Orhan'ın içine bir sıkıntı çökmüştü. Bu adam kızının gönül rızasını alacak bir tipe hiç benzemiyordu. Fikret kardeşinin sessiz kalmasıyla kolunu dürterken Orhan'da gözlerine dik dik bakarak "Rızası olup olmadığını öğrenmemiz lazım" dedi. Hoppala! El alemin kızının derdi niye onları geriyordu ya!

"Orhan o hengamede kıza nasıl ulaşacağız ki?"

"Bilmiyorum ama evlerini bir öğrenelim buluruz çaresini"

"Baştan anlaşalım eve bohçacı gibi girmem"

"Bohçacı mı? Senden böyle bir şey istediğim yok"

"İyi o zaman ben annemi arayıp yemeğe gelemeyeceğimizi haber vereyim. Sen de kendini şimdiden hazırla çünkü eve döndüğümüzde annemizden bir ton laf işiteceğiz"

"Çiçekle gider gönlünü alırız merak etme"

"Hee! Çiçeği de kızın babasından alalım da tam olsun!"

•●●·٠•●●•٠·˙

Orhan ile Fikret öğreneceklerini öğrendikten sonra kahveden çıkıp arabaya geçmişti. Uzun süredir de bekliyorlardı. Adam sanki burayı evi bellemiş gibi oturduğu yerden hiç kalkmamış arkadaşlarıyla konuşup bıkmadan usanmadan iskambil oyunuydu okeydi oydu buydu ne var ne yoksa oynamıştı. İki kardeş de saatler geçtikçe iyice bunalmaya başlamıştı ama yapabilecekleri tek şey de Salih'in çıkıp evine gitmesini beklemek olacaktı.

"Fikret ben sana Miray'ı gördüğümü söylemiş miydim?"

"Hayır söylemedin. Ne zaman gördün?"

"Zeynep'in mezarına gittiğimde o da oradaydı. Anne ve babasıyla gelmişti"

"Okuluna devam ettiğini duymuştum"

"Şu sıralar mezun olmuş olmalı"

"Nasıldı? Yani nasıl görünüyordu demek istiyorum"

"Bana karşı donuk ve biraz da mesafeliydi. Sadece annesini sakinleştirmeye çalışıyordu"

"Sence onu aramalı mıyım?"

"Açıkçası doğru zaman mı bilmiyorum. Yeni karşılaştık ve o seni benim gönderdiğimi sanabilir"

"Haklısın galiba. Biraz bekleyeyim belki de tesadüfen bir yerlerde karşılaşırız"

Orhan tebessüm ederek "Neyse ki tesadüf yaratmakta üstüne yoktur" deyip Fikret'i de gülümsetirken Salih'in kahveden çıktığını görür görmez yüzündeki tebessümü silerek "Adam çıktı" dedi. Biraz daha çıkmasaydı adamın kahvede yatıp kalktığını düşünmeye başlayacaklardı zaten. Salih kamyonetine atlayıp hareket ettiğinde Orhan'da takip mesafesini koruyarak peşine takıldı. Bu takipte fazla uzun sürmemiş adam bir evin daha doğrusu bir gecekondunun önünde durmuştu. Orhan arabayı görünmeyecekleri bir yere park ederken Salih çoktan kamyonetinden inerek kapıyı yumruklamaya başlamıştı bile. Kapıya alacaklı gibi vurmak da bu olsa gerekti.

Onun gibi Orhan ile Fikret'te arabadan inmiş gizli saklı bir köşeden eve doğru bakıyordu. Birkaç saniyelik bekleyişin ardından da nihayet kapı açılmış ve Hasret görünmüştü. Fikret kızı görür görmez şaşırıp "Duru güzellik diye buna denir. Bu kıza karşı neden bu kadar korumacı olduğunu şimdi daha iyi anladım galiba" deyince Orhan uzaktan da olsa kızın tedirgin gözlerine dikkatle bakarak "Güzel olduğu için değil yardıma ihtiyacı olduğunu hissettiğim için buradayım" dedi. Kardeşi buna inansa mıydı acaba?

Fikret kuşkucu bakışlarını kardeşine çevirirken bir yandan da ona inanmamış gibi imalı bir tavırla "Öyle diyorsan öyledir herhalde" deyince Orhan'da kardeşine ters bir bakış atarak "Tamam duymak istiyorsan söyleyeyim de şu rahatsız edici bakışlarını üzerimden çek artık" dedi. Fikret gülümsüyor bir yandan da dinlediğini söylüyordu. Orhan da baktı bu konudan kaçış yok mecburen Hasret hakkındaki düşüncesini paylaşıp "Kabul ediyorum! Kızın o duru güzelliğini görmemek için kör olmak gerekir ve şundan emin olabilirsin ki benim gözlerimde en az senin gözlerin kadar iyi görüyor ama işe bak ki şu an konumuz bu değil" dedikten sonra Fikret'in kendi halinde sırıtmasıyla da "Hadi biraz daha yaklaşalım" dedi.


srdytuy.jpg


Onlar usul usul yaklaşırken Salih sinirli bir tavırla söylenmeye devam edip "Ne diye geç açılıyor lan bu kapı? Ben taa dükkandan geliyom sen iki adım yerden babana kapı açmaya gelemiyon! Yarın öbür gün evlenince sıkıysa bunu kocana da yap iki günde koyar seni kapının önüne ben de seni geri alırsam namerdim!" dedikten sonra Hasret'i omzundan sertçe itip "Çekil şuradan nursuz!" diyerek içeriye girdi. Hasret kapıya vuran sırtının acısıyla canı yanmış gibi yüzünü asarken Fikret de Orhan'ı zor tutuyordu. Şeytan diyor hemen şimdi şu an da tut şu kızı kolundan al götür bir daha da yüzünü gösterme bu baba müsveddesine!

3.Bölümün Sonu


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
https://www.hanimefendi.com/forum/konu/nk83un-hikayelerine-yorumlariniz.56858/page-76
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.518
Tepki
84.164
Puan
113
Konum
İstanbul
4.Bölüm Benim senin gibi şehir eşkıyasına verecek kızım yok!

"Bu kıza neden bu kadar yardım etmek istediğimi anladın mı şimdi?"

Fikret gördüklerinden sonra elini sakallarının üzerinde gergince gezdirirken Orhan da bir gözü evde olarak sözüne devam edip "Senin bu az önce gördüklerin hiçbir şey değildi. Bir de kıza dükkanın önünde yaptığı muameleyi görseydin inan bana benden önce sen koşardın yardım etmeye" dedi. Haklıydı. Orhan ve kardeşleri ailelerinden sadece sevgi ve saygı görmüştü. Onların evinde kavga nedir bilinmezdi. Aralarında anlaşmazlık bile çıksa bunu sakince konuşarak hallederlerdi. Bu yüzden de bu karşılaştıkları şiddet onlara çok yabancı ve kabul edilemez gelmişti.

"Babasında vicdan denen bir şey yok. Hasret'i kızı gibi değil kölesi gibi tutuyor yanında! Kızın bu evliliğe onay verdiğini de düşünmüyorum. O adam kızının düşüncelerini umursayacak biri değil. Kim bilir neyin ya da nelerin karşılığında razı geldi bu evliliğe!"

sdfgh.gif


Fikret bir yandan kardeşini dinliyor bir yandan da gerçekten bu kız için bir şeyler yapmak gerektiğini düşünüyordu ama etkili bir çözüm bulamıyordu. İki kardeş kafa kafaya vermiş düşünürken Hasret onların dışarıda beklediğinden habersiz salonun bir köşesinde sessizce oturuyordu. Babası gözünün önünde durmasını söylediği için de yerinden milim bile kıpırdayamıyordu.

Salih ise dünürler geleceği için bugün ağzına bir damla içki koymamıştı ve bunun sinirini de üzerinde taşıyordu. Bu yüzden de Hasret'in kendisine göz ucuyla bakıp sonra da bakışlarını hemen çekmesinin altında bir mana arayarak "Ne bakıyon kız öyle düşman gibi? Ne geçiyor o kıt aklından söyle de alam o iki gram aklını da!" diye bağırdı. Adamın ayık hali bir dert sarhoş hali ayrı dertti. Halbuki bazı insanlar ya içtiklerinde ya da içmediklerinde lanet biri oluyordu ama bu Salih her iki türlü de çekilecek gibi değildi.

Hasret korkulu gözlerle koltuğa sinerken Ayla Hanım salon kapısından girip "Gömleğin hazır Salih hadi misafirler gelmeden giy de gel" dedi. Annesi de tam zamanında gelmişti yoksa bu adam durduk yere yine kızı hırpalayacaktı. Adam Hasret'e ters ters bakarak ayağa kalktıktan sonra karısının elinden gömleği sertçe alarak "Doğuramadın bana aslan gibi bir erkek evlat! Yıllardır şu mıymıntı kızının beş karış suratını çeke çeke içim kurudu! Bir işe de yaradığı yok anca yük olsun insana" dedikten sonra içeriye gitti.

Ayla Hanım bir süre Salih'in ardından bakıp sonra da kapıyı sertçe çarpmasıyla Hasret'in yanına geldi. Elinden bir şey gelmese de kızının başını okşayıp "Duyma sen onu saçmalıyor işte! Öyle diyor ama oğlu olsa ona da demediğini bırakmaz ne sümsüklüğü kalırdı ne işe yaramazlığı... Memnun edemezsin babanı sen de biliyorsun" derken Orhan ile Fikret'te dışarıda dokuz doğuruyordu. Pencereden kızı bir görseler dikkatini çekeceklerdi ama Hasret'in saçının teli bile görünmüyordu. Artık el mahkum kahve servisini bekleyeceklerdi. Hasret kahveleri yaparken Orhan bir yolunu bulup o mutfağın penceresine illa ki ulaşırdı.

•●●·٠•●●•٠·˙

Kısa bir süre sonra evin önüne bir araba yanaşmış bu arabanın arkası da mahallelinin çocuklarıyla dolmuştu. İki kardeş gelenlere bakarken arabadan önce bugün gördükleri o kelli felli adamla karısı inmiş sonra da elinde çiçeği ve çikolatasıyla genç bir adam inmişti. Damat namzedinin de suratından nasıl bir tip olduğu hemen anlaşılıyordu. Salih'in genç versiyonu desek herhalde yanılmış olmazdık.

Fikret adamı görür görmez düşüncesini saklayamayıp "Bu insafsızlık! O sessiz sedasız kızı bu adama mı verecekler? Adam mahalle kabadayısı gibi" derken onun aksine sessiz kalan Orhan da bir an önce kapının açılmasını bekliyordu. Bu defa kapı Hasret değil annesi ve "Vay dünürüm! Hoş geldiniz buyrun buyrun geçin içeriye... Hürmetler yenge hanım" diyen babası tarafından açılmıştı. Salih'in misafirleri karşılarken yüzünde güller açıyordu. Artık damat adayının ailesinden ne menfaati varsa...

Aile misafirleri içeriye alırken nihayet mutfağın ışığı da yanmıştı. İki kardeş aynı anda o yöne bakarken Fikret Orhan'ı dirseğiyle dürtüp "Hadi git! Biri gelirse ıslık çalarım hemen uzaklaşırsın" dedi. Orhan gizli saklı bahçeye girip eğilerek evin etrafından dolanırken Fikret onu hayretler içerisinde izliyordu. Kırk yıl düşünse kardeşini bu halde göreceği aklının ucundan dahi geçmezdi. Fikret'e göre bu Hasret denen kızda Orhan'ı bilinçli ya da bilinçsiz kendisine doğru çeken bir şeyler vardı. Belki de hayata yeniden tutunmasını sağlayacak bir şeyler...

Kardeşinin düşündüklerinden habersiz evin mutfak penceresine yaklaşan Orhan kapalı olan perdeden içeriyi görmeye çalışıyordu. İçeridekinin Hasret olduğundan emin olduktan sonra da tam pencereyi tıklatıyordu ki Hasret'in annesi mutfağa girip kızına "Yavaş yavaş kahveleri yapmaya başla. İlk önce Sadi Bey'e sonra Münevver Hanım'a sonra da babanla bana vereceksin unutma. En son Nadir'e götür ver ama sakın servis yaparken eline sağlık dediğinde onunla göz göze gelme baban kırar bacaklarını tamam mı kızım? Hadi kazasız belasız geçirelim şu günü" demeye başladı.

Hasret el mahkum bir şekilde başını sallamaktan başka bir şey yapamıyordu. Ayla Hanım diyeceğini deyip kızının sırtını sıvazladıktan sonra tam kapıdan çıkarken aniden "Ha Hasret!" diyerek geri dönmüştü. Hasret ne olduğunu sorar bir halde annesine bakıp sessiz kalırken Ayla Hanım da buruk bir bakışla "Eşarbını tak çıkma böyle insanların karşısına da akşam akşam kurdurmasın baban" dedi. Ağzına laf vermemek lazımdı tabii.

Hasret giden annesinin ardından bir süre boş gözlerle kapıya doğru bakıp kalmıştı. İçeriden gelen seslere tahammül edemeyince de kahveleri yapmaya başlamak için çekmeceyi açtı. Ölçü için bir kaşık alması gerekiyordu ancak eli ondan bağımsız hareket edip kaşık yerine bıçağa doğru gitmişti. Aklından pek iyi şeyler geçmediği de açıktı. Onu izleyen Orhan ise ne yaptığını anlayamamış bir halde bakarken Hasret'in elinde tuttuğu bıçağa biraz garip baktığını görünce kendisine saplayacağını anlayıp bir hışımla "Sakın yapma Hasret!" diyerek parmağının tersini pencereye doğru vurdu.

Çıkan sesle beraber Hasret de aniden kendisine gelip korkuyla elindeki bıçağı yere düşürdü. Yerdeki bıçağa ve titreyen ellerine bakarken kendisini nasıl bu denli kaybettiğini düşünüyordu. Az kalsın o bıçağı kendisine saplayacaktı ve belli ki bunu da bilinçli bir halde yapmayacaktı. Aklını mı kaçırıyordu yoksa? Gerçi bu baba olacak adamın yanında akıl sağlığının bu kadar yerinde olması bile mucizeydi.

Hasret yaşadığı şokla olduğu yerde kalıp pencereye doğru da bakmayınca Orhan kendisini fark etmesi için camı bir kez daha tıklattı. Bu defa amacına ulaşmış ve Hasret sesi duyar duymaz şaşkın bakışlarını pencereye doğru yöneltmişti. O karaltı... Biri mi vardı orada?

Hasret dışarıda kimin olduğunu anlayamamış bir halde çekinerek pencereye yaklaştıktan sonra hızla atan kalbini tutup perdenin ucundan baktı. Baktı ama bakmasıyla da Orhan'ı görüp perdeyi geri kapatması bir oldu. Doğru mu görmüştü anlayamıyordu. Hem bu adamın burada olması hiç de mantıklı değildi. Hem ne diye gelsin ki buraya? Orhan pencereyi tıklatıp sessizce "Hasret!" diye seslenince Hasret doğru gördüğüne kanaat getirip perdenin ucundan bir kez daha baktı. Orhan da ona camı açması için işaret yapıyordu.

Hasret dediğini yaptığında Orhan önce ne diyeceğini şaşırsa da sonra vakit olmadığını bildiği için konuya hızlı bir giriş yapıp "Baban seni evlendirmek mi istiyor?" diye sordu. Hasret şaşkınlık içinde bakıyor bir yandan da neden bunu sorduğunu anlayamamış bir halde evet dercesine başını sallıyordu. Orhan ise hemen kilit soruyu sorup bu sefer de "Peki sen evlenmek istiyor musun?" diye sordu. Hasret'in bakışları o anla birlikte değişmişti. İstemiyordu tabii ki. Babası resmen kendi rahatı için kızı diri diri mezara sokmaya çalışıyordu.

Hasret babasının er ya da geç bu evliliğin gerçekleşmesini sağlayacağını bildiği için dolmak üzere olan gözlerini kaçırarak başını da evlenmek istemediğini belli edecek şekilde iki yana salladı. Orhan bunu tahmin etmişti zaten. Kardeşine doğru dönüp Fikret'ten sorun olmadığına dair bir işaret aldıktan sonra tekrardan Hasret'e dönerek "Madem istemiyorsun o halde o adamla evlenmeyeceksin" dedi. Hasret bunu duyar duymaz bakışlarını ona doğru çevirirken Orhan'da kendisinden gayet emin bir tavırla kızın gözlerine bakıp "Seni ait olmadığın bu yerden çekip alacağım. Sana söz veriyorum yapacağım bunu" dedi. Ne dedi o? İyi de nasıl yapacak ki bunu?

dtdhtf.jpg


Orhan belki bu sözleri plansız programsız kafasında tartıp biçmeden söylemişti ama bu sözlerinin arkasında durmayacağı anlamına da gelmiyordu. Gördüklerinden ve duyduklarından sonra bunu yapması gerektiğini kalben hissetmişti çünkü. Hatta belki de sakin kafayla düşünüyor olsaydı da farklı bir sonuca varmaz yine aynı kararla çıkardı Hasret'in karşısına.

Orhan'ın tüm samimiyeti ile söylediği bu sözler sonrası aralarında derin bir sessizlik olmuştu. Hasret ne düşüneceğini bilemez bir halde hiçbir şey söylemeden hiçbir tepki vermeden karşısındaki genç adama bakıyordu. Ne yalan söylesin içeride oturan Nadir belasını düşününce Orhan'ın dedikleri içine bir miktar su da serpmişti ama yine de tanımıyordu ki bu adamı. Tamam temiz yüzlü hali vakti yerinde nazik kibar merhametli görünen bir gençti ama yine de gerçekte kimdir necidir niyeti fikri nedir bilemezdi ki. Hem bir insan niye tanımadığı bilmediği bir kız için böyle bir şey yapmak ister ki diye düşünüyordu ister istemez. Ayrıca hadi diyelim böyle bir yola adım attı bu dediği şeyi nasıl yapacaktı? Hasret ona güvense de Orhan bunu denese de Salih onlara asla izin vermezdi ki.

Ağzından böyle bir sözün çıkmış olmasına kendisi de şaşırsa da Orhan'ın sözüm senettir tavrı duruşuna da bakışlarına da bire bir yansımıştı. Ne derece kararlı olduğunu o da anlasın diye gözlerini Hasret'in cam gibi parlayan gözlerinden çekmeden "Yarın çiçekçi dükkanına yeniden geleceğim. O zaman...." derken Hasret aniden arkasını dönüp kapıya doğru baktı. Bir ayak sesi vardı. Annesi kahvelerin neden hâlâ gelmediğini sormak için kızına bakmaya geliyor olmalıydı.

Hasret bunu anlar anlamaz Orhan'ın ne olduğunu sormasına aldırmadan pencereyi kapatıp perdeyi çekerek ocağın başına geri geldi. Annesi de kıpkırmızı bir suratla içeriye girip "Sen daha kahveleri yapmadın mı? İnsanlar kahve gelmeden konuya giremiyor. Baban köpürdü hadi kızım çabuk ol" dedikten sonra kızıyla birlikte alelacele kahveleri ocağa koyup birlikte hazırlamaya başladılar.

Annesinin salona geri dönmesinin ardından Hasret bir yandan kahvelerin köpüklerini fincanlara bölüyor bir yandan da Orhan'ın gelişi ve söyledikleri yüzünden gülümsüyordu. Yapabilir miydi bunu gerçekten? Hasret'i çekip alabilir miydi bu hapishaneden farksız yerden? Tuhaf bir şekilde Hasret buna kalben inanmıştı. Orhan'ın tavrı netti ve öyle boş sözler verebilecek biri gibi de görünmüyordu. En azından Hasret öyle olduğunu düşünmek istemişti.

Hasret'in tek çekincesi bunu nasıl yapmayı düşündüğüydü. Sonuçta Salih kızını hangi deliğe girse bulur sonra da sen benim başımı nasıl öne eğersin gerekçesiyle öldürmekten beter ederdi. Bu son düşündüğü şey bir anlık buradan kurtulabilirmiş hissinin üzerine adeta beton dökmüştü. Salih'in varlığı hayal kurma hüsran olur senin hayatın burasıyla sınırlı diyordu sanki.

Düşünceli bir halde fincanları doldurduktan sonra annesinin tembihlediği gibi başını örtüp tepsiyi de alarak beş karış suratla mutfaktan çıktı. Keşke ne nemrut kızmış bakışlarında bile meymenet yok çirkin aksak bir şey deseler de vazgeçseler şu isteme işinden. Maalesef Hasret'in güzelliği her türlü kusurunu örtüyordu. Somurtkan hali bile ayrı güzeldi.

"Ah! Kahvelerimiz de Yemen'den geldi çok şükür!"

Salona Münevver Hanım'ın şaka ile karışık kinayeli sözleriyle adım attığında bir an babasına doğru bakacak gibi oldu ama sonra alacağı karşılığı bildiği için Salih ile göz göze gelemeden bakışlarını geri çekti. Babası kesin Münevver Hanım'ın sözlerini duyunca içten içe söylenmişti kendisine. Hatta gittiklerinde bunun hesabını da soracağından adı gibi emindi.

En kötüsü de Nadir anasının babasının yanında olmasını umursamadan rahatsız edici bir bakışla Hasret'i baştan aşağıya süzüyor annesi de gelin alacağı kızı kusur arar gözlerle didik didik edip bir yandan da artık neyini beğenmediyse burun kıvırıp duruyordu. Hasret bu taciz niteliği taşıyan nahoş bakışları hemen fark etmiş ve epey de rahatsız olmuştu ama o an ikaz eder gibi öksüren babasıyla göz göze gelince korkuyla hemen başını eğmek zorunda kalmıştı. Hay aksi! Halbuki annesi de ona buna bakma diye sıkı sıkı tembihlemişti. Artık yapacak bir şey yoktu. İş işten geçmişti bir kere.

Kahve tepsisini aynen annesinin de söylediği gibi önce Sadi Bey'e doğru uzattı. Adam kahveyi alırken eşinin ve oğlunun aksine daha kibar bir tavır takınıp önce "Sağ olasın kızım" dedi sonra da Salih'e doğru dönüp "Maşallah kızın da pek hanım pek güzel Salih. Allah yolunu bahtını açık etsin" dedi. Etsin de o yolda oğlun Nadir olmasın inşallah!

Salih koltukları kabara kabara "Öyledir benim kızım mahallede üstüne tanımam. Allah sahibine bağışlasın. Her şeylerin en güzeline en iyisine layıktır benim Hasret'im" derken Hasret içten içe hangi dağda kurt öldü de övülüyorum hislerine kapılmış tepsiyi uzattığı Münevver Hanım'da fincanını alıp "Ben kahveyi köpüklü severim ama hadi neyse bu defalık böyle olsun bakalım" demişti sanki kız köpüksüz kahve getirmiş gibi. Ah be! Karşısında başka biri olacaktı ki yüzüne baka baka "Zıkkım iç!" desin ama dua etsin Hasret'in buna terbiyesi müsaade etmiyordu.

Kahveleri uygun bir sırayla dağıttıktan sonra en son Nadir'in önüne gelip kahvesini alması için tepsiyi ona doğru uzattı. Adam hadsiz gözlerini Hasret'e dikmiş bir yandan da kahve fincanını almak için elini tepsiye yaklaştırmıştı. Hasret bir an önce alsın da önünden çekilip mutfağa gidebilsin diye bekliyordu ancak Nadir'in bir pislik yapacağı da bakışlarından belliydi.


sdefghjk.jpg


Nadir baktı kız bakışlarına karşılık vermiyor bu defa da imalı olduğu kadar samimiyet dozu da kaçık bir ses tonuyla "Ellerine sağlık" dedikten sonra kahveyi alma bahanesiyle Hasret'in eline dokundu. Ancak tam o anda da ters ters bakan Hasret adamın elini okşadığını hissedip refleksle tepsiyi geri çekti. Tabii o anla birlikte tepsideki kahve devrilip Nadir'in üzerine dökülmüş adam can havliyle "Ah! Yandım be dikkat etsene!" diye bağırarak ayağa sıçramıştı.

Hasret korku dolu gözlerle geri geri giderken salonda da bir kaos olmuştu. Ayla Hanım kızı adına özür dileyip üstünü silmesi için peçete veriyor Nadir sıcak kahveyle neye uğradığını şaşırarak kimseyi dinlemeden söylene söylene banyoya doğru gidiyor Münevver Hanım'da bir yandan dizini dövüp bir yandan da kocasına "Kız daha kahve servisi bile yapamıyor Sadi! Bu kız oğluma torunlarıma nasıl bakacak? Hadi kalk gidelim istemem ben bunu katiyen istemem!" diyordu. Kadın gelin değil kazık kadar oğluna bakıcı alıyordu sanki! Salih'in derdi ise Hasret'ti. Kızına öyle bir bakış atmıştı ki Hasret misafirler gittikten sonra başına neler geleceğini anlayıp sessizce ağlamaya başlamıştı.

Kız isteme töreni Nadir'in kızgın bir halde geri dönerek kapıyı sertçe vurup çıkmasıyla sona ermişe benziyordu. Salih dünür saydığı insanları daha kızı bile istemediklerini söyleyerek durdurmaya çalışırken Münevver Hanım'da sehpadaki çiçeği ve çikolatayı geri alıp "Al bu beceriksiz kızını da hayrını gör Salih Efendi!" dedikten sonra kocasıyla birlikte apar topar evden ayrıldı. Halbuki sadece kahve dökülmüştü. Şuncacık şeye böyle bir tepki veriyorlarsa ailece pek de sağlam pabuç değillerdi belli ki. Onların bu hararetli çıkışı dışarıda bekleyen Orhan ile Fikret'i de şaşırtmıştı. Önce damat adayı evden sinirle çıkmıştı şimdi de ailesi peşinden gidiyordu. Belli ki kız isteme töreni başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Fikret ile Orhan işin kendiliğinden bozulmasına anlık bir şekilde gülümsese de bunun neye sebebiyet verebileceğini düşününce aynı anda yüzlerini asarak koşar adım bahçeye girdiler. Hislerine güvenmekle de iyi yapmışlardı çünkü pencereye yaklaşıp içeriyi gözlediklerinde Ayla Hanım'ı Hasret'in önüne geçmiş Salih'i de kemerini çıkararak bir yandan kızına vurup bir yandan da küfür kıyamet bağırırken bulmuşlardı.

Fikret bu şok görüntü sonrası ne yapacaklarını anlamak için kardeşine doğru döndü ama döndüğünde Orhan'ı yanında bulamadı. Halbuki daha şimdi buradaydı. Gerçi bulamaması da normaldi çünkü Orhan adamın elindeki kemeri görür görmez neler olabileceğini anlayıp çoktan evin önüne doğru giderek kapıyı yumruklamaya başlamıştı bile. Fikret kardeşini yanında bulamamanın telaşıyla ön tarafa doğru giderken tam "Ne yapıyorsun Orhan?" diyordu ki adeta önüne uçtuğu kapı Salih tarafından açıldı. Arkasını döndüğünde Salih ikisine de ters ters bakıyordu. O da Sadi Bey oğlunu ikna etti de geri döndüler sanmıştı ama o iş öyle değildi.

Orhan adamın elindeki kemere şöyle bir baktıktan sonra kim olduğuna dair hiçbir açıklama yapmadan başını içeriye doğru uzatıp "Hasret!" diye bağırmaya başladı. Hasret bu seslenişle tedirgin olup annesine bakmış Fikret'te ne saçmalıyorsun dercesine kardeşine bakıp kolunu dürtmüştü ama yok Orhan'ın gözü dönmüştü bir kere kimseyi dinleyecek halde değildi.

Adamın tekinin kapısına dayanıp kızına seslendiğini duyan Salih ise Orhan'ı kapının dışına doğru itip "Hop hop!" dedikten sonra iki kardeşe de öfkeyle bakarak "Senin benim kızımla ne işin olur efendi? Bas git akşam akşam asabımı bozma benim!" diye bağırdı. Orhan öfkeli bir halde ona doğru bir adım atarken araya girmeye niyetlenen kardeşine "Fikret sen karışma!" dedikten sonra yeniden Salih'e döndü ve tek gözünü kısa kısa "Bozarsam ne olur?" dedi. Valla pek iyi şeyler olmaz gibiydi. Hasret ile annesi olanı biteni kenar köşeden korku dolu gözlerle izlerken Orhan da kızın ağlaması bir yana dudağınında kanadığını görmüştü. Birkaç dakika içinde kızı ne hale getirmiş lanet herif!


rytgy.jpg


Hasret'i o halde görünce Orhan iyi olup olmadığını anlamak için içeriye girmek istemişti ama Salih ona engel olup "Lan gidin şuradan haneye tecavüzden attırırım sizi içeriye belanızı benden bulmayın!" dedi. Orhan'ın gitmeye niyeti yoktu. Salih ise ona diyeceğini dedikten sonra Hasret'e dönerek "Tanıyon mu kız bunları? Seni gözümün önünden ayırmıyom hangi ara kuyruk salladın da kapıma gelmeye cesaret ettiler!" diye bağırdı. Hasret korkudan ağzını bile açamamıştı. Kazara bir tanıyorum dese bu adam onu lime lime ederdi herhalde.

Hasret suskun kalınca onun yerine bu soruyu Orhan cevaplamış ve kendi kardeşi dahil oradaki herkesi şaşırtarak "Bana bak doğru konuş Hasret'in babası falan demem bütün kemiklerini kırıp eline veririm senin! Kimsenin kimseye kuyruk salladığı falan yok. Biz Hasret ile sözleştik kızına da ben talibim! Onu da benden başka hiç kimseye veremezsin!" demişti. Ne dedi ne dedi!


strdyyguh.jpg


Fikret büyük bir şokla kardeşine bakıp "Orhan ne diyorsun sen aklını mı kaçırdın?" derken Hasret'te ondan farklı değildi. Demek seni çekip alacağım derken bunu kastediyordu. Evlenecekti kendisiyle. İyi de neden böyle bir şey yapıyordu ki?

Orhan kardeşinin söylediğini umursamazken Salih ikisini de şöyle bir süzüp önce "Demek kızı istiyorsun" dedi sonra da Orhan'ın gayet kararlı bir şekilde "Evet istiyorum!" demesiyle de "Benim senin gibi ev basan şehir eşkıyasına vercek kızım yok. Hadi yallah başka kapıya!" diyerek kapıyı sertçe yüzlerine kapattı. Orhan kapıyı yumruklayıp bir yandan da "Hasret odana git kapıyı da üstünden kilitle!" diye bağırırken Fikret gözü dönen kardeşini tutmaya çalışıyordu. Ne yalan söylesin içinden de Allah'tan adam gaza gelip kızı vermedi diye geçiriyordu tabii. Tamam kıza yardım etmeyi Fikret'te istiyordu ama evlenmek de ne demekti Allah aşkına!

•●●·٠•●●•٠·˙

Orhan yılmamıştı. Karakola giderek şikayetçi olmuş ve bu sefer de kapıya polislerle dayanmıştı. Tabii bundan sonrası da pek umduğu gibi gitmemişti çünkü Hasret babasının korkusundan yapılan ihbarın gerçek olmadığını ve Orhan ile Fikret'in de kapılarına dayanıp kendisiyle alakalı asılsız şeyler söyleyerek ailesini rahatsız ettiğini yazılı bir şekilde polise iletmişti.

Fikret zaten böyle olacağını biliyordu ama Orhan yine de bir umutla kızın gerçeği söyleyebileceğini düşünüyordu. En kötüsü de bir daha bu eve yaklaşmamaları konusunda ciddi bir uyarı almaları olmuştu. İki kardeş çıkan kargaşa sonrası şimdi de sessizce arabada oturuyordu. Hâlâ gitmemişler uzaktan bir yerden eve doğru bakıyorlardı.

"Orhan sen ne yaptığının farkında mısın? Doğru düzgün tanımadığın bir kızın babasına kızına talibim dedin! Ya adam kabul edip kızı verseydi?"

Orhan sessizce durup düşünmeye devam ediyordu. Aslında bunu söylemeyi o da planlamamıştı ama kızı öyle yüzü gözü kan içinde görünce o an tek çare de bu gibi gelmişti. Kardeşi cevap vermeyince Fikret her zaman yaptığı gibi yine kolunu dürtüp "Aklından yine neler geçiyor Orhan?" diye sordu. Neler geçmiyordu ki?

Orhan saate bakıp gece yarısına yaklaştığını görünce eve doğru baktı. Işıklar kapanmıştı yani uyumuş olmalılardı. Bundan aldığı cesaretle arabanın kapısını açıp "Fikret sen burada kal ben hemen döneceğim" dedi ama Fikret onu anında kolundan yakalayıp "Saçmalama! Geceyi nezarette mi geçirmek istiyorsun?" diye sordu. Haklıydı. Yaptıklarından sonra zaten zor bela salınmışlardı. Şimdi Orhan ihtara rağmen oraya gider bir de yakalanırsa artık babası gelse onları kurtaramazdı.

Orhan kardeşine bakıp "Hasret'e söylemem gereken bir şey var. Söyleyip hemen geri döneceğim sonra da söz veriyorum birlikte eve döneceğiz" dedi. Fikret yapma der gibi baksa da Orhan kafasına koyduğunu yapma derdindeydi.

"Dikkat et bari kimseye görünme"

"Merak etme sadece Hasret'e görünüp geri döneceğim"

Fikret'i orada bıraktıktan sonra ses çıkarmamaya özen göstererek eve yaklaşıp bahçeye girdi ve evin etrafından dolanıp Hasret'in odasının neresi olduğunu anlamaya çalıştı. Bulması da zor olmamıştı çünkü ışığı kapalı olsa da Hasret henüz uyumamıştı. Orhan gören olup olmadığını kontrol ettikten sonra pencereyi yavaşça tıklatıp açılmasını beklemeye başladı.

Hasret'te sesi duyar duymaz pencereye doğru bakmış ve yine Orhan olabilir mi diye beklemeden heyecanla perdesini açmıştı. Gerçekten de oydu. Her şeye rağmen gitmemişti. Gülümsemek ile gülümsememek arasında gidip gelirken Orhan'ın camı açmasını istemesiyle dediğini yapıp camı araladı.

Orhan burada fazla oyalanmaması gerektiğini biliyordu. Bu yüzden de direkt sadede gelip kendisine şaşkın şaşkın bakan Hasret'e "Bu saatte geldiğim için özür dilerim ama yarını bekleyemedim. Babana söylediklerim konusunda ciddi olduğumu bilmeni istiyorum. Eğer sen de razıysan yarın dükkana gelirken kimliğini de yanına al. Nikah için başvuru yapıp birkaç gün içinde de evlenerek bu esaretten kurtulmanı sağlayacağım" deyince Hasret kulaklarına inanamamıştı. Orhan'a bakıyordu ama onun gerçek mi yoksa hayal mi olduğuna bir türlü karar veremiyordu.

Bu adam bir anda nereden girmişti ki hayatına? Karşılaşmaları sıradan bir rastlantıdan ibaret miydi yoksa zaten birbirlerinin kaderlerine mi yazılmışlardı? Ne olursa olsun görünen o ki Hasret'in bu esaretten kurtulması Orhan'ın elinde gibiydi.


fff.png


4.Bölümün Sonu

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
https://www.hanimefendi.com/forum/konu/nk83un-hikayelerine-yorumlariniz.56858/page-76
 

Ekli dosyalar

  • wefghj.png
    wefghj.png
    37,4 KB · Görüntüleme: 5
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.518
Tepki
84.164
Puan
113
Konum
İstanbul
5.Bölüm : Hiç heveslenme vermem seni o adama!

"Babana söylediklerim konusunda ciddi olduğumu bilmeni istiyorum. Eğer sen de razıysan yarın dükkana gelirken kimliğini de yanına al. Nikah için başvuru yapıp birkaç gün içinde de evlenerek bu esaretten kurtulmanı sağlayacağım"

Orhan'ın sözlerinden sonra Hasret sessizliğini bir müddet korumuştu. Aslında biraz da tedirgin olmuyor değildi. O da haklıydı tabii sonuçta Orhan'ı hiç tanımıyordu. Tamam iyi birine benziyordu ama ne olursa olsun o Hasret için bir yabancıydı. Hiç tanımadığı bir adama nasıl bu kadar çabuk güvenebilirdi ki?

Gerçi Nadir'i biliyorlardı da ne oluyordu? Adamın kız istemeye gelmiş halleri ortadaydı. Ailesinin yanında kıza sarkmadığı mı kalmıştı bağırıp çağırmadığı mı? Saklamıyordu da kendisini nasıl biri olduğu alenen ortadaydı. Sanki "Lanetin tekiyim ben! Gör bak öyle var bana sonradan mızmızlanma" der gibiydi hali tavrı.

Hasret ne yapacağını bilemez bir halde kendisinden bir tepki bekleyen Orhan'a bakarken tam dudaklarını oynatıp bir şeyler söyleyecekti ki içeriden kapı kapanma sesi duyuldu. Ya annesi ya da babası uyanmış olmalıydı. O saniyede de Orhan'ın "Dur kapatma!" demesine kalmadan hemen pencereyi kapatıp perdeyi de sonuna kadar çekerek hızla yatağının içine girdi.

Ara sıra da kapıya olduğu gibi pencereye doğru da bakıp Orhan'ın gidip gitmediğini anlamaya çalışıyordu. Oradaydı. Kenara çekilmiş olsa da gölgesi belli belirsiz halde perdeye vuruyordu. Hasret yüzündeki tebessümle çekil demek istermiş gibi perdeyi hızlı hızlı salladıktan sonra elini çekip yorganı da başına kadar örttü. İçeriden de kulağına takır tukur sesler eşliğinde babasının "Fazla bir şey yapma iki tek atıp yatcam" demesi gelmeye başlamıştı. Bütün gün içemedi ya gözüne uyku girmedi tabii adamın.

Yorganın altında içeriden gelen sesleri dinleyen Hasret bir yandan da Orhan'ın hem babasına hem de kendisine söylediklerini düşünüyordu. Aslında daha da çok Orhan'ı düşünüyordu. Sanki yavaş yavaş kanı ısınmaya da başlamıştı ona. Bir kere hoş bir adam olmasının yanı sıra nazikti kibardı korumacıydı ve Hasret'e bakarken gözleri de şefkat doluydu. Ama bugün kendisini istemeye gelen Nadir öyle miydi? Kaba saba ve sinirli biri olduğu gün gibi açıktı. Hasret'e karşı olan saygısız bakışları da ortadaydı. Babası o adamla evlenmeye mecbur ederse Hasret bir hapishaneden çıkıp başka bir hapishaneye geçmiş gibi olacaktı. En kötüsü de bu sefer kurtulmak için hiçbir umudu da kalmayacak o adamın yanında aynı annesi gibi yitip gidecekti. Hasret bunları düşünürken içeriden de yine sesler gelmeye başlamıştı.

"Of! Ne diye bozuldu bu şimdi?"

"Ne o Salih?"

"Radyo ne olcak! Ben yokken kurcalıyonuz mu ne yapıyonuz tam da türkünün en güzel yerinde gitti bu meret!"

"Neden kurcalayalım ki senin radyonu? Ellemedik vallahi. Hem boş ver Salih bu gecelik dinleme zaten geç oldu yarın tamir ettiririz öyle dinlersin"

"Bak bak bak üç kuruşluk aklıyla verdiği cevaba bak! Şurada kaçırdığınız keyfimi yerine getirem diyom sabahtan beri analı kızlı birlik olmuş gibi daha da çok çıldırtıyonuz adamı!"

"Ne yapayım şimdi bilemedim ki..."

"Sen hiçbir şey bilme zaten! Bugüne kadar neyi bildin ki bunu bilesin? Hadi kalk şuradan kızı çağır"

"Hasret'i mi? İyi de kız uyuyor ama..."

"Uyandır o zaman!"

"Kıza ilişme Salih bugün çok yoruldu bırak uyusun. Söyle ne istiyorsan ben yapayım"

"Bak dakka tutuyom bir dakka içinde kızın ahanda şuraya bir gelmemiş olsun saçından sürüyerek getirir oturturum karşıma "

"Tamam tamam uyandırıyorum"

Babasının sözlerini duyan Hasret daha annesi odaya bile gelmeden yorganını üzerinden çekmiş ayağa da kalkmıştı. Ayla Hanım da sessizce içeriye girip kızını üzerine hırka giyerken görünce üzgün bir halde "Hadi acele et kızım" diyerek yeniden mutfağa geri döndü. Etmeyip de ne yapacaktı zaten?

Hasret hırkasının önünü bağlayarak odasından çıktığında babası da ona dik dik bakıp "Öyle yan gelip yatmaylan olmuyor Hasret Hanım! Gel otur bakayım karşıma" dedi. Salih'in sözünü ikiletmeden karşısına oturduğunda babası da bu gece olanları düşünerek kızına ters ters bakmaya başlamıştı. Hasret ise hangi an patlayacağını bilemediği için huzursuzca önüne bakıp duruyordu.

Salih bardağını eline alıp içerken bir yandan da önündeki kızartma tabağını işaret ederek "Ye hadi ye!" dedi. Hasret'in bakışları bu dediğini duyar duymaz babasına dönmüştü. Saat gece yarısını geçmiş ne yemesinden bahsediyordu Allah aşkına? Kızın içini dışına çıkaracak bu saatte. Ayla Hanım da yanlarına gelip oturunca Salih gözlerini anne kızın arasında gezdirip "Bitcek o tabaktakiler sonra canın anacığın kızım aç açına yattı diye üzülüyo" dedikten sonra radyosunu yeniden eline alıp ses çıksın diye de üst tarafına birkaç kez vurmaya başladı.

Hasret endişeli gözlerle annesine yiyemem der gibi bakınca Ayla Hanım'da bir yandan önüne çatal koyar gibi yapıp bir yandan da yemeyecekse babasına belli etmeden eline verdiği peçeteye koymasını işaret ediyordu. Onlar kaş göz işaretleriyle anlaşırken Salih elindeki radyoyu koltuğun üzerine sinirle atıp "Uğraşamam bununla sen söyle" dedi. Kim ne söyleyecek?

Ayla Hanım eşinin bakışlarını takip edip Hasret'e baktığını görerek "Ne söylesin bey?" deyince Salih az önce dediği şeyi açıklayıp "Yarım kalan türküyü diyom. Kızın söylesin radyo çalışmıyo. Hem bu zıkkım şarkısız türküsüz gitmez boğazımdan" dedi. Gitmesin de zaten kalsın boğazında! Annesi kulağına doğru sokulup az önceki türkünün ne olduğunu söylerken Hasret'te iyiden iyiye bunalmış bir halde hem ağlayıp hem de türküye giriş yaptı.


Türkünün sözleri akıp gittikçe Hasret'te gözlerini kapatmış aklına Orhan ile ilgili güzel şeyler getirip bu eziyetten zihnen uzaklaştırmaya çalışıyordu. O Orhan'ın yarasını temizleyip elini sardığını ve penceresinden camı tıkladığı anları düşünerek türküsüne devam ederken o sıralarda kalp kalbe karşıymış gibi Orhan'da onu düşünüyordu.

Bu evlilik fikrini de iyiden iyiye kabullenmişe benziyordu. Hatta hiç tereddüdü kalmamış eve dönüş yolunda da kafasında her şeyi oturtmuştu. Hasret yarın kimliğiyle bir gelsin hemen işlemleri başlatıp o narin kırılgan kızı o vicdan yoksunu adamın elinden alacaktı.

"Orhan..."

"Ne oldu?"

"Dalmışsın"

"Hasret'i düşünüyordum. O adamla aynı çatı altında olduğunu bilmek beni çok huzursuz ediyor"

"Fark ettim ama eve geldik hadi içeriye girelim. Annem yine camın önünde merakla bizim dönüşümüzü bekliyor"

Orhan ile Fikret'in omuz omuza vermiş eve doğru yürüdüğünü gören Neyhan Hanım sonunda rahat bir nefes almıştı. Saat kaç olmuş nereden geliyordu bu çocuklar allasen! Apar topar odadan çıkıp kapıya doğru geldiğinde içeriye giren çocuklarına sitemkar bir şekilde bakıp "Aşk olsun ikinize de! Ne işiymiş bu saat kaç oldu oğlum gündüzler torbaya mı girdi?" deyince Orhan ile Fikret aynı anda tuttukları çiçeği Neyhan Hanım'a uzatıp yanaklarına da birer öpücük kondurarak "Özür dileriz. Bir daha olmayacak" dediler. Ha olsaydı bir de!

Neyhan Hanım çiçeğini kucaklayıp oğullarına bakarak "Hırlısı var hırsızı var evlatlarım öldüm öldüm dirildim. Bak üstümü bile değiştiremedim size bir şey olur da hemen evden çıkmamız gerekir diye" dediğinde Orhan durumu kontrol altına almak için hemen annesine sarılarak "Korkma annem bir şey olduğu yok. Hatta sana yakında çok güzel bir sürprizim var" dedi. Neyi varmış neyi?

Neyhan Hanım meraklı bakışlarını oğluna çevirip neden bahsettiğini sorarken Fikret'te kardeşinin hâlâ aynı fikirde ve aynı kararlılıkta olduğunu anlayıp ellerini bitik bir halde başının üzerine koydu. Yapmasa ya şöyle kadın huylanacak şimdi! Orhan annesine sürprizini zamanı gelince söyleyeceğinden ve çok mutlu olacağından bahsederken Hasret'te türküsünü bitirmiş tebessüm ettiğini fark eden babasının da "Hiç heveslenme vermem seni o adama!" demesiyle gözlerini açmıştı.

Baba kız o an göz göze kalmıştı. Hasret Orhan'dan bahsettiğini anlayıp içten içe üzülürken babası da hem içip hem de Orhan ile ilgili konuşmaya devam ederek "Beyzadeye bak hele gül gibi kızıma talipmiş! Geçmiş karşıma bir de utanmadan arlanmadan gerine gerine söylüyor. Talip olduğu kızın babasının önünde saygıdan el pençe divan durcana gelmiş bir de kafa tutuyor benimle dünkü çocuk! Kemiklerimi kırıp elime verirmiş ha... Sen kimsin efendi! Öyle ev basıp talibim demeylen olmaz o işler önce adam olcan öyle çıkcan karşıma yoksa benden değil kız çöp poşeti bile alamazsın!" dedi. İşte adamına göre muamele yapınca senin kısmetine de bu düştü be Salih Efendi!

Hasret bir şey söylememek için zor duruyor annesi de yer sofrasının altından cevap vermesin diye hırkasının ucunu çekiştiriyordu. Neyse ki Salih sonunda gidip zıbarmaya karar vermiş olacak ki oturduğu yerden sallana sallana ayağa kalktı. Onunla birlikte anne kızda kalkmış söylenmesine fırsat vermeden hemen Salih'in kollarının altına girmişlerdi. Adam da yürümeye çalışırken hâlâ konuşuyor Hasret'e de "Hiç onunla bununla hayal kurma asıl ben kırarım kolunu bacağını! Ben söz verdim seni Sadi'nin oğlu Nadir ile evlendircem. Hele bir taş koy yoluma bak ne oluyor görürsün" diyordu.

Hasret kayan babasını sinirle yeniden omuzlarken bir yandan da gayri ihtiyari bir şekilde "O kaba saba adamla evleneceğime ölürüm daha iyi!" deyince Salih bu dediğini duyarak durdu. Ayla Hanım kızdığını anladığından aralarına geçmek için bir adım atsa da Salih olduğu yerden Hasret'e şöyle bir bakıp "Demek Nadir ile evlencene ölürsün daha iyi ha!" dedikten sonra Ayla Hanım'ın müdahalesini umursamadan "Sen ölmeyi bayılmak sandın herhalde!" diyerek kızının suratına tokadı bastı.

Maalesef o anla birlikte de hiç hoş olmayan şeyler yaşanmış Salih bir yandan kendisine karşı geliyor diye bağırıp çağırıp bir yandan da bütün sinirini oradan oraya savurduğu yerden yere attığı kızından çıkarmaya başlamıştı. Hasret babasından aldığı her darbede kararını daha da netleştiriyordu. Yarın Orhan geldiğinde ne derse kabul edip kendisini kurtaracaktı bu cehennemden...

•●●·٠•●●•٠·˙

Berbat geçen bir gecenin ardından Salih sızmış Ayla Hanım da kızının düşerken incinen bacağına buz koymaya başlamıştı. O da kendinden çok kızı için üzülüyordu. Bugünkü genç yani Orhan ona da bir umut ışığı olmuştu sanki. Kızını koruma şekline bakılacak olunursa iyi de bir gençti. Konuşmalarından tavrından tarzından anladığı kadarıyla okumuş etmiş eli ekmek tutan sağlam biri gibiydi. Kızını ele güne de muhtaç etmezdi. Kırmaz incitmezdi de. Madem efendi gibi evlenmek de istiyordu o zaman alsın kurtarsın kızını bu caninin elinden yoksa Salih'in elinde olmasa da kızı Nadir'in elinde yok olup gidecekti.

Ayla Hanım bu düşünceler eşliğinde kızının moraran çenesini acıtmadan tutup "Sen de evlenmek istiyor musun o gençle?" diye sordu. Hasret çekinse de şu an yaşadığı hayatı gözlerinin önüne getirip ağlayarak "İstiyorum" deyince annesinde ona "O zaman gidin evlenin. Ben annen olarak razıyım" deyip sıkıca sarıldı. Kızının o katil bakışlı tekinsiz Nadir ile evleneceğine fazla tanımıyor olsa da yine de Orhan ile evlenmesini yeğlerdi.

Hasret şaşırmıştı. Annesine bakıp "Sen ne olacaksın?" diye sorunca Ayla Hanım da zoraki bir tebessümle "Sen iyi olursan ben zaten iyi olurum" dedikten sonra Hasret'in "Yarın dükkana gelirken kimliğimi getirmemi istedi. Nikah işlemleri için" demesiyle de yerinden kalkıp odadan çıktı. Hasret ne olduğunu anlayamasa da annesinin birkaç saniye sonra geri gelip kimliğini avucunun içine koyarak "Al bunu kaç kurtar kendini! Bu genç kimdir nedir bilmem ama eminim ki Nadir itinden bin kat daha iyidir" demesiyle buruk bir halde gülümseyip annesine sarıldı.

Evet bunu yapacaktı.

Hem belki bir yolunu bulur ileride annesini de kurtarırdı bu çukurdan...


•●●Ertesi Gün·٠•●●•٠·˙


"Fikret hazır mısın?"

Orhan kardeşinin odasına girdiğinde Fikret telefon görüşmesi yapıyordu. Bu yüzden de kardeşine başıyla işaret ederek hazır olduğunu belli ettikten sonra telefondaki kişiye arayıp kendisini bilgilendirdikleri için teşekkür ederek telefonu kapattı. Orhan da ne olduğunu merak eder bir edayla bakıyor ve kardeşinin yüzündeki mutlu ifadenin nedenini çözmeye çalışıyordu. Merak etmesin zira bugün bir güzel haberde Fikret'ten alacaklardı.

Fikret telefonu çantasına koyduktan sonra kardeşine dönüp onun az önceki hitabına ithafen bir düzeltme yaparak "Fikret değil! Çiçeği burnunda edebiyat öğretmeni Fikret Ertekin!" dedi. Orhan bu habere çok sevinmişti. Birbirlerine sıkı sıkı sarılırken bir yandan kardeşini tebrik edip bir yandan da ona takılarak "Karşında bir sınıf dolusu Mert olacak. Buna hazır mısın?" diye sordu. Bu soru ikisine de tebessüm ettirmişti. Fikret haylaz kardeşinden dolayı epey bir idmanlı olduğunu söyleyip sonra da "Hadi gidip bizimkilere de güzel haberi verelim" dedi.

İki kardeş odadan çıkarken Hasret'te sabah erkenden kalkmış aksayan ayağı yüzünden de zar zor yürüyerek üstünü değiştiriyordu. Elleri kırılasıca nasıl da acımadan itip kakmıştı kızı öyle! Hasret aynasına yaklaşıp çenesinin altına baktığında morluğun hâlâ geçmediğini görünce onu kapatmak için bir çare aramaya başladı. Orhan da bugün dükkana geleceğini söylemişti. Şimdi bu izi ve bacağındaki aksaklığı fark ederse ki büyük ihtimalle de edecektir. İşte o zaman yine babasıyla arasında bir gerginlik yaşanması da kaçınılmaz olur.

Dolabını açıp bir eşarp bularak yanına alırken içeriden de yine "Hasret!" sesleri yükselmeye başlamıştı. Bu seslenişler eşliğinde annesi de kapısını açıp "Hazırsan hadi bekletme babanı" dedikten sonra sessizce "Kimliğini çantana koydun mu?" diye sordu. Hasret koyduğunu söyleyince de birlikte odadan çıktılar.

Salih ayakkabılarını giymeye çalışırken bir yandan da odadan çıkarak yanına doğru gelen kızının aksayan ayağına bakıyordu. Buna da diyecek bir iki lafı vardı herhalde. Hasret zar zor basarak gelip hırkasına uzanırken Salih ayağına şöyle bir bakıp önce "Doğru yürü kız! Acındırıp durma kendini gören de bir şey yaptım sancak" dedi sonra da ayağına doğru sanki yalandan yapıyormuş da bir şeyi yokmuş gibi tekme atıp "Bak sapasağlamsın işte" dedi acısını zerre kadar umursamadan. Hasret'in yüzü hiç de öyle demiyordu ama. Kızın üzerinden buldozer gibi geçti hâlâ bir şey yapmadım sanıyor mendebur!

Salih karısının yüzüne bile bakmadan "Hadi eyvallah" diyerek evden çıkarken ağrıyan ayağını ovalayan Hasret'te "Az kaldı kurtulacaksın merak etme" diyen annesine sarılıp babasının hemen arkasından çıktı. Onlar baba kız dükkana doğru yol alırken Fikret'te güzel haberi ailesine vermiş kutlamaları kabul ediyordu. Sanki bir kişi de eksikti. Bu eksikliği Orhan'da ilk anda fark etmişti ve "Mert nerede anne? Onu bu sabah hiç görmedim. Hasta mı yoksa?" diye sormadan da edememişti. Yok canım ne hastası? Turp gibiydi turp!

"Sabah erkenden dersi varmış evden topukları totosuna vura vura çıktı. Sanırsın okula değil dünyaca ünlü bir şarkıcının imza gününe gidiyor. Okuldan önce de güya arkadaşından ders notları alacakmış bizim tembeller krallığını yöneten Mert Efendi! Duy da inanma ayol! Bir gün iş yaptırdım oğlanın okul aşkı kabardı"

Bu konuşulanlara şahit olan küçük Talha korku dolu gözlerle Talat dedesine dönüp "Anneannem geçen gün kız halaya oğlan dayıya çeker demişti. Çok korkuyorum dede ya ben de Mert dayıma benzersem ve anneannem benim arkamdan da böyle konuşursa ne yaparım ben!" deyince bu dediği herkesin yüzünü gülümsetmişti.

Bu soru sonrası Firuze merakla oğluna doğru dönerek "Sen hangi dayın gibi olmak istiyorsun peki?" diye sordu. Ufaklık işaret parmağını dudağına vura vura düşünüp sonra da tek tek dayılarına bakarak "Can dayım gibi mimar olmak istiyorum çünkü onun yanına gittiğimde bana bir sürü şey öğretiyor ve ben hiç sıkılmıyorum. Orhan dayım gibi de güçlü olmak istiyorum çünkü ne zaman deve güreşinde onunla eş olsak bütün dayımları yeniyoruz. Fikret dayım gibi de komik ve eğlenceli olmak istiyorum çünkü gördüğüm kadarıyla kızlar da komik erkekleri seviyorlar. Hem zaten ikimizin de saçları kıvırcık ve kocaman kesin tipimde ona benzeyecek çok yakışıklı olacağım" dedi. Bak sen şu bücüre...


grghdfhd.jpg


Masada halihazırda bulunan üç dayısı da aynı anda ufaklığın kıvırcık saçlarını karıştırıp sırayla yanaklarını öptükten sonra yavaş yavaş dağılmak için ayaklandı. Herkesin işi gücü ve yetişmesi gereken yerler vardı. Orhan'da onlardan biriydi. Hasret'in yanına gidip bir an önce nikah için başvuru yapmalılardı. Tabii kızı o dükkandan nasıl çıkaracağını da bilmiyordu ama bulacaktı bir çaresini artık.

Evden hep beraber çıkıp arabalara geçmişlerdi. Önce Talat Bey ve Firuze Talha ile yollarına gitmiş sonra da Can kardeşleri ile biraz kapı önü sohbeti yapıp yanlarından ayrılmıştı. En arkada kalan Orhan ise aniden kapısını açıp yanına oturan Fikret'in varlığıyla şaşırmış gibi bakmaya başlamıştı. Fikret'te onun aksine "Niye şaşırdın?" der gibi bir rahat rahat bakıyordu. Orhan bir şey diyememiş sadece tebessüm edip önüne dönerek arabayı çalıştırmıştı.

"Babamla konuşurken size kulak misafiri oldum şirkete öğleden sonra geleceğini söylüyordun. Ben de o kadar saat ne yapacağını merak ettiğim için seninle gelip kendi gözlerimle göreyim istedim"

"Bence nereye gideceğimi çok iyi biliyorsun Fikret"

"Hasret'e..."

"Nikah için başvuru yapmamız lazım. Onu o evden ne kadar hızlı çıkarırsam o kadar iyi"

"Kararlısın yani"

"Evet kararlıyım"

"O kızı tanımıyorsun bile! Evlilik bu Orhan sıradan eften püften bir şey değil. Ömrünü geçireceksin bu kızla"

"Bu evlilik sadece kızı kurtarmak için yapılmış bir evlilik olacak altında duygusal bir mana arama"

"Ne yani kızla evlenip onu kendine bağlayarak mı özgür kalmasını sağlayacaksın? Orhan bu ne demek biliyor musun? Kızın bileğindeki kelepçeyi başka bir kelepçe ile değiştirmek demek"

"Hasret benimle evlendiğinde bana bir kelepçe ile bağlı gibi olduğunu hissetmeyecek. Kendi ayaklarının üstünde durup kimseye karşı boynunu eğmek zorunda kalmadığında hayatına istediği şekilde devam edebilir. Yeter ki o adamın boyunduruğu altından çıksın"

"Gerçek olmayan ve sadece kızı kurtarmak adına yapılmış formaliteden bir evlilik olacak yani. Annemlere de böyle mi diyeceğiz?"

"Onların bunları bilmesine gerek yok. Hasret ile tanıştık ve kısa zamanda evlenmeye karar verdik o kadar"

"O kadar mı?"

"Annemin benim için ne kadar üzüldüğünün farkındayım. Zeynep'in ardından toparlanamadığımı o da görüyor. Belki Hasret'in varlığı sayesinde benim için endişelenmeyi bırakır. Benim bu saatten sonra birini sevmekmiş evlenmekmiş gibi bir düşüncem yok Fikret. Bırak kararan hayatım başka birinin hayatına umut ışığı olsun"

Bu konuşmanın üzerine arabada sessizlik olmuştu. Orhan duygusal konularda her ne kadar net olsa da Fikret yine de işlerin karışabileceğini düşünüyordu. Yahu bu ikisi evli olacak yani aynı evin içinde burun buruna yaşayacaktı. Ayrıca olanları düşünecek olursak Orhan da kızın karşısına adeta beyaz atlı prensi gibi çıkmıştı. Böyle bir durumda hangi kızın aklı karışmazdı ki?

Çiçekçi dükkanının önüne geldiklerinde Fikret aklından geçenleri daha fazla içinde tutamayıp "Ya bu süre içinde kız sana aşık olursa?" diye sordu. Orhan emniyet kemerini çözerken aniden durmuştu. Nasıl bir soruydu bu şimdi?

Orhan kardeşine verecek bir cevabı yokmuş gibi bakarken aniden arabanın arka kapısı açıldı. İkisi de aynı hızla arkaya doğru döndüğünde Mert ağabeylerine sırıtarak bakıp "Kaç gündür ne işler karıştırıyorsunuz bilmiyorum ama her ne yapıyorsanız bu işe beni de dahil edin. Ne isterseniz yaparım" deyiverdi. Ah! Al başına belayı!

Orhan ile "Bu ne arıyor burada?" dercesine bakışan Fikret sinirle arabadan çıkıp arka kapıyı açtıktan sonra "Çık dışarı!" dedi. Orhan da içeriden kaş göz işareti yaparak "Çık Mert!" dedikten sonra önce kendisi sonra da küçük kardeşi arabadan dışarıya çıktı. Yan yana geldiklerinde iki ağabeyi de Mert'i kaçamayacak şekilde köşeye sıkıştırmıştı. Hangi yöne baksa kızgın bakışlarla karşılaşıyordu ve açıkçası bu da biraz tırsmasına yol açıyordu.

Fikret tam kardeşinin kulağını tutup ters çevirerek "Hani sabah erkenden dersin vardı? Yalancıya bak bir de kuyruk gibi peşimize takılmış sinsi sinsi takip ediyor!" diyordu ki Salih'in kamyoneti sokağa giriş yaptı. Orhan kardeşlerini orada bırakıp ağır adımlarla arabanın önüne geçerken bir yandan da Hasret'in gelip gelmediğini anlamaya çalışıyordu. Gelmişti ama pek hoş gelmemişti.

Hasret arabadan aksayan ayağıyla bir hayli zorlanarak inip torbaları yüklenirken Orhan da bu gördüğüyle çılgına dönmüştü. Ne olmuştu bu kıza böyle? Onu son gördüğünde ayağında hiçbir problem yoktu ama şimdi öyle değildi. Attığı her adımda da canının yandığı gözle görülebiliyordu. Bu adam onlar gittikten sonra kıza bir şey yapmıştı. Belliydi bu...

"Fikret!"

"Ne oldu?"

"Mert'i bırak gelmesi iyi oldu. Bize yardım edecek"

"Ne diyorsun Orhan ne yardımı?"

Orhan düşünceli bir halde birkaç saniye sessiz kalıp sonra da kendinden emin bir tavırla Fikret'e dönerek "Hasret'in babası beni de seni de gördü. O yüzden Mert'e ihtiyacımız var" dedikten sonra bu defa da Mert'e döndü ve "Nasıl yaparsın bilmiyorum ama bu adamı buradan birkaç saatliğine uzaklaştırman gerekiyor. Bunu yapabilir misin Mert?" diye sordu. Bu olaya kardeşini dahil etmekle doğru mu yapıyordu acaba? Bu yardımına başvurulacak kardeş Mert'ti çünkü.

Mert yan gözle çiçekçi dükkanına bakıp "Hasret o muydu?" deyince Fikret'te uzatıyor diye ensesine bir tane patlatıp "Lafı değiştirmeden ağabeyinin sorusuna cevap ver!" dedi. Mert durumun ciddi olduğunu anlamıştı. Bu yüzden de ensesini tutarak adamı istedikleri süre boyunca buradan uzaklaştırabileceğini söyledi. Ee! O uzaklaştırır da sonra ne olacak?

Fikret tedirgin bir halde "Orhan biz ne yapacağız?" diye sorup kızın halini düşünen Orhan'dan da "Hasret'i bir daha geri dönmemek üzere buradan çıkaracağız" yanıtını alınca başını arabanın kaportasına gömüp "Bana bu dediğini kabullenebilmem için bir iki saniye verin!" dedi. O da biliyordu ki ne kadar itiraz ederse etsen Orhan bu dediğini öyle ya da böyle yapacaktı. Yani kardeşini bir başına bırakmak istemiyorsa ona şartlar ne olursa olsun yardım etmek zorundaydı.

5.Bölümün Sonu

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
https://www.hanimefendi.com/forum/konu/nk83un-hikayelerine-yorumlariniz.56858/page-76
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.518
Tepki
84.164
Puan
113
Konum
İstanbul

6.Bölüm : Beni tanımıyorsunuz ama evlenmek istiyorsunuz. Neden?

"Hadi fırla Mert!"

"Durun hemen fırlayamam. Fikret ağabey biraz özel konuşabilir miyiz?"

"Orhan'ın yanında söyle ne diyeceksen"

"Ya sen bir gel!"

Orhan uzatmayıp Fikret'e gitmesini işaret edince ağabey kardeş bir köşeye geçtiler. Mert ıkınıp sıkınıp Fikret'in "Hadi söyle!" demesiyle "Bana kredi kartı lazım. Seninkini versene" dedi. Fikret kardeşinin isteğine "Bunu yapmam için bana mantıklı bir neden sunman lazım" diye karşılık verince Mert hemen küçük bir açıklama yaparak "Evden acele çıktım o yüzden de cüzdanımı diğer ceketimin cebinde unutmuşum" dedikten sonra Fikret'e ver ver der gibi elini uzatıp "Şimdi çiçek falan almam gerekirse beş parasız kalıp planınızı da patlatmayayım" dedi. Bu çocuk Orhan'ın değil de Fikret'in kredi kartını istiyorsa bir haltlar karıştıracağı kesindi.

"İyi al ama fazla coşma yoksa kulaklarından avize gibi tavana asarım seni"

"Yok ağabey merak etme aldığım gibi geri getiririm"

"İyi tamam. Dur dur! Şifresini vereyim"

"Biliyorum ya gerek yok"

"Sen benim kart şifremi nereden biliyorsun oğlum!"

"Bir ara sen tuşlarken gözüm takılmıştı. Biliyorsun hafızam zehir gibidir"

"Senin o hafızan işine gelince zehir gibi oluyor. Yürü hallet şu işi sonra seninle uzun uzun konuşacağız"

Ağabeylerinin yanından ayrılan Mert gözlerini dört açmış etrafı inceleyerek çiçekçi dükkanına doğru yürüyordu. Açıkçası Orhan'ın ve Fikret'in burada ne yapmaya çalıştığını da pek anlamış değildi. Tamam ortada Hasret adında bir kız vardı ama kendisi bu adamı uzaklaştırınca ne olacaktı onu anlayamamıştı.

Aklından türlü türlü şeyler geçerken dükkanın kapısından içeriye adımını atıp "Selamünaleyküm dayı!" dedi garip bir tonlamayla. O sırada ağabeyleri de dükkana yaklaşmış kendilerini belli etmeden neler olacağını izliyorlardı. Haliyle Fikret kardeşinin selamlama şeklini duyunca hemen Orhan'a dönüp "Selamünaleyküm dayı mı dedi o?" dedi. Orhan da kardeşi gibi şaşırmıştı ama yine de Mert'in bu alışa gelmedik tavrına gülmeden edememişti. Tamam çocuk gençti biraz da zibidi kuşağıydı ama ortama göre şekil almayı da biliyordu belli ki.

Orhan ile Fikret kendi aralarında konuşurken Mert çoktan mevzuya girmişti bile. Ağabeylerinin kendisini dinlediğinden habersiz gayet rahat bir tavırla "Bak dayı sen halden anlayan bir adama benziyorsun. Şimdi bir kız var tamam mı? Ben fena vuruldum ona evlenme teklif edeceğim ama şöyle çiçekli miçekli büyük bir organizasyon yapayım diyorum. Parayı hiç dert etme o iş bende" deyince Fikret bu dediğini duyar duymaz olduğu yerden doğrulup "Ulan neyini dert etme! Zibidiye bak benim kredi kartımla elin ayyaşını zengin edecek bir de hava basıyor o iş bende diye!" dedi. Orhan kardeşini tutmaya Mert'te atıp tutmaya devam ediyordu.

esdrftgh.png


"Büyük iş diyon! Hallederiz yeğenim sen yeri zamanı söyle hemen dükkanı boşaltam oraya"

"Yok bekleyemem hemen şimdi yapıyoruz. Sen neyin var neyin yoksa topla ben seni mekana götüreceğim. Artık birkaç saate mekanı çiçek bahçesine çeviririz değil mi?"

"Sen yeter ki iste orayı cennete bile çeviririz. Gelin kız bile mekana evet diyerek girer merak etme sen"

"Ha yaşa be dayı! Hadi gidelim o zaman"

"Sen önden git biz kızımla arabaya yüklenir öyle geliriz"

Orhan bunu duyunca tedirgin olmuştu. Hasret'i de yanında götürürse işler karışırdı. İki kardeş bir ağızdan "Hadi bir şey yap Mert!" derken sanki o da ağabeylerini duymuş gibi "Yok be dayı kızın gelmesin! Yani yanlış anlama senin kızın dünya ahiret bacım sayılır ama benim hatun biraz arıza şimdi görür falan bir daha ağzından o eveti anca rüyamda duyarım" dedi. Ulan Mert büyüksün!

Orhan rahatlayıp "Aferin" dediğinde adam da önce kızının kapısına doğru bakıp biraz düşündü sonra da Mert'e dönüp "Para hazır diyon değil mi?" dedi. Mert parayı hiç dert etmemesini söyleyince de kabul edip biraz beklemesini isteyerek Hasret'in odasına gitti. Her zaman yaptığı gibi Hasret'e yine odasını kilitli tutmasını ve kendisi dönene kadar da dükkandan dışarıya ayak basmamasını söylüyor olmalıydı.

Birkaç dakika sonra Mert adamla çıkıp içeriden dışarıdan ne kadar çiçek bulduysa onunla birlikte kamyonete yüklemeye başladı. Tabii kardeşinin kendi parasıyla dükkanı kaldırdığı anlarda olanları eli kolu bağlı bir şekilde izleyen Fikret
fenalıklar geçiriyordu. Şimdiden kendisini bol sıfırlı hanelere hazırlasa iyi ederdi.

Mert ise yükleme işi bitince görevinin ilk etabını tamamlamanın verdiği rahatlıkla adamı bahsettiği mekana gitmek üzere oradan uzaklaştırmıştı. Onlar gözden kaybolur kaybolmaz Orhan da hemen dükkanın önüne geldi ama kapı kilitliydi. Aslında çok da şaşırmamıştı ama yine de geçen sefer ki gibi kapıyı açık bulabileceğini umuyordu. Ancak Salih bu defa yakın bir yere gitmiyordu ve işinin ne kadar süreceğini bilmediği için de işini garantiye alarak dükkanı kapatıp gitmişti.

Orhan kapının kilitli olduğunu anlayınca kardeşinin yanından hızla geçip Hasret'in penceresinin önüne geldi. Hasret içerideydi ve bir köşede büyük cam bir vazoyu bembeyaz çiçeklerle süslüyordu. Çok da dikkatli çalışıyordu. Sanki çiçek düzenlemiyor bir hayali gerçeğe dönüştürmeye çalışıyordu. Etraftaki malzemelere bakılacak olunursa birinin düğünü ya da nişanı için hazırlanıyordu bu hoş çiçek. Orhan onu izlemeye dalmışken kardeşinin acele etmesini söylemesiyle birlikte parmağının tersiyle pencereye tıkladı. Hasret sesi duyar duymaz Orhan'ın geldiğini anlamıştı. Ondan başka kim camı tıklatırdı ki zaten?

Hasret arkasını dönüp Orhan'ı penceresinin önünde bulunca kimliği almaya geldiğini anlayıp hemen ayağa kalktı. Ayağındaki aksaklığı saklamaya çalışarak pencereye yaklaştıktan sonra da camı açarak tebessüm etti. Orhan da aynı şekilde ona gülümseyip kardeşi Mert'in kendilerine ne kadar zaman kazandırabileceğini bilmediği için hemen konuya girerek "Kimliğin yanında mı?" diye sorduktan sonra Hasret'in başıyla evet der gibi onaylamasıyla da "Güzel! Nikah işlemlerini birlikte yapmamız gerekiyor o yüzden şimdi seni de alacağım ve bizden istenen evrakları hazırlayıp birlikte belediyeye giderek başvuru yapacağız" dedi. İyi hoş ama Hasret epey tedirgin olmuştu. Ya onlar yokken babası geri döner ve dükkanda olmadığını anlayıp kıyameti koparırsa ne olacaktı?

Orhan onun tereddüdünü anlayarak "Az önce dükkana gelen müşteri benim küçük kardeşim Mert'ti. İşimiz bitene kadar babanı oyalayacak yani endişe etmene gerek yok" deyince Hasret kısacık bir an düşünüp sonra da çantasını alarak odasının kilidini açtı. Orhan'da kardeşiyle birlikte giriş kapısının önünde durup çıkmasını bekliyordu.

Hasret hırkasını giyip çantasını omzuna astıktan sonra babasının masasındaki çekmeceden yedek anahtarı alıp dış kapının önüne geldi. İçinden de Orhan'a güvenmekle hata yapıp yapmayacağını sorguluyordu. Bu yüzden de kapıyı açıp bir türlü dışarıya çıkamamıştı. Açıkçası ciddi anlamda ikilemde kalmıştı. Ya Orhan düşündüğü gibi biri değilse diye korkuyordu. Belki de kandırıyordu kendisini... Olamaz mı? Henüz birkaç kez gördüğü birine güvenmek ne kadar akıl kârıydı ki? Sonuçta yağmurdan kaçarken doluya yakalanmak diye de bir şey vardı bu hayatta.

Hasret ne yapması gerektiğine karar vermeye çalışırken o esnada kapının diğer tarafında sabırsızlıkla bekleyen iki kardeş de kendi aralarında konuşmaktaydı. Fikret tedirgin hislerle "Annem Hasret ile evlendiğini duyunca bunu nasıl karşılayacak gerçekten çok merak ediyorum" deyince tonlamasından ötürü Hasret'i bir korku sarmıştı. Niye öyle demişti ki anneleri çok mu korkulacak biriydi acaba? Hani şu benimseyemedikleri gelinlerini ezip onlara yapmadıklarını bırakmayanlardan...

Endişe içinde dudağını kemirirken Orhan'ın Fikret'e cevaben "Annemi tanımıyormuşsun gibi konuşuyorsun. Onun gibi sevgi dolu bir kadın elbette ki Hasret'i de çok sevecektir. Ağabeyim nişanlandığında ne kadar mutlu olmuştu hatırlasana. Ne zaman yeri gelse Canan benim ikinci kızım gibi der durur. Eminim ki Hasret'i de aynı şekilde bağrına basıp kızı gibi görecek. Hatta bundan hiç şüphem yok" demesi onların konuşmalarına kulak misafiri olan Hasret'in kararını etkilemekte epey olumlu sonuç vermişti.

Orhan ile Fikret konuşurken kilidin açıldığını duyunca ikisi de dikkatlerini kapıya doğru verdiler. Hasret önce kapıyı aralayıp onlara baktı sonra da Orhan ile göz göze gelerek aralık kapıyı yavaşça açtı. Huzursuzluğu da yüzünden okunuyordu. Orhan bu huzursuzluğu görünce kardeşini tanıtma ihtiyacı hissedip "Evinize geldiğimde kardeşimi görmüştün ama sen de biliyorsun ki tanışma ortamı olmamıştı. Fikret benim ortanca kardeşim. Ağabeyimiz ablamız ve bir de az önce dükkanınıza gelen küçük kardeşimiz var" dedi. Oldukça kalabalık bir aile oldukları belliydi.

Hasret çekinerek başıyla selam verirken Fikret de "Merhaba Hasret" diyerek ona tebessüm etti. Tanışma faslı bitince Orhan ikisini de şaşırtıp "Gidelim mi?" dedikten sonra elini Hasret'e doğru uzattı. Fikret gibi Hasret'te kendisine uzatılan ele bakıp kalmıştı. Bakışlarını Orhan'a döndürdükten sonra onun bakışlarından aldığı güvenle de elini yavaşça onun avuçlarına bırakıp dükkandan çıktı. Fikret arkalarından bakakalmıştı ama Orhan'da kızın ayağındaki aksaklığı bildiği için yürürken ona yardımcı olmak istemişti. Tabii bu kardeşi tarafından pek öyle yorumlanmamıştı.

Fikret onlardan haber beklediğini söyleyerek bir taksiyle eve dönerken Orhan ile Hasret arabaya doğru yürümeye başladılar. Hasret'in ayağı aksadığı için Orhan onun elini koluna sarmış bir yandan bunun nasıl olmuş olabileceğini düşünüyor bir yandan da Hasret'i zorlanmadan yürütmeye çalışıyordu. Mümkün olmuyordu tabii. Hasret her ne kadar belli olmasın diye ses etmemeye çalışsa da ayağının her yere temas edişinde bileğinde hissettiği acıyla dudağını ısırıyor Orhan'da kızın halini gördükçe Salih'e daha da çok bileniyordu.

Aracın yanına geldiklerinde Orhan'ın kapısını açıp otururken de kendisine gayet kibar bir şekilde yardım etmesi Hasret'in yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluşmasına neden olmuştu. Aslında böyle davranılmayı da yadırgamıyor değildi çünkü daha önce hiç kimseden böyle bir incelik görmemişti.

Orhan genç kızın kapısını kapatıp şoför tarafına geçerken Hasret'te gözleriyle onu takip edip yanına oturur oturmaz da bakışlarını üzerine dikti. Ne düşünüyor belli değildi ama sanki birazdan düşüncesi diline yansıyacak gibiydi. Orhan o anlarda Hasret'in kendisine baktığının farkında değildi. Ancak tam arabayı çalıştırıyordu ki Hasret'in çok nahif ve yumuşacık bir ses tonuyla "Beni tanımıyorsunuz ama evlenmek istiyorsunuz. Neden?" diye sormasıyla büyük bir şaşkınlık yaşayıp aracını çalıştıramadan öylece kaldı. Kız gerçekten konuşmuş muydu yoksa kulakları onu yanıltıyor muydu emin olamıyordu.

trhtr.jpg


Doğru duyup duymadığını teyit etmek için bakışlarını Hasret'e doğru döndürdüğünde genç kız da onun yüzündeki şaşkınlığın nedenini anlayıp duruma bir açıklama getirmek için "Konuşarak sizi şaşırttım değil mi?" dedi. Şimdi de Orhan konuşmayarak onu şaşırtacağa benziyordu çünkü adama an itibarıyla kendisine kal gelmişti.

Orhan'ın söylediği şeyi destekleyen ifadesine karşılık sözlerine devam eden Hasret "Babam konuşmamdan pek hoşlanmaz" dedi ve farkında olmadan ellerini gergince ovuşturmaya başlayıp sözlerine de "Nedenini bilmiyorum ama bu onu çok kızdırıyor. Sesimi duymaya tahammülü yok gibi. Bu yüzden ben de mümkün olduğunca sessizliğimi korumaya çalışıyorum. Diğer türlü kendimi suç işlemişim gibi hissediyorum" diyerek devam etti. Kelimelerini seçerek konuşmuştu belki ama Orhan babasının konuşmasını bile suç görüp onu bu yüzden hırpaladığını anlayabiliyordu. O adam öyle kızın dediği gibi insanı kendisini suçlu hissettirerek bırakmaz illa ki kaba kuvvete başvurarak canından bezdirirdi.

Orhan en başından beri bu adamın davranışlarını hiç normal bulmamıştı zaten. Bu adam karısının da kızının da hayatını cehenneme çevirerek ne yapmaya çalışıyordu belli değildi. Belli olan tek şey adamın vicdansız ve hasta ruhu biri olduğuydu. Orhan duyduklarını anlamlandırmaya çalışarak Hasret'e bakarken bir yandan da kızın bakışlarını kaçırmasıyla "Bunca yıl nasıl dayandın?" diye sordu. Bu soruya verilebilecek en doğru cevap "Ne sen sor ne de ben söyleyeyim" olurdu herhalde.

Hasret küçüklüğünden bu yana yaşadıklarını düşünürken aynı anda da sesi titreyerek "Dayanmaya mecburdum. Başka seçeneğim yoktu. Oldurtmadı" diye cevap verdi. Her ne düşünüyorsa genç kızı o günlere geri döndürdüğü açıktı. Hasret titreyen ellerini gergince ovuşturmaya devam edince Orhan da bundan sonra yanında olduğunu belli etmek için elini Hasret'in ellerinin üstüne koyarak "Artık hiçbir şeye mecbur değilsin. Başka seçeneklerin de var. Yaşamak istediğin hayatta özgürsün" dedi. Hasret onun elini kendi elinin üzerinde hissedince tuhaf bir şekilde heyecanlanmıştı. Bu heyecan sonucunda utanarak elini geri çekip başındaki örtüyü düzeltirken de "Soruma cevap vermediniz. Neden benimle evlenmek istiyorsunuz?" diye sordu.

Orhan bir an ne diyeceğini bilememişti. Gerçeği söylediği takdirde Hasret'in evlenmekten vazgeçip o çiçekçi dükkanına geri dönebileceğinden endişe etmişti. Ancak onu sevdiği için evlenmek istediğini de söyleyemezdi ki. Bu hem boş yere umut vermek olurdu hem de kız da inanmazdı ki bu dediğine. En önemlisi de ona yalan söylemiş olacaktı. Orhan böyle bir şey olsun istemiyordu. Aralarında yalana yer olmamalıydı.

Orhan arabayı çalıştırıp oradan uzaklaşarak sessiz kalınca Hasret tedirgin ama bir o kadar da şirin bir bakışla Orhan'a bakıp "Söylemeyecek misiniz?" diye sordu. Orhan şimdi dürüst olmazsa ileride Hasret'e karşı yalancı çıkacağını biliyordu. Yalancı çıkması demek Hasret'in kendisine karşı olan güvenini de sarsmak demekti. Bu yüzden de niyetini hiç saklamadan evlenmek isteme nedenini anlatmaya başladı.

"Sana daha önce de söylemiştim. Senin gibi hassas kırılgan ve ince düşüncelere sahip olan bir kızın böyle bir hayata ait olmadığını düşünüyorum. Gerçi böyle zor bir hayata da kim ait olabilir ki? İşin aslı ben hayatını daha iyi şartlarda sürdürebilmen ve kendi ayaklarının üzerinde durabilmen için sana yardım etmek istiyorum Hasret. Ya da daha iyi anlayacağın bir dilden konuşmam gerekirse eğer bir çölün ortasında hayata tutunmak isteyen ama bunu başarması da mümkün olmayan bir çiçek olmanı değil kendisi için en uygun ortamlarda sevgiyle beslenen ve bunun sonucunda da yeşeren rengarenk bir çiçek olmanı istiyorum"

"Kendi hayatınızda böylesine köklü bir değişiklik yaratarak mı bana yardım etmek istiyorsunuz?"

Orhan ışıklarda durup camı açarak derin bir nefes aldıktan sonra "Hayatım... Yıllar önce sona ermiş olan hayatımdan mı bahsediyorsun?" dedi. Hasret onun ne demek istediğini hemen anlamıştı. O sırada Orhan aracı yeniden hareket ettirip sözlerine devam ederek "Artık hayatımda olup biten her şey o kadar anlamsız o kadar önemsiz geliyor ki istemesem de bunu belli eden tavırlarım ailemi de etkiliyor. Özellikle de annemi... Benim için endişeleniyor daha da kötüsü üzülüyor. Zeynep'in ölümünü hâlâ atlatamadığımı o da biliyor. Artık benim için üzülmesini endişe etmesini istemiyorum. Şimdi sana bu evlilik sadece seni kurtarmak için yapılmış gibi geliyor biliyorum ama bir yandan da senin varlığın ailemi de olumlu yönde etkileyecek çünkü mutlu olduğumu düşünüp onlar da benim için üzülmeyi bırakacaklar" deyince Hasret düşünceli bakışlarını ona doğru çevirdi.


sdfghj.png


Orhan bu defa üzerindeki bakışları hemen fark etmişti. Gözleri Hasret'in gözleriyle buluştuğunda ise aralarında duygusal anlamda olmasa da güzel bir yakınlık oluşmuştu. Birbirlerini kısa bir zamandır tanımalarına rağmen Orhan tuhaf bir şekilde onunla konuşurken kendisini rahat hissetmişti. Zeynep ile ve kendisiyle ilgili öyle kolay kolay konuşmazdı ama nasıl olduysa Hasret'in yanındayken kendisini saklama gereği duymuyordu.

Aynı şey Hasret için de geçerliydi. O da Orhan'a karşı daha ilk andan bir yakınlık hissetmişti. En değerlisi de tuhaf bir şekilde güvenmişti ona. Acaba Orhan'ın yerinde başka biri olsaydı Hasret kendisine yapılan bu teklife bu kadar rahat olumlu yanıt verir miydi? Veremezdi sanki.

Orhan'ın son sözlerinin ardından arabanın içi sessizleşmişti. İkisi de yol boyunca kendi içlerinde bundan sonra neler olabileceğini ölçüp biçiyor bir nevi kendilerini olacaklar konusunda hazırlıyorlardı. Orhan arabayı yolun kenarına çekip arka koltuktaki montunun cebinden bir kağıt çıkardıktan sonra yapmaları gereken şeyleri gözden geçirmeye başladı. Hepsini belli bir düzende yaparlarsa bir an önce nikah için başvurup gün alabilirlerdi.

•●●·٠•●●•٠·˙

Kısacık bir sürede çoğu eksiği de tamamlamış şimdi de sağlık belgesi için hastaneye gidiyorlardı. Buraya kadar her şey yolundaydı ama hastane işleri Hasret'i biraz tedirgin etmişti. Ayağı incinmiş aksıyordu ve Orhan bilmese de vücudunun birçok yerinde babası yüzünden darp izleri bulunuyordu. Açıkçası bunların nasıl olduğunu açıklamak zorunda kalmak istemiyordu. Başındaki eşarbı çenesindeki morluğu örtecek şekilde düzeltirken hastanenin önüne de gelmişlerdi.

Orhan montunu alıp çıkarken Hasret derin bir iç çekip yapacak bir şey olmadığını bildiği için kapısını açarak çıkmaya yeltendi ancak ayağındaki aksaklık bir anlığına aklından çıktığı için yere basar basmaz hissettiği dayanılması zor acı yüzüne yansıdı. İşin kötüsü babası o kadar korkutmuştu ki kız canı acısa da bağıramıyordu. Orhan ise kapıyı açmaya geldiği için Hasret'i görüp hemen koluna girerek koltuğa geri oturttu. Bir yandan da ayağının bu hale nasıl geldiğini de merak ediyordu.

"Bir türlü soramadım sana... Ayağına ne oldu Hasret?"

"Düştüm"

"Düşmene baban mı neden oldu?"

Hasret bakışlarını kaçırıp oturduğu yerden kalkmaya çalışarak "Geçti galiba artık acımıyor. Geç olmadan gitsek mi acaba?" deyince Orhan'da sorusunu duymazlıktan gelmiş olduğu için bacağını bu hale getirenin babası olduğundan iyice emin olmuştu. Hasret'in yüzündeki ifadeden canının hâlâ acıdığını ama gizlemeye çalıştığını anlayan Orhan "Gidelim" dedikten sonra rahat yürüyebilmesi için kolunu Hasret'in beline sararak diğer eliyle de arabanın kapısını kapattı. Tabii bunu yapmasıyla Hasret belindeki kola bakıp utancından yerin dibine girmişti. Daha önce kimseyle bu denli yakın olmamıştı ve bu yüzden de oldukça çekiniyor bu da yanaklarında kızarmaya neden oluyordu.

Hastaneye girdikten sonra Orhan giriş işlemlerini yaparken Hasret'te yanında durup hayretle etrafa bakıyordu. Duvarlardaki tablolar hastaların ve yakınlarının oturması için dekore edilen lüks eşyalı bölümler onu çok şaşırtmıştı. Ayağının acısından daha önce fark edememişti ama burası onların gittiği hastanelere hiç benzemiyordu. Bir hastane için fazla lükstü burası.

Giriş işlemleri hallolduktan sonra bir süre bekleyip doktorun yanına girdiler. Hasret hâlâ tedirgindi ve bu yüzden de Orhan'ın ardında kalmaya gayret ediyordu. Doktorla selamlaştıktan sonra Orhan buraya gelme sebeplerinin evlilik işlemleri ile ilgili olduğundan bahsetmeye başladı. Doktor güler bir yüzle ikisini de tebrik ederken Hasret'in kayan örtüsünden çenesinin altındaki morluğu fark edip "Siz biraz uzak kaldınız sanki. Lütfen buradaki sandalyeye geçin" dedi. Hasret yan gözle baktığı Orhan'ın onayından sonra yerinden kalkıp doktorun masasının yanındaki sandalyeye oturdu. Orhan da tam karşısındaydı ve tedirgin olmasın diye gülümsüyordu.

Doktor bahsettikleri işlemler için yapılması gereken incelemeleri işaretleyip kağıtlardan bir tanesini Orhan'a diğerini de Hasret'e uzattı. Ancak tam Hasret kağıdı alırken bileğindeki şüpheli izler de doktorun dikkatinden kaçmamıştı. Kızın tedirgin halini ve nişanlısından oturmak için bile onay istemeye yönelik hareketlerini de göz önünde bulundurunca Orhan'a dönerek "Orhan Bey siz kanınızı verin akciğer filminizi çektirin biz de siz gelene kadar gelin hanımla ona özel konular konuşalım" dedi. Böyle deyince Hasret çok huzursuz olmuş Orhan'da doktorun neden böyle dediğini anlayamasa da yine de Hasret'e tebessüm etmeye devam etmişti.

"Şey... Biz şimdi gitsek sonra yeniden gelsek olmaz mı?"

"Nişanlınızın işi çok uzun sürmez zaten biz de o sırada konuşur hallederiz"

"Ama..."

"Orhan Bey siz karşı bankoda olan Buket Hanım'a söyleyin sizi yönlendirsin"

Doktor ısrarcı olunca Orhan bir doktora bir de Hasret'e bakıp ayağa kalkarak "Ben hemen dönerim merak etme tamam mı?" dedi. Hasret gitme demek istese de doğal olarak ağzını bile açamamıştı. Orhan'ın ardından kapanan kapıya doğru bakıp kalırken de korktuğu başına gelmişti. Doktor yalnız kalmalarını fırsat bilip Hasret'in yanına geldikten sonra çenesindeki ve bileğindeki izlere yakından bakarak "Nişanlın mı yaptı bunları?" diye sordu. Hasret şaşırmıştı. Kim yaptı Orhan mı? Daha neler!


dfgh.gif


6.Bölümün Sonu

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.518
Tepki
84.164
Puan
113
Konum
İstanbul



7.Bölüm : Hakkınızda Şikayet Var!

"Nişanlın mı yaptı bunları?"

Doktorun büyük bir ciddiyetle sorduğu bu soru Hasret'i şaşkına çevirmişti. Tabii ki o yapmamıştı. Hem Orhan nasıl yapar böyle bir caniliği? Mümkünatı bile yoktu ki. Hasret bu soruyla muhatap kalır kalmaz hemen Orhan'ı savunmaya geçip "Olur mu hiç? O yapmadı" dedikten sonra kendisinin bile inanmakta zorlanacağı bir ses tonuyla "Düştüm ben" dedi. Düştüm deyince de pek inandırıcı olamamıştı tabii.

Doktor Hasret'in kollarını sıyırıp yeni ve eski morluklarına içi acıyarak bakarken bir yandan da "Nişanlını korumaya çalışma. Eğer sana zarar veriyorsa bunu bana söyleyebilirsin. Bak yüzün gözün elin kolun ne halde? Kimse sana böyle bir şey yapamaz" dedi. Hoppala! Bu Salih belası yüzünden durduk yere Orhan güme gidecek görüyor musun?

"Korumama gerek yok çünkü o bana kötü bir şey yapmadı. Aksine çok iyi davranıyor"

"İyi davranıyorsa bu morluklar bu ezikler çizikler nasıl oldu peki? İçeriye girerken ayağın da aksıyordu"

"Düştüm demiştim ya..."

"Hadi korkma gerçeği söyle bana bunlar öyle düşerek ya da çarparak olacak şeyler değil"

Hasret köşeye sıkışmış gibi oturduğu yerde küçücük kalırken doktor da ellerini tutup ürkek gözlerinin içine bakarak "Bak bu gördüklerimi rapor etmek zorundayım. Nişanlım yapmadı diyorsun ama bana gerçeği söylemezsen belki de yapmadığı bir şey yüzünden zan altında kalacak" dedi. Nasıl yani?

Bunu gerçekten yapabilir miydi yoksa sadece kendisini konuşturmak için mi söylüyordu bilmiyordu ama Hasret asla Orhan'a böyle bir yafta yapıştırılmasına müsaade edemezdi. Bu yüzden de kısacık bir an düşündükten sonra gerçeği söylemeye karar verip biraz da çekinerek "Babam yaptı" dedi. Sesi o kadar cılız çıkmıştı ki doktor bu söylediğinden bir an bile olsun kuşku duymamıştı.

Doktor bir babanın kızına böyle bir şeyi nasıl bir ruh haliyle yapabileceğini düşünerek zorlukla yutkunurken Hasret'te kemikleri birbirine girmiş bir halde olmasına rağmen yine de babasını korumaya çalışarak "Yaptı ama kendisinde değildi. Arkadaşlarının zoruyla alkol almış ne yaptığını bilmiyordu zaten sabah olunca bu yaptığına çok üzüldü. Defalarca özür diledi benden" dedi. Sözleri tamam da korku dolu gözleri yalan söylediğini hemen ele veriyordu.

Doktor düşünceli bir halde Hasret'i inceledikten sonra "Her yaptığında özür mü diliyor senden?" deyince ne cevap vereceğini şaşıran Hasret bunu neden dediğini anlayamamış bir halde "Bir kere oldu bu" dedi. Hâlâ babasını korumaya çalıştığı o kadar belliydi ki doktor artık daha açık olması gerektiğini hissetmişti. Hasret'in kıyafetinin kolunu yukarıya kadar sıyırıp önce dirseğindeki morluğu göstererek "Bak bunu gördün mü?" dedi sonra da üst kolunun iç kısmındaki morluğu gösterip "Bir de buradakine bak. Onu gördün mü? Diğeri eski ama bu çok yeni olmuş bir şey. Belli ki baban bunu sana ilk defa yapmıyor" dedi. İstediği kadar babasını korumaya çalışsın durum alenen ortadaydı işte.

"Nişanlın babanın sana şiddet uyguladığını biliyor mu? Gördü mü bu izleri?"

"Babamın sinirli biri olduğunu biliyor ama bunları görmedi. Görseydi de çok kızardı. Ne olur ona bir şey söylemeyin"

"Ama bilmesi lazım"

"Bilmesin ne olur! Dedim ya görürse çok kızar yine çıkar babamın karşısına tatsızlık olur. Annem bu evliliğe razı ama babam zaten istemiyor onu... Bir daha yüzünü göstermez adını andırmaz bana"


sdfgh.png


"Nişanlın nasıl biri iyi davranıyor mu sana? Bak bazen evlenmeyi çıkar yol görürsün ama her şey daha da beter olur. Yağmurdan kaçarken doluya yakalandım dersin"

"O çok iyi çok da merhametli. Ayağım aksıyor diye arabadan buraya kadar kolumdan çıkmadı. Ben yürüdükçe sanki benim değil de onun canı yanıyor gibiydi. Elimi kestiğimde de çok nazik davrandı üfleye üfleye yaptı pansumanımı"

"Ne zaman evleneceksiniz peki?"

"Her şeyimiz hazır. Sağlık raporunu da alınca buradan belediyeye gidip en yakın nikah gününü almaya çalışacağız"

Doktor oturduğu yerden kalkıp bir süre odasının penceresinden dışarı baktıktan sonra yeniden Hasret'e doğru döndü ve "Tamam bunu rapor etmeyeceğim ama bana bir söz vereceksin. Evlenir evlenmez nikah cüzdanınla gel yaralarına bir kez daha bakacağım. Eğer onlara yenilerinin eklendiğini görürsem ya da kontrole gelmezsen bu defa hiç düşünmem gelir ben dayanırım kapınıza" dedi. Hasret biraz olsun rahatlamıştı. En azından Orhan'ın başı derde girmeyecekti. Başını sallayıp kabul edince doktor da "Nişanlın gelene kadar seni muayene edeyim. Morluklarının ve bacağının iyileşmesi için ilaç kullanman gerekecek. Böyle bırakılmaz" dedi.

Hasret artık kaçış olmadığını anlayınca itiraz etmeden dediğini yapıp başındaki örtüyü önündeki sehpaya bırakmış ve muayene masasına geçmişti. Doktor da önce şişen diz kapağıyla bileğini kontrol edip sonra da kollarını ve sırtını dikkatle incelemişti. Durum fenaydı. Kızın her yanında yara bere izleri vardı. Kimi yeniydi kimisi de iyileşmeye yüz tutmuştu. Muayene sona erince doktor dizi ve morarmaları için birtakım ilaçlar yazıp Hasret'e uzatmış geçmediği takdirde de bir ortopedi uzmanına görünmesini söylemişti. Bunları söylediği sırada da kapı tıklatılıp içeriye Orhan girmişti. Tabii neden bahsettiklerini anlayamadığı için olduğu yerde de kalmıştı.

Doktor Hasret'e söylediklerimi unutma dercesine bir bakış attıktan sonra Orhan'a bakıp "Tam zamanında geldiniz Orhan Bey bizim konuşmamız da yeni bitmişti. Siz şimdi nişanlınızın da tetkiklerini yaptırın sonuçlar çıkınca yine görüşürüz" dedi. Hasret yerinden kalkıp doktora "İlginiz için teşekkür ederim. Görüşmek üzere" dedikten sonra Orhan'a doğru yaklaşıp onun açtığı yoldan geçerek dışarıya çıktı.

Orhan da tam ardından çıkıyordu ki gözüne sehpanın üzerinde duran Hasret'in eşarbı çarptı. Unutmuş belli ki. İçeriye girip onu eline aldıktan sonra doktorla birbirlerine iyi günler dileyerek odadan çıktı. Yanına doğru gelen Orhan'ın elindeki eşarbı gören Hasret ise şaşırıp "İçeride mi unutmuşum?" diye sordu. Öyle olmuş biraz. Doktorun yanındayken o kadar gerilmişti ki kendisini unutmadığına şükretmeliydi. Orhan başını evet dercesine sallayıp o sırada da yumuşacık eşarbı elinde toparlayarak cebine koydu. Hasret neden kendisine vermek yerine cebine koyduğunu anlayamamıştı. İşin garibi sormaya da çekinmişti sanki.

O şaşıra dursun Orhan çoktan koluna girip "Hadi gidip önce senin tetkiklerini halledelim sonra da sonuçların çıktığı haberini beklerken de dışarıda bir şeyler yiyelim" demişti bile. Hasret cevap veremeden koluna bakıp kalınca Orhan bir kez daha ona bakıp "Acıkmadın mı yoksa?" diye sordu. Ay ne bilsin acıktı mı acıkmadı mı? Şu an kız midesini mi düşünüyordu allasen!

Hasret göz göze gelmeye çekindiği için bakışlarını kaçırıp "Şey... Çok değil aslında" dediğinde Orhan utandığı için böyle dediğini hemen anlamış ve başını hafifçe ona doğru eğip tatlı bir bakışla da "Yersin yersin! Birkaç lokma... Hem o kadar kan vereceğiz yerine koymak lazım değil mi? Küçükken hatırlasana sağlık ocaklarında kan alınınca çıkmadan eline kekle meyve suyu verirlerdi" diyerek Hasret'i de istemsizce gülümsemişti.

"Hadi gel bak laboratuvar şurası"


•●●·٠•●●•٠·˙

İşleri biter bitmez kendilerini hemen hastaneden dışarıya atmışlardı. En nihayetinde keyifli vakitler geçirilen bir yer değildi. İnsan bunalıyordu bu tarz yerlerde ama neyse ki işleri çok uzun sürmemişti. Kısa bir arayışın ardından da yakınlarda güzel bir yer bulup hemen içeriye geçtiler ve kendilerine gösterilen masaya doğru yürümeye başladılar. Tabii Orhan her zamanki kibarlığıyla sandalyesini çekmiş böyle bir şey yapmasını beklemeyen Hasret'te önce geri dursa da sonra "Size de zahmet oluyor yapmayın ne olur" deyip oturmuştu ama Orhan sandalyeyi iterken öyle olmadığını ona "Zahmetlik bir durum yok ki rahat ol lütfen" diyerek belli edip kendi sandalyesine geçmişti. Hasret alışık olmadığı için bu tarz kibar tavırlara şaşırıyordu ama Orhan da ailesinden böyle görmüştü. Ertekinlerin evinde herkes birbirine hürmet eder ve bunu da zorlamayla yapmaz içten gelerek doğal bir şekilde yapar. Onun normali de buydu sonuçta.

Yemek siparişi de verildikten sonra Orhan geldiklerinden bu yana karşısında tedirgince oturan Hasret'e dikkatle bakıp "Beni daha çok yeni tanıyorsun biliyorum ama yanımdayken kendini kasmana ya da huzursuz hissetmene gerek yok. Ben tedirgin olman ya da korkman gereken biri değilim" dedi. Hasret bu sözlerle ona doğru bakıp sadece "Peki" diyebilmişti. Peki diyordu ama uygulama konusunda zorluk yaşayacağı da bir gerçekti.

Masa yavaş yavaş dolmuş yemekleri de servislerinin önündeki yerini almıştı. Orhan başka bir şey isteyip istemediklerini soran garsona cevap vermeden önce bakışlarını Hasret'e çevirmişti. Sanki istediği bir şey var mı yok mu teyit etmek istiyor gibiydi. Hasret utangaç bir tavırla başını hayır der gibi iki yana salladığında Orhan'da garsona bu kadarının kâfi olduğunu söyleyip teşekkür etti. Buraya kadar her şey iyiydi hoştu ancak tam önüne dönerken Hasret'in çenesinin altındaki morluğu fark etmiş ve ister istemez bakışlarını da oraya doğru sabitlemişti. Bunu fark etmesini de genç kızın önüne düşen saçını yüzünden uzaklaştırması neden olmuştu.

Hasret kendi halinde dururken anlık bir şekilde Orhan'a bakınca onun da çenesine doğru bakıp kaldığını fark etmiş ve hemen saçını öne doğru alıp morluğu kendince kapatmaya çalışmıştı. Bir yandan da bununla alakalı bir şey sormaması için içten içe dua ediyordu. Orhan sormamıştı çünkü Hasret'in tedirgin tavrı buna engel olmuştu. Aslında hem bu morluğun hem de ayağındaki aksaklığın nasıl olduğunu anlamak için çok da düşünmeye gerek yoktu. Sorguya çekip kızı daha da çok tedirgin etmeye gerek yoktu.

İkisi de yemeklerini yerken aralarında hazırlanan evraklarla alakalı sıradan konuşmalar geçmiş sonra da Orhan'ın Mert'i arayıp cevap alamamasıyla da hesabı ödeyip kalkmışlardı. İşin garibi Fikret'te bir süredir Mert'e ulaşamamış ve bunu da konuşmaları sırasında Orhan'a söylemişti. İki kardeş Mert'in ne işler karıştırdığını ancak eve geri döndüğünde öğrenebilecek gibi görünüyordu. Aslında bir tantana da o konuda yaşanacağa benziyordu. Bu çocuk başa belaydı gerçekten.

Bir iki saat içinde hastanedeki ve belediyedeki tüm işlerini halledip bin bir ricayla da zar zor bir hafta sonraya nikah günü almayı başarmışlardı. Ancak bu bir haftalık süre Orhan'ın pek hoşuna gitmemişti. Hasret'in babasının yanına geri dönmesini istemiyordu ve henüz ona nikaha kadar kendisini evlerinde ağırlamak istediğini bile söyleyememişti. Bir iki günlük bir şey olsa Hasret kabul edebilirdi ama bir hafta biraz uzun gelmişti sanki.

Orhan bu düşüncesini Hasret ile paylaşmak için uygun kelimeleri bulmaya çalışırken telefonuna Fikret'in gönderdiği bir mesaj gelmişti. Ama ne mesaj! Orhan gelen mesaja göz ucuyla baktıktan sonra orada "Bizim saf adamı kaçırmış ve o sırada ne halt ettiyse kaçırdığını da fark etmemiş! Hasret'in babası polisle bizim evin kapısına dayandı. Sakın eve gelmeyin" yazdığını okuyup aracı kenara çekerek bir kez daha mesajı okudu. Hasret birdenbire ne olduğunu merak etmişti ama yine de bir şey soramadan Orhan'ın konuşmasını bekliyordu. Ancak cevap alamayacak gibiydi. Orhan ailesini zor bir durumda bıraktığı için Fikret her ne kadar gelmeyin dese de eve doğru yol almıştı. Kaçarak olmazdı bu iş gidip duruma bizzat el koymalıydı.

Kısa sürede de evin önüne gelmişlerdi. Hasret geldikleri lüks muhitin şaşkınlığını yaşayarak bakınıp bir yandan da sorgulayıcı bir tavırla "Neden buraya geldik? Neresi ki burası..." derken Orhan'da onun sözünü yarıda keserek "Burası benim evim" dedikten sonra arabayı kenara çekti. Hasret neden evine geldiklerini anlayamadığı için ne yalan söylesin biraz korkuya kapılmıştı. Hem ne münasebet canım! Neyse ki bu endişesi uzun sürmemişti. Bakışları ciddileşip kaşları çatılırken Orhan kapıyı açıp "Ne olursa olsun ne görürsen gör arabada kal Hasret" dedikten sonra araçtan indi. Nereye gidiyordu ki?

Hasret şaşkınlık içinde ardından bakarken Orhan da araçtan iner inmez ailesinin ve polisin yanına doğru yaklaşıp "Sorunun ne olduğunu öğrenebilir miyim?" dedi. Neyhan Hanım oğlunu görür görmez rahatlayıp ne olduğunu öğrenmek istercesine de "Orhan ne diyorlar oğlum?" demiş poliste bu ismi duyar duymaz "Orhan Ertekin siz misiniz?" diye sormuştu. Oydu ya!

O sırada haberi annesinden alan Can da evin önüne aracını park edip aşağıya inerek yanlarına doğru geliyordu. O da ilk defa böyle bir şey ile karşılaştıkları için şaşkındı tabii. Orhan kendisine yöneltilen sorunun ardından "Evet benim" dediğinde polis memuru da "Hakkınızda genç bir kızı alıkoymaktan dolayı şikayet var. Bizimle emniyete gelmeniz gerekiyor" dedi. Orhan'ın bir gözü ileride evlerini şok dolu gözlerle inceleyen Salih'in üzerindeyken diğer gözü de kendisine endişeyle bakan Hasret'e doğru kaymıştı. Onu alıp babasının evine geri götürmelerine izin veremezdi. Yapamazdı bunu!

fdgch.png


Neyhan Hanım endişe ile oğlunun kolunu tutup "Ne oluyor Orhan ne alıkoyması?" derken Fikret'te ileride kendisi ile alakalı bir durum olduğunu anlayarak arabadan çıkıp yanlarına doğru yaklaşmakta olan Hasret'i görmüştü. Hadi bakalım buyurun cenaze namazına!

Fikret'in sessizce "Kendin geliyorsun bari kızı peşinden sürüklemeseydin!" demesi eşliğinde Orhan da Hasret'i fark edip içten içe arabadan neden çıktığını sorgulasa da aniden bakışlarını polis memuruna döndürerek "Ben kimseyi alıkoymadım. Müstakbel eşimle nikah günümüzü aldık şimdi de aileme bu güzel haberi vermeye geldik. İsterseniz kendisine de sorabilirsiniz o da arabada annesini arıyordu" dedi ve yanlarına gelen Hasret'e elini uzatıp "Aa! Gel Hasret küçük bir yanlış anlaşılma olmuş ben de onu açıklıyordum" dedikten sonra tedirgince elini tutan Hasret'i nazik bir hareketle yanına çekip "Anneni arayabildin mi akşam müsaitler miymiş?" diye sordu. Bunu derken de gözleriyle "Sakın bozma devam et" diyor gibiydi.

Orhan'ın bu açıklaması tabii ki de ailesinin üzerinde şok etkisi yaratmıştı. Neyhan Hanım büyük oğlu Can ile bakışıp sessizce "Ne evlenmesi Can ne diyor kardeşin?" diye sorarken Can'da bu konu hakkında hiçbir fikri olmadığını söylüyordu. Onların aksine Fikret kendisinin her şeyi bildiğini söylemişti. Annesi şaşırınca da şimdi müdahale etmemelerini sonra her şeyi açıklayabileceklerini söyledi. Onlar da Orhan'ı zor durumda bırakmak istemiyorlarsa akıllarında oluşan soru işaretlerini daha sonra gidermeleri gerekiyordu. Şimdi hiç sırası değildi çünkü.

Neyhan Hanım ve oğulları kendi aralarında anlaşırken Hasret elini sıkıca tutan Orhan'ın gözlerine bakarak oyunu sürdürüp "Aradım ama ulaşamadım. Telefonun sesini duymadı herhalde birazdan tekrar ararım" dedi. Dedi demesine de o anla birlikte arka taraftan da bir değil iki ses yükseldi. Fikret kızın konuşabildiğini bilmediği için Hasret cevap verir vermez boş bulunup "Allah belalı!" diyerek geri geri gitmiş o sırada da ayağına bastığı için Mert'in acıyla "Ah! Ağabey yavaş ayağımı ezdin ya!" demesi dikkatleri üzerlerine çekmişti.

Tüm bunlar olurken kapı önünde annesiyle birlikte duran küçük Talha'da karnı ağrıdığı için okuldan erken geldiğini unutmuş dayılarının bu şaşkın hallerine kıkır kıkır gülüyordu. Tabii annesi de bu vesile ile oğlunun numara yaptığını anlamıştı. Yaramaz şey!

Fikret böldükleri için özür dileyip Mert'i de sussun diye dürterken polis memuru bu defa da Hasret'e dönüp "Hasret Hanım babanızın şikayeti üzerine buradayız. Kendisi Orhan Ertekin'in sizi burada zorla tuttuğunu iddia ediyor. Burada rızanız dışında mı bulunuyorsunuz?" diye sordu. Orhan kızın ileride duran babasını görmemesini umuyordu çünkü Salih'i görürse Hasret yine korkudan onun lehine bir şey söyleyebilirdi. Bu da Orhan'ın asla istemediği bir şeydi.

Hasret kendisine sorulan soruya "Orhan beni burada zorla tutmuyor ki... Ben kendi rızamla onun yanındayım. Dediği gibi yanlış anlaşılma olmuş herhalde" diyerek cevap verirken Orhan'ın olmasından çekindiği şey maalesef ki olmuş ve kız babasının yaklaştığını görüp korkarak istemsizce geri geri gitmeye başlamıştı. Ah be!

fdxcgbvn.png


Orhan kızın bu ani tepkisi karşısında bakışlarını takip edip Salih'i görür görmez de hemen Hasret'in önüne geçti. O böyle yapınca Orhan'ın bir yanına Fikret Hasret'in bir yanına da Mert geçmişti. Can'da anlamıştı ters bir durum olduğunu ve kardeşlerinin bir bildiği olduğunu düşünüp Orhan'ın diğer yanına da o geçmişti. Tabii hâl böyleyken Talha durur mu? Baktı dayıları kızı korumaya alıyor o da evin küçük erkeği olarak Hasret ablasının diğer yanına geçti. Hasret saniyeler içinde Ertekin erkeklerin koruması altında geride kalırken Salih de yanlarına gelmiş ve önce kızına sonra da Orhan'a bakmıştı.

Ancak asıl ilginç olan şey polis memurunun "Salih Bey kızınız burada zorla değil kendi rızasıyla bulunduğunu söylüyor. Hasret Hanım'ın Orhan Ertekin ile evlilik hazırlığı içerisinde olduğundan haberiniz var mıydı?" sorusuna Salih'in verdiği yanıttı. Aklından neler geçtiği belirsiz bir halde Orhan'ın ailesine kocaman evlerine ve kapı önüne sıra sıra bırakılmış son model arabalarına bakan Salih gördüklerinden bir hayli hoşnut bir halde "Evleniyorlarsa iş değişir" dedikten sonra aniden yaptığı şikayeti geri çekip sözlerini de "Madem gençler ciddi düşünüyo bize de aileleri olarak her daim yanlarında olmak düşer" diyerek tamamladı. Salih daha önce ben sana kız mız vermem demişti ama ailenin varlıklı olduğunu görünce gözleri ışıldamış o lafını da bir güzel yutmuştu.

Orhan omzunun ucundan Hasret'e bakarken o da şaşkın bakışlarını Orhan'a doğru çevirip sessizce "Ee! Ne olacak şimdi?" diye sordu. Orhan cevap veremeden polis memuru "Taraflar anlaştığına göre ortada da bir şikayet kalmadı öyle değil mi?" deyince Salih hemen ortaya atılıp "Kalmadı kalmadı! Şikayet falan da yok çektim gitti. Sizi de rahatsız ettik kusrumuza bakmayın ama kız babası olunca da insan biraz fazla endişeli oluyo tabii" dedikten sonra Orhan'ın omzuna da birkaç yumuşak dokunuş yaparak "Hadi damat gel de ettik bir halt bari polis beyleri arabalarına kadar geçirelim" dedi. Damat mı? Ne çabuk benimsedi o öyle...

Orhan omzundaki ele ters bir bakış atınca Salih elini kolunu çekmek zorunda kalıp polis memuruna da önden geçmesi için yol açtı. Onlar ilerlerken Neyhan Hanım gibi çocukları ve torunu da meraklı gözlerini dikmiş Hasret'e bakıyordu. Hasret ise çekingen bakışlı gözlerini aile bireylerinde tek tek gezdirirken adeta tir tir titriyordu. Evlenecekleri Ertekin ailesinin evine bu şekilde bomba gibi düştüğü için birazdan büyük bir gümbürtü kopar diye düşünüyordu herhalde.

Fikret uzaklaşan kardeşine baktıktan sonra "İyi misin Hasret?" diye sorunca Hasret iyi olduğunu belli etmek için sesini çıkaramadan sadece başını salladı. Aslında bundan sonra neler olacağını bilemediği için pek rahat değildi ama yine de iyi olmaya çalışıyordu diyelim. Bu stresli ortamdaki en güzel şey de Talha'nın kendisine bakıp şirin şirin gülümsemesi olmuştu. Nasıl da güzeldi. Hasret bu tatlı çocuğun gülüşüne aynı şekilde karşılık vermeden duramamıştı.

gffgh.png


Ancak pişman olur muydu bilinmez çünkü bu yakınlıktan cesaret alan Talha'nın "Sen Orhan dayımı çok mu seviyorsun?" diye sorması Hasret'i biraz utandırmıştı. Hasret yan gözle geri dönen Orhan'a bakarak ne diyeceğini şaşırırken imdadına da Fikret yetişmişti ve Talha'yı bir anda omuzlayıp "Sen neden odandan çıktın bakalım kıvırcık salata! Hani hastaydın sen?" diye sorarak ufaklığın sorusunun kaynamasını sağlamıştı.

Talha "Kıvırcık salata sensiiin!" diyerek tepesinde durduğu dayısının saçlarını karıştırırken Orhan da yanında Salih ile gelip annesine bakarak "Yaşanılanlar için hepinizden özür dilerim. Böyle bir stres yaşamanızı hiç istemezdim ama size her şeyi anlatacağım merak etmeyin" dedi. Annesinin en çok merak ettiği şey bu evlilik meselesiydi ve bu yüzden de Orhan'a yaklaşıp bunun doğruluk payının ne olduğunu sordu. Öyle bir doğruydu ki Neyhan Hanım yakında kayınvalide olmaya hazırlansa iyi ederdi.

O sırada Salih kızının kulağına doğru "Aferin kız kedi olalı bir fare yakaladın sonunda! Ahanda şuraya yazıyom trilyonları vardır bunların şu eve şu arabalara bak hele... Yaşadık be!" derken Orhan'da babasının yanında zar zor nefes alan Hasret'i elinden tutarak "Gel Hasret annemle ve kardeşlerimle tanış" diyerek onu yanına aldı. O andan sonra Hasret'in de içine serin sular serpilmişti. Orhan önce annesini tanıtıp "Neyhan Sultan yani annem evimizin temelini oluşturur" deyince Hasret'te Neyhan Hanım'ın elini öpmek için "Öpeyim efendim" diyerek bir atılım yaptı.

Neyhan Hanım sessizdi ama bir hayata geri döndüğünü hissettiği oğluna bir de su gibi güzelliğiyle karşısında duran gelin namzedine gözleri dolarak bir hoş bakıp "Ay öp hadi öp!" dedikten sonra Hasret'in öpmesiyle de dayanamayıp bir kolunu oğluna bir kolunu da Hasret'in omzuna atıp ikisine de sarılarak "Evleniyorsunuz demek... Niye daha önce söylemediniz?" diye sordu. Kadın haklıydı. Böyle güzel bir haber saklanır mıydı hiç?

Birbirlerine ne diyeceğiz der gibi bakarken Orhan geri çekilip "Hasret evlilik teklifimi kabul etmeden size bir şey söylemek istemedim anne" dedi ve etrafı inceleyen Salih'e de ters ters bakarak sözüne "Ama aileleri bu durumdan haberdar etmememiz de yanlış oldu farkındayım" diye devam etti. Neyse canım olan olmuş asıl bundan sonrası önemliydi.

Neyhan Hanım ikisine de çok mutlu olmalarını temenni ettikten sonra sıra kardeşlere gelmişti. Orhan ağabeyinin kolunu tutup "Ağabeyim Can... Sana bahsetmiştim" dediğinde Hasret Can'ın uzattığı eli çekinerek tutup onun "Ailemize hoş geldin Hasret" demesine hoş bir tebessümle cevap verip aynı şekilde Firuze ve oğlu Talha ile tanıştı. Onların ardından Orhan eliyle Mert ile Fikret'i işaret edip "Fikret'i tanıyorsun zaten bu yanındaki de bizim en küçük kardeşimiz Mert. Onu da ismen tanıyorsun" dedi.

Mert zıpırlığını burada da göstermeden edememişti. Hasret'in elini sıkarken "Bizlerde annemin temelini oluşturduğu evin kolonlarıyız herhalde" diye dalga geçince ensesine ilk şaplak "Zevzekliği kes!" diyen Fikret'ten gelmişti. Tabii aynı anda Can'da "Hemen cıvıma be oğlum!" diyordu. Mert bir yandan ensesini tutup bir yandan da bir şey oldu mu der gibi bakan Hasret'e "Gördüğün gibi cümleten espri anlayışları yerlerde! Neyse boş ver onları ailemize hoş geldin yenge" demek zorunda kaldı ama bu sefer de Talha'nın "Vur dayı vur!" diye gülmesiyle Can'dan bir şaplak yedi.

Bu konuşma sırasında Salih yanlarına yanaşıp Mert'e dikkatle bakarak "Yeğenim sen bugün benim dükkana gelen oğlan değil misin?" deyince nedense Mert hafiften hafiften tutuşmuştu. Adamın gittikleri yerle ve orada olanlarla alakalı detay vermemesini umarak "Tesadüfün de böylesi!" derken Salih de onu şöyle bir süzüp Hasret'e de "Ee! Hadi tanışma faslınız bittiyse biz artık gidelim de annesine müjdeyi verip nikah hazırlıklarına başlayalım" dedi. Yok öyle hemen gidilemezdi.

Hasret babasıyla gidince başına ne geleceğini bilmediği için korkuyla Orhan'a bakarken babası da sert bir ses tonuyla "Hadi kız bakma öyle düş önüme!" dedi ama sonra Orhan'ın kızgın bakışlarından bir demet daha alınca tavrını değiştirip Neyhan Hanım'a "Bize de hayırlı bir iş için en yakın zamanda bekleriz dünürüm" dedi. Neyhan Hanım'da çocuklarda Hasret'i sevmişti ama bu babası hiç sağlam pabuç gibi gelmemişti onlara.

Orhan bakışlarıyla ardından gelmesini ima ederek Salih'i kenara çektikten sonra "Hasret'in nikaha kadar burada benim evimde kalmasını istiyorum" dedi. İşte o iş biraz yaştı. Bunu duyunca Salih'in kaşları yeniden çatılmıştı. Olur mu öyle şey canım! Genç bir kızın ne işi vardı nişanlısı da olsa bekar bir adamın evinde?

Salih kızına bakıp sonra da Orhan'a dönerek "Bana bak damat efendi ben öyle evlenmeden gül gibi kızımı orada burada bırakmam. Baba evinden teliyle duvağıyla çıkar sonrasına karışmam ne halt ederse etsin!" dedi. Şaşırtmış mıydı? Hayır şaşırtmamıştı. Orhan adamın arıza çıkaracağını anlayınca uzatmayıp "İzin vermiyor musun şimdi?" diye sordu ve Salih'in "Vermiyom!" demesiyle de önce tedirgin bir halde duran Hasret'e baktı sonra da Salih'e dönerek onu babasıyla tek gönderemeyeceği için "Ben de sana güvenmiyorum. Ya Hasret nikaha kadar burada kalır ya da o nereye ben de oraya!" deyiverdi. Nasıl yani? Şimdi Hasret burada kalamıyorsa Orhan mı onların evinde kalacaktı? Yok artık!

fgg.gif


7.Bölümün Sonu

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.518
Tepki
84.164
Puan
113
Konum
İstanbul
8.Bölüm : Damadın hası da böyle olur işte!

Orhan alışveriş merkezinin önüne çektiği arabasından çıkarken Salih'in onu durdurup "Birkaç şişe aslan sütü kap da akşama baba oğul karşılıklı lüpletip iki lafın belini kıralım" demesi arka koltukta oturan Hasret'in utançtan yerin dibine girmesine neden olmuştu. Adamın isteği ayrı saçmalık onca yaşanan şeyden sonra Orhan ile kendisini baba oğul yerine koyması ayrı saçmalıktı.

Orhan kızsa da Salih'in söylediğini duymamış gibi davranıp arka koltuğa bakarak "Senin istediğin bir şey var mı Hasret?" diye sordu. O anlarda başını eğerek ellerini ovuşturan Hasret Orhan'ın yüzüne bakamadan sadece "Hayır yok teşekkür ederim" diyebildi. Orhan babası her konuştuğunda Hasret'in gerildiğini hissedebiliyordu ve onun bu yüzden kendisini kötü hissetmesi de canını fazlasıyla sıkıyordu. Bunu uygun bir zamanda onunla konuşmalı ve kendi kontrolünde olmayan şeyler için suçluluk hissetmesini engellemeliydi.

Orhan aldığı cevabın ardından "Ben hemen dönerim" diyerek aracın kapısını kapatırken Hasret'in bakışları da o anla birlikte ona doğru kaymıştı. Gidişini izlerken ister istemez yüzünde bir tebessüm oluşuyordu. Babasının yanında ilk defa kendisini güvende hissettiren bu adam hayatına nasıl girmişti aklı almıyordu ama Orhan'ın varlığının Hasret'e çok iyi geldiği bir gerçekti.

O uzaklaşan Orhan'ı düşünceli gözlerle izlerken babası da ön koltuktan arkaya doğru bakıp "Adam istediğin bir şey var mı diye soruyor ne diye hayır yok diyon kız! Ev tam takır kuru bakır azcık dolabı donattıraydın fena mı olurdu?" dedikten sonra Hasret'in bıkkın bir halde sessiz kalmasıyla da sözlerine "Bana bak bana! Yakında kocan olcak bu adam öyle her sorduğunda yok demeycen. Sorduğu anda vercen eline listeyi alıp gelcek hepsini anladın mı? Ben zaten sana eksiği gediği yazar veririm bir ara. Gül gibi kız veriyoz azcık açsın kesenin ağzını" diyerek devam etti.

Bu sözlerden sonra Hasret içten içe bu evlilik kararıyla ilgili doğru yapıp yapmadıklarını sorgulamaya başlamıştı. Orhan'ın kendisini kurtarırken Salih gibi bir belaya bulaşması ne derece doğruydu bilmiyordu. Hem bugün ailesine ve yaşantısına da az çok vâkıf olmuştu. Salih gibi bir adamı o ailenin karşısına dünür diye çıkarmak akıl kârı değil gibiydi.

•●●·٠•●●•٠·˙

Hasret'in bu düşüncelerinden habersiz olan Orhan alması gereken şeyleri hızlıca alıp alışveriş merkezinden dışarıya çıkmıştı. Onu eli kolu dolu halde görünce Salih'in de keyfi iyice yerine gelmişti tabii. Nasıl gelmesin ki? Belli ki akşama ziyafet vardı.

Salih gördüğü manzaraya karşı gevrek gevrek gülüp "Vay vay vaay! İyi ki seni o Sadi'nin kıytırık oğluna vermemişim bu Ertekinler daha yağlı kapı çıktı" dedikten sonra torbaları yerleştirmek için bagajı açan Orhan'a da şöyle bir bakıp "Damadın hası da böyle olur işte! Bak istediğim bir şey yok dedin alışveriş merkezini yığdı önüne. Bir de var desen tapusunu üzerine yapcak herhalde" dedi. Hasret'in oturduğu yerde kemikleri birbirine girerken Orhan'da bu sözleri duysa da duymazlıktan gelmeye çalışıyordu. Şu nikah bir kıyılsın kızı bir çekip alsın bu adamın da dili kesilirdi elbet.

Orhan sadece küçük torbayı yanına alıp kapıyı açarak araca geçmişti. Kapısını kapattıktan sonra da elindeki torbayı Hasret'e "İlaçlarını da aldım hemen bu akşam kullanmaya başlarsın. Aksatma olur mu?" diyerek uzattı. İlaçları mı? Orhan doktorun verdiği reçeteyi görmüş müydü ki?

Hasret ona şaşkın bir halde bakarken Orhan bakışları sebebiyle bir açıklama yapması gerektiğini düşünüp "Reçeteyi arabada düşürmüşsün" dedikten sonra az kalsın unutacağını söyleyerek cebinden bir de telefon çıkardı ve Salih'in meraklı bakışları altında da "Bu telefon da yanında dursun sana dilediğim an ulaşabilmek isterim. Nasılsa artık sözlü sayılırız yani sorun yaratılacak bir durum olduğunu sanmıyorum" diyerek Hasret'e verdi. Bu imalı sözler de kayınpeder bozuntusuna gidiyordu herhalde. Salih telefonun pahalı bir şey olup olmadığına bakarken bir yandan da Orhan'ın sözüne karşılık hiçbir sorun olmadığını aksine hakları olduğunu söylüyordu. Şu para denen meretin gözü kör olsun be!

Hasret ise o anlarda sessizdi çünkü kafası karmakarışık olmuştu. Bir Orhan'a bir babasına bakarken yaptıkları şey yanlış gibi gelmeye başlamıştı. Tamam kendi hayatı kurtulacaktı ama ya Orhan'ın ve ailesinin bundan sonraki hayatı ne olacaktı? Salih sülük gibi yapışır kanlarını emerdi bu insanların. Hasret Orhan'a sorundan başka bir şey getirmeyeceğini düşünmeye başlamış Orhan'da onun bu suskunluğunu yine babasının ters bir laf etmesine bağlamıştı. İçinden keşke ayağı ağrımıyor olsaydı da ikisini yalnız bırakmayıp giderken Hasret'i de yanına alabilseydi diye geçiriyordu. Büyük ihtimalle babası da peşlerine takılırdı ama en azından Hasret neye üzüldüyse bunun yaşanmış olmasını önlemiş olurdu.

sdfgh.png


Araç hareket ettiğinde Salih nikahtı düğündü yapılacaklardı boş boş konuşuyor Orhan'da onu dinlemek yerine ara sıra dikiz aynasından durgun gözlerle dışarıyı izleyen Hasret'e bakıyordu. Bir şey vardı onda hem de canını sıkan onu üzen bir şey vardı. Bu da aniden olmuşa benziyordu. Babasının yine densizce bir laf ettiği açıktı. Belki de ağır konuşmuştu ama Hasret'e gözyaşlarını içine akıtacak kadar ne söylemiş olabilirdi anlayamıyordu. Hem artık bu evlilik işi de onay almış gözüküyordu. Salih daha ne diyebilirdi ki?

•●●·٠•●●•٠·˙

Evin önüne geldiklerinde Salih koltukları kabara kabara araçtan çıkmış mahallelinin de "İyi akşamlar ağalar!" diyerek dikkatlerini üzerlerine çekmişti. Onun gövde gösterisi sırasında Orhan da araçtan inip Hasret'in kapısını açarak inmesine yardım etmeye başlamıştı. Bu da mahalleli için ayrı bir dikkat çekici konuydu. Daha yeni Sadi Bey ile Münevver Hanım Hasret'i Nadir'e istemeye gelmemiş miydi? Ee! Bu genç adam da nereden çıkmıştı o halde diye fısır fısır konuşmalar dönüyordu haliyle.

Üzerlerindeki bakışları umursamayan Orhan göz göze geldiği Hasret'in halini pek beğenmediği için neyi olduğunu iyiden iyiye merak eder olmuştu. Hasret'in donuk bakışlarından dolayı da ona bunun nedenini sorma gereği hissederek "İyi görünmüyorsun ben yokken bir şeyler olmuş sanki. Baban seni kıracak sözler mi söyledi yoksa?" diye sordu. Kız cevap veremeden Salih'in komşularına "Heya! Haftaya da düğünümüz var. Bu da benim damat! On numara oğlan görür görmez kanım ısındı. Zaten damat dediğin kayınpeder toprağına çeker derler ahanda bizimki de o hesap oldu" demesi duyulmuştu. Gerçi o gelin kaynana toprağından olurdu ya hadi neyse! Bir de utanmadan arlanmadan kapıdan bacadan kovduğu adamın üstünden hava atmıyor muydu! Bu adam insanı çileden çıkarırdı.

Konuşmaları Salih tarafından kesildiği için Orhan bir cevap beklediği Hasret'e "Bir şey söylemedin" deyince Hasret de gözlerini babasından alıp Orhan'a çevirerek kırılgan bir ses tonuyla "Sonra konuşalım mı? Annem bekler" dedi. Söylemek istediklerini şimdi dile getirmesi zordu. Sakin bir anda baş başa daha rahat konuşurlardı.

Orhan onu başıyla onaylayıp bagajdan torbaları almaya giderken Salih yine lanetliğini yaparak Hasret'e çıkışıp "Kız bakma öyle aval aval! Koş al damadın elindekileri bir de adama mı taşıtcan utanmadan!" deyiverdi. Tabii damada yaranayım derken çam devirdiğinin farkında değil gibiydi çünkü Orhan bu dediğini doğal olarak öfkeli bakışlarla karşılamıştı. Adama mı taşıtacaksın da ne demek ya! Onlar dururken bütün torbaları Hasret mi taşısaydı bir de?

Hasret bu duruma alışık olduğu için babasının dediğini hiç yadırgamadan yapıp gayet normal bir tavırla bagajın yanına gelmişti. Birbirinden ağır torbaları eline alırken de onun bu yaptığına hayretle bakan Orhan aniden ellerini tutup "Hayır hayır! Sen bırak ben alırım" dedi. Hasret ellerini tutmasıyla Orhan'a utanarak bakarken Salih de hemen lafa atlayıp "Damat öyle kadın kısmını fazla rahata alıştırmıycan bak evlenince salarsa kendini bir daha lafını sözünü dinletemezsin. Bırak taşısın eline yapışmaz ya!" dedi. Bu adam Orhan'ı sınamak için mi gönderilmişti yahu!

Salih bunu yaranmak için dedi demesine de Orhan'ın kendisine katı bir tavırla "Bırakın da yakında eşim olacak kadına nasıl davranacağıma ben karar vereyim. Hasret benim hayat arkadaşım olacak hizmetlim değil!" demesiyle geri adım atmak zorunda kaldı. Orhan bu adamla bir hafta nasıl geçecekti gerçekten bilmiyordu. Hele ki Hasret'in ve annesinin bu adama bunca yıl nasıl tahammül ettiğini hiç mi hiç anlamamıştı. Bu lanet adamı tanıdıkça Hasret'i buradan çekip alma isteği çok daha baskın bir hale geliyordu sanki.

Salih pısık bir tavırla "Tabii sen verirsin de..." deyince onun konuyu uzatacağını anlayan Orhan'da lafını kesip sesini yükselterek "Bundan sonra!" dedi ve hemen arkasından sesini Hasret korkmasın diye kontrollü kullanıp "Bundan sonra Hasret'in eline ona yük olabilecek değil torba mendil dahi vermeyeceksiniz. Görmeyeceğim! Görürsem nikah öncesi de sonrası da sıkıntı olur Salih Efendi!" dedi. O anla birlikte Salih paranın suyunun kesileceğini daha doğrusu o suyun geleceği musluğu bile açamayacağını anlayınca uyumlu davranmak zorunda kalıp "Madem öyle diyon biz de anasıyla birlikte kızın elini sıcak sudan soğuk suya sokmayız" dedi. Bunu söylemesi bile karşısındakini germeye yetiyordu. Aslında Salih daha çok kaz gelecek yerden tavuk esirgemeyiz düşüncesindeydi. Neyse ki bunu dile getirmeden susmayı tercih etti.

Salih eve önden gidince Hasret torbaları alan Orhan ile geride kalmıştı. Aslında babası gittiğine göre Orhan ile şimdi de konuşabilirdi çünkü o bu adama bir dakika daha katlanmak zorunda değildi. Hiçbir mecburiyeti yoktu ki. Tamam iyi kalbi gereği Hasret'e yardım etmek istiyordu ama bu iş böyle olmayacak gibiydi.

Orhan bagajı kapatıp artık gidebileceklerini söylerken Hasret'in çekinerek "Sonra demiştim ama şimdi konuşalım mı?" demesiyle ona doğru dönüp tereddütle "Az önceki tavrımdan ötürü seni korkuttuysam özür dilerim ama babanın artık sana böyle davranamayacağını iyice anlaması gerekiyor" dedi. Keşke öyle olsaydı ama durum başkaydı.

"Hayır korkmadım"

"Sorun ne peki?"

Birbirlerine bakarken Hasret'in aklından da bir sürü şey geçiyordu. Bugünü düşününce gelecekte neler olabileceğini daha net görmüştü sanki. Belki artık dayak yemeyecekti ama bu Salih'in zulmü de hiç eksik olmayacaktı hayatlarından. O adam var olduğu sürece düşmezdi ki yakalarından. Hasret ileride yaşama ihtimalleri olan şeyleri düşünürken Orhan'ı bir hayli şaşırtarak "Ben düşündüm de... Belki de evlenmesek daha iyi olur" dedi. Orhan bu duyduğuyla olduğu yerde tepkisiz kalmıştı. Ne demek daha iyi olur?


dfxgch.png


Orhan yanına yaklaşıp bunu söylemesine neden olacak şeyi gözlerinden okumaya çalışır gibi bakarken bir yandan da merakına yenik düşüp başını iki yana sallayarak "Bunu düşünmene ne sebep oldu?" diye sordu. Her şey ortada değil miydi? Çok ayrı dünyalarda yaşıyorlardı. Orhan'ın ailesiyle Hasret'in ailesinin arasında uçurum yaratan farklar vardı. Onlar belli ki sevgiye önem veren bunun için yaşayıp bunun için yaşatan insanlardı ama ya Salih? O tam aksine işin içine para girdi mi kendi karısını kızını bile tanımaz biri olabiliyordu. Yeter ki sırtını dayayacak cebi kuvvetli birileri olsun. Şimdi Orhan'ın da ailesinin de ne kadar varlıklı insanlar olduğunu gördü. Rahat huzur vermezdi onlara.

Hasret sebebini nasıl söyleyeceğini bir süre düşündükten sonra tam izah edecekken Salih'in "Ee! Hadi gelmiyonuz mu?" demesi duyuldu. Şimdi gitmeden de rahat vermezdi onlara. Hasret sesle birlikte arkasını dönüp babasının yanında endişeli gözlerle kendisine bakan annesini görünce Orhan'a "Sonra devam edelim olur mu?" deyip onun da onay vermesinin ardından annesinin yanına giderek Ayla Hanım'a sıkıca sarıldı.

Annesi de şaşkındı. Kızını sabah ne halde göndermişti o şimdi ne halde geri geliyordu. Kadıncağız sessiz sedasız "Baban doğru mu söylüyor Hasret? Razı gelmiş evlenmenize" derken Hasret'in "Doğru anne" demesine fırsat kalmadan Salih lafa atlayıp "Yeni yeni icatlar! Damadın yanında ayrılamayan ana kız imajı çizmeyin valla acıyıp bir vazgeçer görürsünüz sonra Hanya'yı da Konya'yı da!" deyiverdi. Orhan keşke Hasret'in ilaçlarını alırken kendisine de sakinleştirecek bir şeyler baksaydı. Bu adam çekilecek dert değildi gerçekten.

Hasret bu sözün üstüne hemen geri çekilip kenara geçmişti. O sırada bir şey söyleyip de bu adamla muhatap olmamaya çalışan Orhan ise torbaları tek eline toplayıp Salih'in "Damat nikaha kadar bizlen kalcak. Artık aile olcaz ya kayınbabasıyla kaynanasını daha yakinen tanımak istedi belli ki" demesiyle Ayla Hanım'ın elini öperek "Size de emrivaki yapmış gibi oldum kusura bakmayın ama bir süre böyle olması gerekiyordu" dedi. Ayla Hanım hem Orhan'ın hem de Hasret'in bakışlarından bu gerekliliğin Salih yüzünden olduğunu anlamıştı. Başka neden olurdu ki zaten? Ee! O da kaç yıllık kocasını tanıyordu tabii adam melek değildi maalesef ki...

Salih omzuna bir iki yumuşak vuruş yaptığı Orhan'a "Hadi geç buyur bakalım fakirhanemize gerçi senin alışık olduğun gibi lüküs değildir ama rahattır he!" dedikten sonra hep beraber içeriye girdiler. Bu adamın sustuğu bir an var mıydı yoksa illa zorla mı susturmak gerekiyordu acaba? Elinde torbalarla kalan Orhan da Hasret'e sokulup "Mutfak bu kapı mıydı?" diye sorduktan sonra onun yönlendirmesiyle torbaları bırakmaya gitti.

Salih kaşını gözünü oynatıp "Kızı da yanına al gidin bakın neler almış sonra da şöyle güzel bir sofra kurun. Kuş sütü bile eksik olmasın ha! Ensesi en kalınından damat ağırlıyoz burada çoluk çocuk değil" diyerek Ayla Hanım'ı içeriye göndermeye çalışırken Hasret çoktan Orhan'ın ardından gitmişti bile. Tabii babası gibi meraktan değildi bu gidiş...

Orhan elindeki torbaları masanın üzerine bırakırken onun aldıklarına çekinerek bakan Hasret'in "Zahmet edip bir sürü şey almışsınız. Ne lüzum vardı bu kadar masrafa girmeye?" demesine gayet hoş bir ifadeyle "Siz de beni bir hafta boyunca evinizde misafir edeceksiniz. Size zahmet mi vermiş olacağım? Yani eğer öyleyse..." diye cevap verince söylediğinden çok utanan Hasret hemen sözünü kesip telaşlı bir halde "Olur mu hiç! Estağfurullah başımızın üzerinde yeriniz var. Ben onu demek istememiştim" dedi. Onun bu masum halleri Orhan'ın yüzünü gülümsetmişti.

"O halde iki taraf açısından da zahmet edilen bir durum yok diyebilir miyiz?"

"Siz öyle olsun diyorsanız diyebiliriz tabii"

"Bana adımla hitap edebilirsin"

"Efendim?"

"Herkesin gözünde haftaya evlenecek olan bir çiftiz ve sen hâlâ benimle sizli bizli konuşuyorsun. Bence artık bana adımla hitap etmeye başlayabilirsin"

Hasret şirin bir edayla gözlerini yavaşça boşluğa dikip "Dilim alışık değil ama denerim" derken onun bakışlarını tebessümle izleyen Orhan'da "Ama polis memurunun sorusuna cevap verirken benden Orhan diye bahsetmiştin. Yanılıyor muyum?" diye sordu. Öyle mi yapmıştı gerçekten?

dfgh.gif


Hasret hatırlayamamış gibi bakarken bir anda söyledikleri aklına gelince "Orhan beni burada zorla tutmuyor ki..." dediği anı hatırlamıştı. Yüzünü ekşitip başını öne eğerek "Bana sizin söylediklerinizi onaylamamı istermiş gibi bakınca ben de ondan öyle hitap etmiş olmalıyım" dediğinde tam Orhan ona "Siz değil sen" demişti ki içeriden Salih'in sesi duyuldu. Bu kadar zaman iyi bile sessiz kalmıştı doğrusu.

"Nerede kaldınız? Bir sofra kurmak bu kadar mı zor ya! Şurada damadımla karşılıklı oturup iki lafın belini kıralım dedim gelmek bilmediniz yahu!"

Hasret'in babasının sesiyle istemsizce irkilmesi ve apar topar bir şeyler hazırlamaya çalışması aralarında sessizliğe neden olmuştu. Orhan susuyor ve sadece hızlı olmaya çalışan Hasret'i izliyordu. Eli o kadar çabuktu ki Orhan ayağının aksaklığını bile unutmuştu yoksa dikkat etmesi için uyarmadan edemezdi.

O sırada rahat konuşsunlar diye bir süredir kapı önünde bekleyen Ayla Hanım da mutfağa girip Orhan'ın koluna dokunarak "Sen içeriye geç evin gibi de rahat otur olur mu? Biz de Hasret ile bir şeyler hazırlar geliriz" dedikten sonra masanın üzerindeki torbaları görüp mahcup bir tavırla "Ay! Ne gerek vardı be oğlum?" dedi. Hasret ile az önce yaptıkları konuşmayı düşünen Orhan bir şey diyemeden sadece tebessüm edip Ayla Hanım'ın kolundaki eline dokunduktan sonra anne kızı içeride bırakarak mutfaktan çıktı.

Ceketini çıkarıp girişteki portmantoya astıktan sonra evdeki durumları merak ettiği için telefonunu da alarak Fikret'i aramaya başladı. Kardeşi de ailesine yaptığı ufak tefek açıklamalarla Orhan gelene kadar onları rahatlatmış şimdi de odaya çektiği Mert'i sorguya alıyordu. Salih ile gittiğinde ne olmuştu da onu elinden kaçırıp bir de kaçırdığını fark etmemişti bu merak konusuydu ama maalesef Mert'in de ağzını bıçak açmıyordu. Artık neler karıştırdıysa korkudan bir şey diyemiyor sürekli soruları kıvırarak cevaplandırıyordu. Tam o konuşmaların üzerine de Orhan aramıştı.

Fikret işaret parmağını Mert'e uzatarak hiçbir yere kaçmamasını söylerken aynı anda da telefonu açıp "Orhan sizi çok merak ettim. Ne durumdasınız?" diye sordu. Nasıl oldukları az çok tahmin edilirdi herhalde. Orhan herhangi bir sorun olmadığını söylerken Mert'in arkadan "Orhan ağabey! Şu testere ruhlu kardeşine söyle tuvalete gideceğim salmıyor. Kapıyı da üstümüzden kilitledi. Yemin ederim hemen açmazsa camdan aşağıya atlayacağım sebebi de Fikret ağabeyim olacak haberin olsun! Artık anneme de açıklamasını sen yaparsın" demesi duyuluyordu.

Fikret elindeki yastığı kardeşine doğru fırlatıp "Konuş o zaman yoksa sana kalmadan ben atarım seni aşağıya! O kadar parayı birkaç saat içinde nasıl harcadığını bana açıklayacaksın Mert!" derken Orhan'da kulağından uzaklaştırdığı telefonu yeniden yaklaştırarak "Fikret bırak çocuğu gitsin. Ben geldiğimde birlikte konuşuruz akşam akşam fazla dikkat çekmeyin. Annem de şimdi sesinizi falan duyar odanın önüne gelir aman diyeyim" dedi. Fikret hiç istemese de Mert'i salarken Orhan'ın da gözü önünden elinde tabakla geçen Hasret'e takılmıştı. Yer sofrasına tabakları koyarken dizindeki sorunun hâl ve hareketlerinden belli olması da Orhan'ın kafasını yerine getirmiş gibiydi.

Fikret'e yemeğe oturulacağını ve kendisini sonra arayacağını söyledikten sonra mutfağa geri dönen Hasret'i durdurup "Sen bu halde çok dolaşma dizini zorlamaman lazım" deyince Hasret ne yapacağını bilemez bir halde yan gözle babasına bakmaya başladı. Adam yine radyosunu eline almış vura vura ses çıkarmaya çalışıyordu. İyi de şimdi Hasret'i otururken görürse yine başlardı söylenmeye. Hasret'in tereddüdü sebebiyle Orhan onu mutfağa götürüp sandalyeye oturttuktan sonra etrafa şöyle bir bakarak "İçeriye başka neler gidecek?" diye sordu. Neler gidecek derken...

Hasret ile annesi birbirine bakarken Orhan da onlara çekmeceyi işaret ederek "Kaşıklar burada değil mi?" diye soruyordu. Şaşkın bir halde Orhan'a bakan Hasret evet dermiş gibi başını sallayınca Orhan oradan kaşık ve çatalları alıp tezgaha dayalı tepsinin içine koydu. Onların hemen ardından da bu sefer camlı dolaptaki bardakları ve tuzluklarla birlikte ekmekliği de alıp tepsiye koydu. O tepsiyle içeriye giderken anne kız da ardından bakakalmıştı. Doğru mu görmüşlerdi yoksa gözleri onları yanıltıyor muydu?

"Hasret..."

"Efendim anne?"

"Ne kadar iyi ne kadar düşünceli bir genç... Yufka yürekli de"

"Evet öyle"

"Şimdi içim daha çok rahatladı. Baban seni Nadir'e vereceğini söylediğinde hayatın aynı benimkine benzeyecek bedbaht olacaksın sanmıştım ama Orhan gözümü hiç arkada bırakmayacak biri. Şükürler olsun!"

Hasret annesinin sözüyle tebessüm ederek oturduğu yerde salatayı yapmaya başlarken Orhan geri dönmüştü. Tabii anne kızı yüzleri güler bir halde bulunca o da mutlu olmuş elindeki tepsiyi bırakarak salataya sos yapmaya koyulmuştu. Hasret ise belli etmemeye çalışarak onu izliyordu. Orhan'ın bu mütevazi tavırları hoşuna gitmişti. Halbuki yaşadığı ortam belliydi. Yani el üstünde tutularak büyümüş bir dediği de iki edilmemiş biri gibiydi ama Hasret ona bakıyordu da şu an karşısında salata sosu yapan Orhan da bunu ilk defa yapmıyor gibiydi.

Hasret tabii ki de onu henüz iyice tanımadığı için böyle düşünüyordu ama Orhan ve kardeşleri kafalarına estiğinde gecenin kaçı olduğuna bakmaksızın mutfağa iner kakara kikiri eşliğinde kendilerine yemek hazırlayarak sohbet ede ede de yerlerdi. İdmanlıydı yani.

Ayla Hanım hem gençleri baş başa bırakmak hem de hazır olan yiyecekleri masaya götürmek için mutfaktan çıkmıştı. Orhan da onun çıktığını görür görmez hazırladığı sosu Hasret'in önündeki salata kasesine döküp aynı anda da "Konuşmamız yarım kaldı" dedi. Hasret'in bakışları kendisine dönünce de göz hizasına inmek için önünde diz çöker gibi eğilip "Neden aniden evlenmekten vazgeçtin?" diye sordu. Hasret önünde diz çöken Orhan'a bakarken gözlerini de gözlerinden çekememişti. Halbuki normalde olsa bu kadar yakın dururken telaşlanıp hemen bakışlarını kaçırırdı. Bu defa yapmamıştı. Belki de yapamamıştı.

Hasret Orhan'ın kendisine dönmüş olan meraklı bakışları yüzünden bir hayli çekinse de yine de konuşmaya kısık bir ses tonuyla devam edip "Utandırırım ben sizi..." dedikten sonra Orhan'ın sizi bizi bırakmaya ne oldu der gibi bakmasıyla da sözünü düzelterek "Yani utandırırım ben seni... Ailene karşı mahcup ederim. İstemeden zor durumlarda bırakırım" diye cevap verdi.

Orhan onun pembeleşmeye başlayan yüzünü dikkatlice incelerken bir yandan da bunu neden dediğini anlayamamış gibi "Niye utandırasın ki?" diye sorunca gözlerini yeniden boşluğa diken Hasret babasının bugünkü davranışlarını düşünerek "Evlenirsek babam düşmez ki yakamızdan. Aynı bugün olduğu gibi olur olmadık konuşur saçma sapan isteklerde bulunarak sizin de... Yani senin de asabını bozar. Hem ailene de huzur vermez daha şimdiden dünürüm dünürüm diye gezinmeye başladı. Onlar da demez mi kimleri sardın başımıza nasıl bir kız getirdin evimize diye" dedi. Bunları söylerken ne kadar da nahifti öyle...

Orhan sessizce dinlediği Hasret'in söylediklerini düşünüp bir yandan da "Ailem seni tanıyınca bana evimize nasıl bir kız getirdin diye sormaz. Aksine bu kadar temiz kalpli bu kadar düşünceli ve terbiyeli bir kızı bu devirde nasıl buldun da evlenmeye razı ettin diye sorarlar" dedi. Hasret bu sözler karşısında mutlu olsa da belli etmemeye çalışıp utanarak başını önüne eğmişti.

Orhan gözlerini genç kıza sabitleyip "Baban konusuna gelince sakın bunu kendine dert etme. Ben her şeyi düşündüm yani her türlü onunla başa çıkabilirim. Çıkamayacağımı düşünsem bu işe girişir seni de oradan oraya sürükler miydim hiç? Sen endişelerini bir kenara bırak ve sadece bana güven lütfen" dedi. Hasret sessizdi. Orhan bu sessizliği onu ikna etmiş olmasına bağladığı için hoş bir bakışla tebessüm edip onu da ister istemez gülümseterek "Ee! Seni verdiğin karardan vazgeçirebildim mi Hasret?" diye sordu.

Geçirmişti tabii...

Geçirmez olur muydu hiç?


fdghj.png


8.Bölümün Sonu
•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.518
Tepki
84.164
Puan
113
Konum
İstanbul
9.Bölüm : Kızı İstemeye Ne Zaman Geliyorsunuz?

"Yemekler hazır buyurun sofraya"

Yer sofrasının etrafına geldiklerinde Salih hemen yerine kurulmuş Ayla Hanım'da tam karşısına geçmişti. Bir gözü de kızına otururken yardım eden Orhan'daydı. Hasret her ne kadar gerek yok dese de Orhan dizindeki sorunu öne sürmüş ve elinden tutarak önce onun rahat olduğundan emin olup sonra geçmişti yerine. Bir annenin de en içten dualarını almıştı böyle yaparak çünkü Ayla Hanım kızının el üstünde tutulacağını anladıkça hayır duasını üstlerinden eksik etmiyordu.

En nihayetinde Hasret ile Orhan yer sofrasında karşı karşıya geçmiş anne ve babası da iki yanlarında kalmıştı. Birazdan da bu masada ilk defa yemek bir aile gibi beraberce yenilecekti. Normalde Salih yemeğini yerken Ayla Hanım ona hizmet eder Hasret'te babası rahat verirse eğer yemeğini mutfakta yerdi. Rahat verdiği de çok ender görülmüştü.

Bu düzen Orhan'ın gelişiyle değişeceğe benziyordu çünkü Orhan daha ilk andan sofrada neden sadece iki tabak olduğunu sorgulamaya başlamıştı bile. Halbuki kaşıkları bardakları kişi sayısına göre kendisi koymuştu. Ancak sonradan Salih'in bir müdahalesi olmuş olacak ki bir anda servisler iki kişiliğe düşmüştü. Nedenini sorduğunda Hasret'ten evlerindeki düzenin böyle olduğuna dair bir yanıt alınca da bu Salih ile aralarında pek de hoş olmayan bir bakışmaya sebebiyet vermişti. Bir ev içinde ayrı gayrı mı olurmuş hiç? Ne tuhaf işti bu böyle! Tabii hemen ardından da Ayla Hanım'ın ve Hasret'in tabakları da sofradaki yerlerini almıştı. Salih'in de evdeki düzenin değişmesine keyfi kaçsa da yine de gıkını çıkaramıyordu. Şimdi Orhan ile atışıp düğün üstü zengin damadı karşısına almaya hacet yoktu tabii.

Sessiz sedasız yenilen yemeğin ardından Salih masaya şöyle bir göz atıp daha fazla dayanamayarak "İçcek bir şeyler yok mu? Kuru kuru boğazıma dizildi boğulup gitcem ya burada!" demeye başlamıştı. Su vardı meyve suyu da vardı ama adamın derdi başkaydı. Ayla Hanım içinden "Boğul ya Salih! Boğul da bir huzura erelim" diye geçirerek eşine bakıp kalmış sonra da bu düşüncesinden dolayı utanıp sessizce "Tövbe!" derken de Hasret sofrada tatsızlık yaşanmasın diye ayaklanmıştı.

Tabii Orhan'ın bakışları ayağı bu haldeyken neden kalktığını sorgularmış gibi kendisine dönünce de açıklama yapmak zorunda hissedip önce "Ben gidip bakarım zaten ilacımı sürmeyi de unutmuşum" dedi sonra da babası sinirlenmesin diye apar topar mutfağa doğru gitti.

Hasret buzdolabını açıp ne var ne yok diye bakınırken içeriden de babasının "Aslan sütümü getir de damadımla iki kadeh tokuşturam. Bizim sülalede âdettendir damat kız evine geldi miydi kayınbabasıyla iki tek atar" demesi duyulmuştu. Adam illa içecek ya bahane olsun diye resmen kendi kendisine âdet uyduruyordu. Ancak bunu duyunca da Hasret şişeyi görse de eline alamadan olduğu yerde kalmıştı. Ne yani şimdi Orhan'da mı içecekti bu mereti? Yoksa o da mı alışıktı içki içmeye?

Babası ısrarlı bir şekilde "Bulamadın mı kız? Altlarda altlarda!" diye seslenince şişeyi ve bardakları eline alıp hiç istemeyerek de olsa içeriye geri döndü. Yüzündeki asıklık da fark edilmeyecek gibi değildi. Bardakları masaya koyup şişeyi bırakırken babası da hemen bardaklardan birini Orhan'ın önüne doğru kaydırıp "Ha şöyle ya! Sabahtan beri dilimiz damağımız birbirine yapıştıydı. Hadi doldur da keyfimiz yerine gelsin şu düğün işlerini de konuşmaya başlayalım artık" dedi. Konuşsunlar da o düğün işleri pek Salih'in düşündüğü gibi olmayacaktı çünkü Orhan davullu zurnalı bir düğün değil daha ziyade aile arasında kıyılacak sade bir nikah organize etme niyetindeydi.

Salih'in konuştuğu anlarda Orhan'ın da tüm dikkati Hasret'in üzerindeydi. Kaşlarındaki çatıklıktan ve yüzündeki mutsuz ifadeden bu kayınbabayla içki içme hadisesinden hiç de hoşlanmadığı alenen belli oluyordu. Ayrıca içeriye girdiğinden beri kendisine de hiç bakmamıştı. Hatta olduğu yöne dahi bakmıyor belki de bakmamaya çalışıyordu. Orhan bu tavrının nedenini hemen anlamıştı tabii. Sonuçta kız alkolik babasından çektiği eziyeti başka hiç kimseden çekmemişti. Haliyle evlenmek üzere olduğu adamın da böyle bir alışkanlığı olmaması tek temennisiydi.

Hasret aynen de Orhan'ın düşündüğü gibi düşünüyordu. Şimdiye kadar tek bir olumsuz yönünü görmediği Orhan'ı ne başka bir yerde ne de şu an bu masada kadeh tokuştururken görmek istemiyordu. Hem babası da onca ağır laf edip evlerinden kovmuş bir özür bile dilememişti ondan şimdi hepsini unutup baba oğul gibi sıkı fıkı olmak yakışık alır mıydı hiç?

Hasret bunları düşünmesine rağmen bir yandan da elindeki şişeyi Orhan'ın bardağına dökmeye hazırlanıyordu ama bunu yapamamıştı çünkü yaklaştığı anda Orhan'ın elini bardağın üzerine koyarak "Bizim ailede böyle bir âdet yok" dedikten sonra kendisine Ayla Hanım'ı muhatap alarak "Ancak sizin nikah ile ilgili aklınıza takılan ya da söylemek istediğiniz şeyler varsa tabii ki de konuşabiliriz" demesi bunu yapmasına mani olmuştu.

Bu anlarda Hasret hâlâ yüzüne bakmıyordu ama Orhan değişen ifadesinden ve belli belirsiz görünen tebessümünden onun içini rahatlatan bir şey yaptığını anlamıştı. Açıkçası Hasret'in bu evliliğe içinde hiçbir şüphe ve tereddüt olmadan adım atmasını istiyordu.

sdrfgthj.png


Ayla Hanım yan gözle Orhan'a bilenmiş gibi bakan eşine bakarak sessiz kalırken Salih hemen söze girip "Bak az kalsın unutuyodum ya! Düğünden önce başka önemli bir işimiz daha var" dedikten sonra kendisine dönen bakışlar eşliğinde de pişkin pişkin "Kızı istemeye ne zaman geliyonuz?" deyiverdi. Hoppala! Bu sefer de o meraklı bakışlarla muhatap kalan Orhan olmuştu. Kızı istemeye ne zaman mı geleceklermiş? Haftaya evleniyorlardı zaten şimdi bir de her şey güllük gülistanlıkmış gibi Orhan ailesiyle gelip bu adamın ağzından çıkacak olumlu yanıtı mı bekleyecekti. Daha neler!

Orhan bu istek sonrası Salih ile birbirlerine bakarken onun gerine gerine "Evlenmek istediğin kızı aileni de alıp elinde çiçeğinle çikolatanla anasından babasından isteycen herhalde" demesine biraz sinirlenmiş gibiydi. Anlaşılan o ki Orhan'ın cevabı pek de Salih'in beklediği gibi olmayacaktı.

Hasret ile Ayla Hanım ne diyeceğinin merakıyla cevap vermesini beklerken Orhan kendinden gayet emin bir tavırla başını iki yana sallayarak "Ben zamanında kızına talip olduğumu söyledim sen de bana verecek kızın olmadığını söyleyerek kapıyı gösterdin" dedikten sonra Hasret'in bu duruşundan hoşnut olmuş bir halde kendisine dönen bakışları eşliğinde de sözlerine devam ederek "Biz de kız bir defa istenir Salih Efendi! Verirsen ne âlâ... Vermezsen de sonrası iki kişinin bileceği iş" dedi. Orhan bu sözleriyle Hasret'in gönlünü bir kez daha fethetmişti ama Salih'in ona karşı olan bakışları da bakış değildi. Damada diş geçiremiyor olmak belli ki canını epey sıkmıştı. Ee! Sen babalık mı yaptın da şimdi seni baba yerine koymalarını bekliyorsun derler adama değil mi?

Salih o sinirle önündeki rakı bardağını eline alıp kafaya diktikten sonra ayağa kalktı ve nereye gittiğini soran Ayla Hanım'a da "Kahveye gidiyom geç gelirim" deyip ceketini de alarak evden ayrıldı. Sessizlik olmuştu. Orhan sarf ettiği sözlerin ortamı gerdiğini düşünüp huzursuz olurken Ayla Hanım'da kızına "Hadi sofrayı kaldırıp çayı koyalım Hasret" dedi. Sözleri Ayla Hanım'ı kırmış mıydı acaba? Sonuçta Hasret Salih'in olduğu kadar onun da kızıydı. Ayrıca tek çocuklarıydı. Bir anne olarak kızının mürüvvetini görmek elbette ki Ayla Hanım'ın da hakkıydı ama sırf eşinin lanetliği yüzünden tüm bunlardan mahrum kalmak üzereydi.

Hasret annesinin söylediğini başıyla onaylayıp hemen boşalan tabakları üst üstte koymaya başlamıştı. Orhan da "Ellerinize sağlık yemekler çok lezzetli olmuş" diyerek ayağa kalktıktan sonra kendisine "Afiyet olsun oğlum senin de kesene bereket" diyen Ayla Hanım'a mahcup olmuş bir tavırla bakıp "Az önceki sözlerim yüzünden ne olur bana gönül koymayın. Ben de yol yordam bilirim elbet ama durumları biliyorsunuz. Ben annemle bir konuşayım sizi evimizde ağırlayalım. Hem nikahtan önce ailemle tanışırsınız hem de uygun görürseniz bu evlilikle ilgili rızanızı da o sırada alırlar" dedi. Aslında kırılan bir kalp yoktu ama olsaydı da bu sözler o kalbi tamir etmeye yeter de artardı bile.

Hasret mutlu bir halde gülümseyerek mutfağa giderken Ayla Hanım'da Orhan'ın kolunu tutup "Sana hiç kırılmadım. Aksine kızımı bu cehennemden kurtardığın ve onun yanında bu kadar güçlü durduğun için sana bir anne olarak ne kadar teşekkür etsem az diye düşünüyorum. Hasret'im iyi yürekli saf temiz hassas ve kırılgan bir kız... Karşısına senin gibi düşünceli ve yiğit biri çıktığı için belli ki çok da şanslıymış. Bu zamana kadar yüzü hiç gülmedi. Güldüremedim. Bundan sonra seninle güler inşallah" dedi. Orhan buruk bir tebessümde bulunduğu Ayla Hanım'a "Bundan emin olabilirsiniz. Mutlu bir hayatı olması için elimden ne geliyorsa yapacağım" dedikten sonra izin isteyip hava almak için bahçeye çıktı.

Hasret kapının kapandığını duyup bir de üstüne Orhan'ın içeride olmadığını görünce gittiğini sanarak yüzünü asmıştı. Bir şey de diyemiyordu çünkü onun nerede olduğunu sormaya çekiniyordu. Annesi de sofradan birkaç şey alıp yanından geçtiği kızına şöyle bir baktıktan sonra durumu anlayarak "Bahçeye çıktı. Gelir birazdan" deyip mutfağa girdi. Hay aksi! Merak ettiği bu kadar belli olmuş muydu ki?

Hasret kapıya doğru bakıp dudağını kemirirken ani bir kararla önce salon camına yaklaşmış oradan Orhan'ı göremeyince de kendi odasına geçerek perdesinin ardından bakmaya başlamıştı. Bu defa Orhan'ı görmüştü. Kapının önündeki merdivene oturmuş düşünüyor gibi bir hali vardı.
Bir süre odasının penceresinden Orhan'ı izledikten sonra yanına gitmek üzere odasından çıktı. Evden nasıl çıkacağını düşünerek tedirgin bir halde dururken de askıdan bir hırka alıp kendisine ne olduğunu soran annesine de "Şey... Ceketini almadan çıkmış. Hava da epey serin... Şu hırkayı vereyim de üşütmesin" dedi. Annesi arkasını dönmeden gülümseyerek "İyi düşünmüşsün git ver tabii" deyince Hasret utanarak kızaran yanağını tutup kapının önüne çıktı.

Orhan epey dalmış olmalı ki henüz onun geldiğini fark edememişti ama omuzlarına koyulan hırkanın verdiği his birkaç saniye içinde kendisine gelmesini sağlamıştı. Durgun bir halde bakışlarını kaldırıp "Gelince seslendim ama duymadın" diyen Hasret'i baş ucunda bulunca gülümseyerek hırka için teşekkür etti. Ona aynı tebessümle karşılık veren Hasret ise bir iki basamak indikten sonra "Oturabilir miyim?" diye sorup onay alınca da Orhan'ın yanına geçip oturdu. Bir şey söylemek istediği de belliydi.


asdsdgeds.png


Orhan düşünceli gözlerle onun yumru yaptığı ellerine bakarak sessizce beklerken Hasret'te söyleyeceklerini toparlayıp Orhan'a önce "Teşekkür ederim" dedi sonra da onun doğal olarak bu teşekkürün nedenini anlayamamış gibi bakmasıyla da sözlerine devam edip "Hem babama karşı olan mesafeni ve duruşunu bozmadığın için hem de anneme gösterdiğin nezaket için" dedi. Orhan hiçbir şey diyemeden Hasret'e bakıp kalmıştı. Hasret bu kadar sert ve ne dediğini bilmez bir babanın kızı olmak için fazla zarif değil miydi Allah aşkına?

Hasret bir şey söyleyip söylemeyecek mi diye düşünürken Orhan sessizliğini bozup "Yarın sabah Ayla Hanım sen ve ben kahvaltıya bize gidelim diyorum. Nikaha az bir zaman var aileler bir an önce kaynaşsın. Ne dersin?" diye sordu. Hasret bunu duyunca heyecanlanmıştı. Aslında heyecanlanmasına da telaş etmesine de pek gerek yoktu çünkü bugün olanlardan sonra Orhan'ın ailesi Hasret'e gerçekten çok anlayışlı ve sıcak davranmıştı. Yani herhangi bir sorun yaşanmayacağı açıktı. Tabii aynı şey Mert için geçerli değildi. Yarın sabah ağabeylerinden yiyeceği azarı ömrü hayatında yememiş olacaktı.

Hasret başını olumlu bir tavırla sallayarak "Olur gidelim" derken bahçenin dışında bir karartı olduğunu görmüştü. Tuhaf bir karartıydı bu... Orhan nereye baktığını anlamaya çalışırken Hasret gizliden gizliye kendilerini izleyen Nadir'i fark edip korkuya kapılarak "Çay hazır olmuştur. Hadi içeriye girelim artık" dedikten sonra ayağa kalktı. Orhan bu ani kalkışın nedenini anlayamasa da onun hemen ardından oturduğu yerden kalkmış Hasret'in apar topar eve girmesiyle de şüphelenip bahçeyi bakışlarıyla taramaya başlamıştı. Tabii o sırada da sokaktan hızla geçip giden Nadir'i görmüştü. Bu adam neden hâlâ bu evin etrafında dolanıyordu ki?

•●ERTESİ GÜN·٠•●●•٠·

Hasret sabah çok erken bir saatte kalkmış ve Orhan'ın ailesinin evine götürmek için sessiz sedasız börek hazırlamıştı. Davetli oldukları bir yere boş elle gitmek ayıp olur diye düşünmüştü çünkü. O ılınan böreği dilimleyip özenle servis tabağına yerleştirirken annesi Ayla Hanım'da eşine kahvaltı için bir tabak hazırlamış onu masaya bırakıyordu. Şimdi uyanınca masada bir şey göremezse geri döndüklerinde söylenir durur konuştukça da sinirlenip başlarının etini yerdi. En iyisi her şeyini hazır edip masaya bırakmaktı yani.

"Hazırsanız çıkalım mı?"

Anne kız Orhan'ın sesini duyup kapıya doğru bakarak bir ağızdan "Hazırız" deyince Orhan'da gülümseyerek "Babam ve ablam şirkete geçmeden önce evde olalım onlarla da tanışın istiyorum da bu acelem o yüzden" dedikten sonra masaya doğru bakıp Ayla Hanım'a "Bu arada börek mis gibi koktu. Ne zaman yaptınız? Hiç de fark etmedim" dedi. Hasret utandığı için gözlerini kaçırarak yanından geçerken Orhan'da istemsizce gözleriyle onu takip ediyordu.

"Sabah kalktığımda Hasret böreği çoktan açmaya başlamıştı. Bana da sadece o giyinip hazırlanırken pişirmek kaldı"

Orhan duyduğu şey üzerine epey şaşırmıştı. Bu kız hiç dur durak bilmez miydi? Bunca sıkıntının içinde hele ki ayağı bu haldeyken sabahın köründe nasıl uğraşmıştı bununla? Orhan bu düşünceler eşliğinde harıl harıl torba arayan Hasret'e yaklaşıp sessizce "Bu koca tepsi böreği sen mi açtın?" diye sorunca Hasret aramaya mola verip neden şaşırdın ki der gibi bakmaya başladı.

Öyle ya! Burada genci yaşlısı herkes bilirdi börek açmayı. Kızlar oklavayla merdaneyle daha küçücük yaşta tanışırdı. Bilmeyen ayıplanır mahallede dalga konusu olurdu. Orhan bu bakışın üzerine biraz düşünmüş sonra da "On parmağında on marifet var. Beni şaşırtıyorsun" deyip Hasret'in bakışlarını yeniden kaçırmasına neden olmuştu. Bu çekingen halleri Orhan'ın hoşuna gidiyor olmalı ki onu her seferinde tebessüm ettiriyordu.

Orhan her hareketini dikkatle izlediği Hasret'e bu ince düşüncesi için teşekkür eder gibi bakıp "Ellerine sağlık. Aslında giderken de bir şeyler alabilirdik neden zahmet ettin ki?" deyince Hasret'in utangaç bakışları yerini tedirginliğe bırakarak ona doğru dönmüştü. Bu sözlerin Hasret tarafından maksadının dışında anlaşılacağını tahmin edememiş olmalıydı.

Hasret yanlış bir şey yaptığını düşünürken aynı anda da "Zahmet değil de ayıp mı olur ailene? Yani böyle bir misafirliğe evde yapılmış börek götürmek... Aslında haklısın galiba güzel bir şeyler alıp şık bir paket yaptırmak lazımdı. Düşünemedim ben..." deyip ne yapalım der gibi annesine bakınca Orhan sözlerini hemen düzelterek "Hayır hayır! Sen beni yanlış anladın. Ben sadece ayağın bu haldeyken kendini yormasaydın demek istedim yoksa emin ol kardeşlerim bu börekleri gördüğü anda selam sabah vermeyi unutup ilk lokmayı alma yarışına girecektir. Annemi hiç söylemiyorum bile çünkü kendisi gibi maharetli olman onu daha da çok memnun edecektir" dedi. Hasret bu duyduklarından sonra rahatlamış ama biraz da şaşırmıştı. Ne yani Orhan'ın annesi de mi börek açıyordu? Yani evde çalışan yardımcılarına yaptırmıyor kendisi uğraşıyordu bu işlerle.

"Annen de yapar mı böyle şeyler?"

"Yapar tabii yapmaz mı? Bizim evde yemekler hep annemin elinden çıkar. Mantı günleri de meşhurdur. Ev ahalisi geniş olunca herkesi bir araya toplamak için ekstra özen gösteriyor tabii"

"Ne güzel"

Hasret daha da rahatlamıştı çünkü bu demek oluyordu ki Orhan'ın annesi öyle her varlıklı ailenin burnu havada kasıntı annesi gibi bir kadın değil aksine kendisini çocuklarına adamış sevgi dolu bir anneydi. İlk izlenimi de bu yönde olmuştu zaten. Polislerin kapısına gelmesine rağmen yine de anlayışlı davranıp Hasret ile tanışır tanışmaz ona sıkıca sarılmıştı. Başkası olsa böyle mi yapardı? Çekerdi oğlunu kenara al götür bu kızı buradan der başından savmaya bakardı ama Neyhan Hanım'ın samimiyeti gözlerinden okunuyordu. Belli ki çocuklarının mutluluğunu her şeyin üzerinde tutan biriydi.

Ayla Hanım çıkacaklarını ve masaya kahvaltısını bıraktığını haber vermek için fosur fosur uyuyan Salih'in yanına giderken Orhan'da ceketini giyip paketlenen böreği de eline alarak ayakkabısını giymeye başladı. O sırada Hasret de odasında üstüne başına düzen veriyordu. Saçlarını son bir kez daha taradıktan sonra üzerine bir şey alıp odadan çıktı. Ayla Hanım da Salih'in hâlâ uyuduğunu söyleyerek yanlarına gelince çıkmak için hiçbir manileri kalmamıştı.

Ancak evden çıkıp arabanın yanına geldiklerinde Orhan gibi Hasret'te arabaya bakıp kalmıştı. Lastiğin biri inmiş ön kapının olduğu yerden benzin deposuna kadar da arabaya boylu boyunca zigzaglı bir çizik atılmıştı. İşin aslı pek çoluk çocuk işi gibi de değildi. Hasret bunu yapanın dün akşam evlerinin etrafında gördüğü Nadir olabileceğini düşündüğü için tedirgin gözlerle etrafa bakmaya başlamıştı. İçinden de bir sorun çıkarmaması için dua etmeyi ihmal etmiyordu.

Orhan'da benzer bir düşünceyle bunu yapanın Nadir olabileceğini anlamıştı ama yine de bunu dillendirmeyip hiç telaşa mahal vermeden kapıları açarak "Siz ayakta kalmayın. Ben şimdi hallederim birkaç dakikaya kadar gideriz" dedi. Nasıl halledecekti ki?

Ayla Hanım arka koltuğa geçip Orhan'da elindeki börekleri yanına koyarak kapıyı kapatınca Hasret olduğu yerde durmak zorunda kalmıştı. Ses çıkarmadan beklerken Orhan ön tarafın kapısını açıp Hasret'in elini tutarak oturmasına yardım edince onları izleyen Ayla Hanım'ın da yüzünde hoş bir gülümseme belirmişti. Tabii ne Hasret ne de Orhan bu bakıştan haberdar değildi. Kendisini bildi bileli eziyet çeken bir kadın olarak kızının böyle el üstünde tutuluyor olduğunu görmek tabii ki de Ayla Hanım'ı çok mutlu ediyordu. Herhalde kızı için Orhan gibi bir eşin hayalini bile kuramamıştı. Nasıl kursun ki? Ne baba evinde ne koca evinde bu hayali kurmasına ön ayak olabilecek bir rol model olmamıştı ona.

Orhan çıkardığı ceketini Hasret'e uzatarak "Yan koltuğa koyabilir misin?" dedikten sonra bagaja doğru gidip ihtiyacı olan malzemeleri alarak geri döndü. Hasret ise annesinin bakışlarını fark edemeden ceketi yan koltuğa koymak yerine sıkı sıkı tutmuş Orhan'ın ne yaptığını izliyordu. Orhan'ın derdi de başkaydı. Arabadaki çizik göze batmasın diye elindeki kapatıcı spreyle çiziğin üzerinden üstünkörü geçtikten sonra onu yere bırakıp bu sefer de lastiğin önüne eğildi. Hasret dikkatle bakıyordu ama ne yaptığını bulunduğu yerden anlayamıyordu.

Orhan ise elini çabuk tutmaya çalışarak lastik şişirme köpüğünü sıkıp hızlı bir şekilde lastiği eski formuna geri döndürdü. En azından eve kadar idare eder sonra da kardeşlerinden birinin yardımıyla lastiği değiştirirlerdi. Sorun kısa süreli ama etkili bir şekilde halledildikten sonra Orhan ellerini yıkamak için evin önünü temizlemeye yarayan hortumun yanına geldi. Hasret bu doğal hallerini şaşkınlıkla karışık beğeniyle izlemeye devam ediyordu. Orhan sanki yıllardır bu mahallede yaşıyormuş gibi rahattı. Yaşadığı yer ve ona sunulan imkanlar göz önüne alınacak olunursa normalde bu şartlara yabancı olması gerekiyordu ama hiç de öyle değildi. Bu güzel bir şeydi tabii.

Orhan geri döndükten sonra kapıyı açıp "Kusura bakmayın beklettim" diyerek yerine geçerken bir an gözü Hasret'in elindeki ceketine takılmıştı. Bir yere bırakmamış sıkı sıkı tutuyordu. Bu birkaç saniyelik bakışın ardından Orhan elini uzatıp Hasret'in mühim olmadığını söylemesine rağmen ceketini "Arkaya koyalım da rahatsız etmesin" diyerek aldıktan sonra arka koltuğa bıraktı. Kemerlerini de bağladıktan sonra nihayet evin önünden ayrıldılar. Ancak mahallenin sokaklarından geçerken kahvenin önünde oturan Nadir de onları görmüş ve ters ters bakmaya başlamıştı.


etrytuıoı9o.png


Tabii Orhan'da onu görmüş ve arabayı bu hale getirenin o olduğunu biliyormuş gibi sert bir bakış atarak önünden geçip gitmişti. Nadir elindeki bardağı sinirle sıkarak kırılmasına neden olurken Hasret'te ikisi arasında geçen bu sahneye şahit olamamıştı. Belki de endişelenmemesi açısından görmemesi daha iyi olmuştu.

•●●·٠•●●•٠·

"Can oğlum bulun şu Mert'i otursun karşıma! Şimdi yine kaş göz arasında okulu bahane ederek kaçıp gidecek haberimiz bile olmayacak"

"Gözüm üzerinde anne merak etme"

"Gözün üzerinde mi? Nerede ki o?"

"Ya anne buradayım ben! Babamın telefonunda bir sorun var onu düzeltiyorum"

"Oğlum kalksana yerden burnunun ucu bile gözükmüyor. Elinde ne var senin?"

Mert diğer elindeki pişiye bakıp arkasına saklayarak "Telefon var işte" deyince Neyhan Hanım da başını oturdukları tarafa doğru uzatıp "Pişiden kaçırdın değil mi? Tabağın ortasında da boşluk kalmış bari kenardan al da belli olmasın be oğlum!" dedi. Annelerden hiçbir şey kaçmaz. Bu yaşına geldin hâlâ öğrenemedin mi Mert Efendi!

Neyhan Hanım kahvaltı sofrasını donatmaya devam ederken eşi ve oğulları da salonda oturmuş onun bu tatlı telaşını izliyordu. Tabii babaları Talat Bey hâlâ Orhan'ın bu ani evlilik kararına akıl sır erdirememişti. Aslında diğer oğullarının aksine o bu tarz şeyleri hep sessiz sedasız yaşar hayatında da bir şeyleri kesinleştirmeden karşılarına böyle önemli konularla çıkmazdı ama yine de şaşırmıştı işte.

Salona giren Neyhan Hanım etrafa bakıp her yer derli toplu mu diye anlamaya çalışırken Talha'da kendisini kucaklayan dayısı Mert ile tekli koltukta uyuklayan Fikret'in başında muzurluk yapıyordu. Belli ki ikisi de sabah sabah aranıyordu. Can gazetesini okurken yan gözle ikisini ellerindeki tüy bir kalemle Fikret'in burnunun dibinde görünce hemen müdahale etme gereği hissedip "Oğlum yapmayın kızdıracaksınız şimdi!" demişti ama bu iki yaramaz rahat duracağa benzemiyordu.

Mert gülerek "Kızacak bir şey yok siz rahat olun" dedikten sonra Fikret'e doğru eğilip "Fiko Hocam! Aşağıdaki yazar ve eser eşleştirmelerinden hangisi yanlıştır?" derken aynı anda Talha küçük dayısından aldığı komutla elindeki kalemin tüyü ile Fikret'in burnunu gıdıklamaya başladı. Şimdi Fikret onları kafa kafaya bir eşleştirecekti görecekti yaramazlar!

Şanslarına Fikret hâlâ uyuyordu ama buna rağmen elini kaşınan burnuna yaklaştırıp sinek kovalar gibi sallarken "Ben senin asker arkadaşın değil öğretmeninim! Kalk ayağa sözlü yapacağım" demesi salonda gülüşmelere neden olmuştu. Tam bu gülüşmenin üzerine de Talha ne yazık ki Mert'in elinden kayarak Fikret'in üzerine düşüp onun sıçrayarak uyanmasına sebebiyet vermişti.

O anla birlikte de evin içinde bir kargaşa yaşanması kaçınılmaz olmuştu tabii. Çalan kapı zili bir yandan Can'ın "Kendine gelmeden kaybolun!" demesiyle Mert'in yeğenini kapıp koridora fırlaması bir yandan Fikret'te yazık hem kendisine gelmeye çalışıyor hem de söylenerek arkalarından geliyordu.

"Kaçmayın diyorum! Bak illa yakalarım boşuna yormayın beni!"

"Ben bir şey yapmadım! Mert dayım elime tüy verdi gıdıkla Fiko dayını dedi. Pastel boyalarım kırılsın ki fikir onundu!"

"Bana bak Mert bugün yarın elimde kalacaksın uğraşma benimle!"


pngtalhamert.png


"Talha! Hani beni öne atmayacaktın dayıcığım yakıştı mı hiç?"

"Senin yüzünden bana da kızıyor ama! Böyle anlaşmamıştık"

"Sen küçücük çocukla ne anlaştın!"

"Ya tek tek gelin!"

Bu kaçma kovalamaca işi Neyhan Hanım'ın "Oğlum misafirlerimiz geldi bir rahat durun şimdi düşüp bayılacağım!" deyip kapıyı açmasıyla sona ermişti. Kapı açılır açılmaz kadıncağız hiçbir şey olmamış gibi güler bir yüzle "Hoş geldiniz buyurun lütfen" diyerek misafirlerini içeriye davet ettiğinde Orhan'da önden yol verdiği Hasret ve Ayla Hanım'ın ardından eve girdi. Tabii kardeşlerinin birbirlerine karşı olan hâl ve tavırlarından dolayı onlar gelmeden önce neler olmuş olabileceğini de az çok tahmin etmişti. Neyse ki her ne olduysa bunu Hasret'e ve annesine hissettirmeyeceklerinden emindi de bu konuda içi bir hayli rahattı.


9.Bölümün Sonu

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst