İlginç Herşey İnsanda Merak Uyandırır ..

OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.423
Puan
113
Yaş
33
Konum
Mersin
4d6f8350f164968afa0daf544bde5bfa_1277583800.jpg


Köpekler de insanlar gibi, “memeliler” sınıfının üyeleridir. Memeliler, vücut sıcaklıklarını belli bir seviyede tutmaya uyum sağlamışlardır (sabit vücut sıcaklıklı canlılar). Sabit vücut sıcaklıklı hayvanların hepsinde, sıcak havalarda vücut sıcaklığını dengeleyebilmek için farklı stratejiler izlenir. İnsanlar bunu vücutlarının çeşitli bölgelerine dağılmış olan ter bezleriyle sağlar. Birçok memeli ise, kürkleri ve kılları yüzünden bu şekilde terleyemez. Köpeklerde ise, esas olarak ayak altlarında ve çok az bir miktar da deri altında ter bezleri bulunur. Dillerini dışarıda tutarak pratikte aslında bizimle aynı şeyi yaparlar: buharlaşma. Buharlaşan su, vücudun ısı kaybetmesine neden olur. Köpeklerin özellikle koştuktan sonra çok daha fazla ve hızlı hızlı soluduklarını görürüz. Kediler de bazen çok sıcakladıklarında köpekler gibi dillerini dışarı çıkararak solurlar.
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.423
Puan
113
Yaş
33
Konum
Mersin
095d20bd63356814a3744c5ba2155cbf_1277665686.jpg


Çok eski zamanlarda meşe ağacının, yüksekliği ve sağlamlığı nedeniyle, bazı güçlere sahip olduğuna inanılıyordu. Tahtaya vurma inancı dünyanın apayrı iki yerinde birbirinden bağımsız olarak gelişti. Önce milattan önce 2000'li yıllarda Kuzey Amerika yerlilerinde, sonra da Ege'de Helen uygarlığında.
Her iki kültür de meşe ağacına çok sık yıldırım düştüğünü gözlemlemişti. Amerika yerlileri meşenin, Tanrının yıldırımla yeryüzüne inip üzerinde oturduğu yer olduğuna, Helenler ise Yıldırım Tanrısı olduğuna inanmışlardı.
Kuzey Amerika yerlileri, bu ağacın köküne vurarak, ileride başlarına gelebilecek tehlikelere ve şansızlıklara karşı Tanrı ile temasa geçtiklerine inanıyorlar ve ondan kendilerini korumasını istiyorlardı.
Ortaçağda ise Hıristiyan din adamları bu inancı kendi devirlerine taşıdılar. Onlara göre bu inanışın temelinde Hz. İsa'nın tahta bir çarmıhta öldürülmesi yatıyordu.
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.423
Puan
113
Yaş
33
Konum
Mersin
95c603decb5442103ac8b90a8485da86_1277665590.jpg


Elektrik akımı, şiddetine ve süresine bağlı olarak, insan vücudundan geçtiği zaman, ölüme kadar giden hasarlara sebep olur. Elekrtriğin insan vücudundan akmasının nedeni, vücudumuzun iletken olmasıdır. Hücre sıvıları, başta tuz olmak üzere çözülmüş iyonlar içerdiğinden oldukça iletkendir.
Kaslarımıza gelen sinirsel sinyaller normalde küçük elektrik akımlarıyla iletilir. Elektrik akım şiddeti 16 mA'i geçtiği zaman kaslarımızı kontrol etmemizi, böylelikle elektrik akımına neden olan nesneyi bırakmamızı engeller.
20 mA'i geçtiği zaman solunum sistemimizi etkiler ve geçici felce sebep olabilir. 100 mA'lik akım kalp kasılmalarında düzensizlik yaratır. Kalbimiz, küçük elektriksel sinyallerle çalıştığından, bu düzeni bozan akımlar kalp krizine neden olur. 2 A'lik akımlar organlarımızda ısıya neden olur, ve büyük hasar verir.
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.423
Puan
113
Yaş
33
Konum
Mersin
d777f9f0933867f7bf0968a87fc7a998_1277665493.jpg


Aslında kırmızı renk hiçbir boğayı kızdırmaz. Çünkü boğalar renk körüdür ve kırmızıyı diğer renklerden ayırt edemezler. Boğa güreşinde matador boğayı eline aldığı şapkasını şalını sallayarak kızdırır. Boğanın kırmızı şala saldırdığı inancı yanlıştır.
İspanya'da boğaların kırmızı renge saldırdığı inancı, matadorların kırmızı başlık kullanmaları nedni ile yaygınlaşmıştır. Halbuki başlıklarda bu renk boğayı kızdırmak için değil, seyircilere hoş görüntü verebilmek için seçilmişti.

Kırmızı renk aslında insanları etkiler. Yapılan deneylerde bu rengin insanlarda kan basıncını yükseltip, kalp atışını hızlandırdığı saptanmıştır. Bunun nedeninin de kırmızının, kanın rengi olduğu sanılmaktadır.

Boğalar arenada kırmızı rengi görünce asabileşmezler. Kendinizi boğanın yerine koyun. Etrafınızdaki çığlık atan binlerce insanın ortasında, tozlu, gürültülü ve çok sıcak bir ortamda, sırtınıza saplanmış onca kılıcın acısı içinde, bir de şapkasını şalını sallaya sallaya üstünüze gelen bir adam varsa, yani kızmak için bu kadar sebep varken, sırf rengi kırmızı diye bir bez parçasına kızar mıydınız?

Boğa güreşi hakkında bilinen yanlışlar sadece bu kadar değil. Aslında boğa güreşi geleneği İspanya'dan doğmuş değildir. İlk çağlardan itibaren boğa, kuvvetin, dayanıklılığın ve verimliliğin simgesi olmuştur. Boğa güreşinin ilk versiyonu antik Yunan, Roma, Mısır ve hatta Kore ve Çin medeniyetlerinde görülür.

Boğaya Persliler taparlar, Afrika Zuluları ise öldürüp safrasını içerlerdi. Tüm bu geleneklerin temelinde, hayvanın gücü yatmaktadır. Bu geleneğin bir şekilde İspanya'ya geldiği, Avrupa ülkeleri içinde feodal düzeni en son terk eden bu ülkede de kalıcı olduğu sanılmaktadır..
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.423
Puan
113
Yaş
33
Konum
Mersin
096e324ddf3ac3cc7844edb83d0f954b_1276436163.jpg


Gıda olarak kesilen hayvanların yenilebilen kas kısımları et olarak adlandırılır. Etin içinde ayrıca kan, epitel, kemik, sinir, yağ ve bağ dokuları vardır.

Genelde etler kırmızı ve beyaz et olarak ikiye ayrılırlar. Sığır, koyun, keçi etleri kırmızı et olarak kabul edilirlerken, tavuk, hindi gibi kümes hayvanları ile balıkların etleri beyaz et kategorisine sokulur. Aslında biyolojik yapı olarak kümes hayvanlarının etleri balık etinden çok farklı, kırmızı ete daha yakındırlar. Bazılarının etlerinin rengi de zaten beyaz değil kahverengidir.

Etlerin kırmızı ve beyaz rengini saptayan eleman 'miyoglobin' denilen proteinlerdir. Bunlar kanda, alyuvarlarda bulunurlar ve kaslara gerekli olan oksijeni sağlarlar. Beyaz ette miyoglobin miktarı çok azdır.

Balık eti diğer yürüyen, uçan, sürünen hayvanların etlerinden birçok yönden farklıdır. Balıkların kasları diğerlerine göre gelişmemiştir. Bir filin tonlarca ağırlığını, yerçekimine karşı taşıması ve hareket ettirebilmesi için muazzam bir kas sistemine ihtiyacı vardır. Bu nedenle filin vücudunda 50 bin kas vardır.

Balıklar ise neredeyse ağırlıksız bir ortamda yaşarlar. Onun için çeşitli vücut organlarını ana iskeletlerine bağlayacak, kıkırdak, kiriş ve bağ dokuları gibi dokulara fazla ihtiyaçları yoktur.

Balıklıklar suda düşmanlarından kaçabilmek için çok ani ve süratli hareket etmek zorundadırlar. Bu nedenle kaslarındaki lifler çabuk açılıp kapanabilen tipte liflerdir. Çok ani hareketlere ihtiyaç duymayan kara hayvanlarındakilere oranla balıklardaki bu tip lifler daha kısa ve incedirler. Kolayca birbirlerinden ayrılabilirler. Onun için balık etini yerken çiğnemesi kolaydır, ağızda dağılır. Hatta çiğ olarak bile rahatça yenilebilir.

Balığın kaslarındaki bu çabuk açılıp kapanabilen lifler çok kısa süreli çalıştıkları için fazla enerji yani oksijen depolamalarına gerek yoktur. Bu nedenle balığın vücudundaki kan miktarı çok değildir. Olanlar da çoğunlukla solungaçların civarında toplanmışlardır.

Görüldüğü gibi bir etin renginin kırmızılığı miyoglobin miktarına, miyoglobin miktarı kan miktarına, o da kasların ne kadar kan ihtiyacı olduğuna bağlıdır. Çok aktif ve hızlı yüzen bir balık olan Orkinos (Ton) balığının etinin rengi, sakin bir balık olan Dilbalığı'na göre daha kırmızımsıdır.

Sığırlar genellikle açık arazide otlandıklarından ve sürekli dolaştıklarından etlerinin rengi, daha tembel bir hayvan olan domuza göre daha koyudur.

Tavuk, hindi gibi kümes hayvanları uçamadıkları ve zamanlarının önemli bir kısmını çevrede gezinerek geçirdikleri için bacak bölgelerindeki etler koyu renkli, göğüs ve kanatlarındakiler daha beyazdır. Bıldırcın, ördek gibi uçan kuşlarda ise tam tersidir. Bacak etleri beyaz, göğüs ve kanatlarındaki etler koyudur.
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.423
Puan
113
Yaş
33
Konum
Mersin
2778047084c86ebbd25615def82b0950_1277064851.gif


Bir böcek öldüğünde, fizik kurallarına göre, vücudunun en ağır bölgesi yere ilk çarpacak şekilde düşer. Çünkü bacaklar, vücudun ve kanatların ağırlığını taşıyamaz ve bu nedenle de ters dönerler. Bu bölge, çoğunlukla da vücutta yüzey hacmi en geniş olan bölge olduğu için, böcek düştüğü şekilde kalır. Vücut yüksekliği genişliğinden daha fazla olan böceklerse, öldükleri zaman, yan olarak düşerler....
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.423
Puan
113
Yaş
33
Konum
Mersin
c6de5cfd211c6b8aba56f5a84393cdff_1293116002.jpeg


Sümük, solunum yollarının ilk koruyucu mekanizmalarından biri. Yani, yaşamak için gerekli olduğumuz havayı doğal olarak temizleyen ve vücut tarafından üretilen bir madde. Büyük kısmı su olup burun mukozasındaki bezler tarafından üretilir ve buruna gelen mikroorganizmaları eriten enzimler içerir. Bu salgı gün içinde, dökülen mukoza hücreleri, burundaki kıllar, havadan buruna gelen toz, kir ve mikroorganizmaları üzerine yapıştırarak koyu bir kıvam alır. Sümük (burun salgısı) gerçekte 2 katmanlı olup iç yüzeyde su oranı yüksek ve ph'sı nötrdür. Salgının dış yüzeyi ise daha yapışkandır ve bu sayede buruna gelen tozlar tutulur.
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.423
Puan
113
Yaş
33
Konum
Mersin
burusan_el.jpg


Bütün vücudumuz, bir kısmı gözle görülebilen, büyük bir kısmı da ancak dikkatli bakınca farkedilen kıl ve tüylerle kaplıdır. Bu tüy ve kılların dibinde "sebum" adı verilen yağ bezleri vardır. Bunların çıkardığı yağ, su geçirmez keratin bir tabaka oluşturur ve suyun derimizden içeri girmesini önleyerek derimizi yumuşak tutar.

Belki de en çok kullanılan yerler olmaları nedeniyle vücudumuzda sadece parmak uçlarımız ve tabanlarımızda kıl veya tüy yoktur. Dolayısıyla koruyucu keratin tabaka da yoktur. Ayrıca parmaklarımızın uçları ve ayaklarımızın tabanları kalın bir deri tabakası ile kaplanmıştır.

Parmaklarımızın uçları ve tabanlarımız suyun altında belli bir süre kalıp iyice ıslanırsa, osmos denilen daha sulu bir maddenin daha koyu bir maddenin içine girişi sonucunda derimizin altına su girer ve bu su burada kendine yer bulmak ister. Ancak buradaki kalın derimizin genleşerek bu suya ayırabileceği fazla yeri olmadığı için, aynen yazın çok sıcak havalarda yollardaki asfaltlarda olduğu gibi eğilir, bükülür yani büzüşür.

 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.423
Puan
113
Yaş
33
Konum
Mersin
220px-Boomerang.jpg


Helikopter ya da uçakta pervane, araç tümüyle çalışmaya başlamadan önce dönmeye başlar. Bumerangda ise bunun aksine, fırlatıldığında, döner pervane hareketine ek olarak havada uçarak ivme kazanır ve ilerler.

Kanat havada daha hızlı hareket ettiğinde altından daha fazla hava geçer. Bu daha fazla kaldırma demektir, çünkü kanat artan kütleyi aşağı doğru itmek için daha fazla kuvvet uygulamalıdır. Dolayısıyla bu, bumerangın dönen pervanesinin dönüşün üst noktasında sanki sürekli olarak biri tarafından itiliyormuş gibi bir etki yaratır.

Bir tekerlek, uçak pervanesi ya da bumerang gibi dönen bir nesneyi tek bir noktadan iterseniz, alet beklediğiniz gibi tepki vermez. Örneğin dönen bir tekerleği iterseniz, gerçekten ittiğiniz noktadan 90 derece farklı bir noktadan itilmişçesine tepki verir. Burada bir çeşit gecikmiş tepkiden söz etmek mümkün, ve baskı, itme, vurma gibi uygulanan kuvvet, gerçekten uygulandığı noktadan 90 derece uzakta en güçlü şekilde hissedilir. Bisiklet kullanırken ellerinizi bırakmayı denediyseniz, bu etkiyi yaşamışsınızdır. Bisikletin üzerindeyken ağırlığınızla tekerleğe uygulamakta olduğunuz kuvvet, onun devrilmesine değil sağa ya da sola dönmesine neden olur.



İşte aslında bumerangda olan da aynen bu etkidir. İki kanat arasındaki hız farkı, dönmekte olan bumerangın tepesinde sabit bir güç uygular, bu da aslında dönmenin ön cephesinde, öncü kenarında hissedilir. Dolayısıyla aynı yanlara doğru meyleden bisiklet tekerleğinde olduğu gibi, bumerang da sürekli olarak sağa ya da sola döner ve bir daire çizerek atana geri döner.

Bumerangın seyahatinde beş faktör etken olur:

· Yerçekimi
· Pervane hareketi
· Atış şekli
· Kanatların eşitsiz hızı tarafından oluşan kuvvet
· Hakim rüzgar

Bumerangın çalışma prensibinin ardındaki fizik güçlerini anladıktan sonra son derece mantıklı bir alet olduğu görülür. Fakat ilk insanın öyle kolay kolay icat edebileceği kadar basit bir alet de değildir doğrusu. Antropologlar, deneme yanılma sonucu elde edildiğine inanıyorlar. Bumerangın mucitlerinin Avustralya yerlileri olan Aborijiniler olduğu biliniyor. Geri dönmeyen bumerangların en eskisinin ise, Polonya’da bulunan örneklerinden günümüzden 20.000 yıl önce kullanıldığı saptanmış.

Bumerang gerçekten insanoğlunun yaptığı ilk uçan makine sayılabilir. Dolayısıyla uçağın, helikopterin, keşif balonunun, hatta uzay mekiğinin atası sayılabilecek bumerang, fiziğe ilgi duyan herkes için önemli bir öğrenme aracıdır.
 

_emos_

Daimi Üye
Katılım
13 Mart 2011
Mesajlar
4.419
Tepki
5.511
Puan
113
Konum
güNeşin battıgı yer:)
Vücuttaki Kusursuz Uyarı Sinyalleri

* Kolunuzdaki saati, üzerinize örttüğünüz yorganı ya da parmağınıza taktığınız yüzüğü bir süre sonra neden hissetmezsiniz?

* Peki eğer bunları sürekli olarak hissetseydiniz hayatınız nasıl etkilenirdi?

* Bir insanın en büyük ihtiyaçlarından biri olan dokunma duyusunun önemli bir parçası olan derideki alıcılar, ne zaman sinyal verip sinyali ne zaman durdurmaları gerektiğini nasıl tespit edebilir?


İnsan, üzerinde sürekli cildiyle temas halinde olan giysilerle muhataptır. Ama onları her an hissetmez. Gece yatarken üzerine çektiği yorganın, koluna taktığı saatin ya da oturduğu koltuğun kendisiyle temas halinde olduğunu da sürekli olarak algılamamaktadır. Bunun önemli bir sebebi vardır. İnsan derisindeki alıcılar belirli bir süre sonra beyne, cilde temas eden madde ile ilgili sinyalleri göndermeyi durdururlar. İnsan cildi, kendisiyle temas halinde olan maddeye karşı alışkanlık kazanır ve onunla ilgili his sinyallerini zamanla iletmemeye başlar.

Bu, harika bir sistem ve mükemmel bir detaydır. İnsan, çoğu zaman böyle bir detayın farkında bile değildir ama, herhangi bir rahatsızlık duymadan yaşaması bu mükemmel sistemin kusursuz şekilde çalışması ile mümkün olur.

Vücuttaki bu "alışma" mekanizması olmasaydı giyinmek gibi sıradan bir olay insan için büyük bir sıkıntı haline gelirdi. İnsanın üzerindeki giysileri sürekli olarak hissetmesi bir eziyete dönüşür, ayrıca dokunduğu diğer şeylerden gelen sinyalleri almakta da güçlük çekerdi. Dikkati sürekli, giydiği çorabın bileğini ne kadar sarıp sıktığını, saatin sürekli bileğinde hareket ettiğini düşünmek gibi konularda olabilirdi. Bu nedenle kişi rahat uyuyamaz, dinlenemezdi. Hayatı bu sıkıntı verici detaylardan dolayı oldukça zorlaşırdı.

Hissetmenin bir nimet olması gibi, hissin zamanla kaybolması da insana sunulmuş büyük bir nimettir. Tek bir detay, bir insan yaşamını kolaylaştırmakta, onun rahat yaşamasına vesile olmaktadır. Evrimcilerin hayali mekanizmalarının, insan bedeninin neye ihtiyaç duyduğunu belirleyecek bir bilinci yoktur. Bu nimeti insana sunan, varlığı tüm varlıkların bütün ihtiyaçlarına yeten, Kafi olan Yüce ALLAH'tır.

"Nimet olarak size ulaşan ne varsa, ALLAH'tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda (yine) ancak O'na yalvarmaktasınız." (Nahl Suresi, 53)
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.423
Puan
113
Yaş
33
Konum
Mersin
ter.jpg


Genel olarak sıcaklığının yükseldiği, dans, spor gibi fiziksel aktiviteler sırasında terleriz. Terleyerek vücudumuzun ısısını sabit tutmuş oluruz. Bunun için vücuda yayılmış en az 2 milyon ter bezi görev yapmaktadır. Fiziksel aktiviteler dışında da heyecan, korku, utanma ve sıkılma gibi pek çok olay, fizyolojik bir neden olmadığı halde bizi terletir.

Vücut ısısı dış sıcaklıklar veya gerilim yüzünden artış gösterdiğinde kan dolaşımı hızlanır. Böylece, ter bezlerinin aktif hale geldiği vücudun üst kısmına doğru bir sıcaklık akımı başlar. Deri üzerinde oluşan ter bu durumda hemen buharlaşıp, deriyi soğutur. Bu sayede insan bir gün içinde kendini fazla yormadan iki litreye kadar su kaybeder. Terlemenin ikinci önemli fonksiyonu ise vücuttaki zehirli maddelerin dışarı atılmasıdır. Bu nedenle saunalara sık sık gidilmesi önerilir.

Aynı koşullarda terleme oranı kişiden kişiye göre de değişebilir. Ortalama olarak bir insan günde 0.5 ile 1 litre arası terler.

Terleme nedir?

Terleme tümüyle istemimiz dışında gelişen, ****bolizmamızın doğal bir fonksiyonudur. Üstelik vücudumuz için iki önemli işlevi vardır; cildi nemlendirip, vücut ısısını sabitler ve vücudun boşaltım sistemine katkıda bulunur.

Ter aslında salgılandığında renksiz ve kokusuzdur. Fakat, bakteriler koltukaltı gibi sıcak ve nemli ortamlarda hızla çoğalarak bu salgının kötü kokmasına neden olur.

Terlemeye karşı ne yapabiliriz?

Ter kokusu için çok çeşitli çözümler var. En önemlisi temiz olmak. Bunun yanısıra da terlemenin yarattığı rahatsızlığı bir takım önlemler alarak en aza indirebilirsiniz;

Rahat ve hava alan kıyafetler giyin. Özellikle pamuklu kıyafetleri tercih edin.

Vücut temizliğine özen gösterin. Özellikle koltuk altında oluşan istenmeyen tüyleri alarak kötü kokuyu büyük ölçüde önleyebilirsiniz.

Kahve, alkol ve yakıcı gıdalardan uzak durun.

Ne kullanmalıyız?

Ter kokusunu azaltmanın iki yolu var; Deodorant ve antiperspirantlarla gün boyu hoş kokmak çok zor değil. Ancak deodorant ve antiperspirant birbirinden ayrı şeylerdir. Bu iki ürün en çok terlemeye karşı verdikleri savaş konusunda birbirlerinden ayrılırlar;

Deodorantlar

Deodorantlar antibakteriyel bazı maddeler ve alkol içerirler. Bu sayede de bakteri üremesini denetim altına alarak, ter kokusunun oluşmasını önlerler. Terin ayrışması için bakteriler belirli enzimlere gerek duyar. Bu nedenle bazı deodorantlar bahsedilen bu tür enzimlerden içerir. Diğer yandan ise daha çok parfüm yağları içerdiklerinden dolayı da güzel koku yayarlar. Örneğin Fa dedodorantları hijyenik tazelik sunarlar ve bu sayede de bakteri artışını durdururlar. Bu sayede deri hem korunmuş hem de bakım görmüş olur.

Deodorant kullanırken dikkkat etmeniz gereken en önemli nokta deodorantı temiz ve kuru koltuk altına uygulamanızdır. Terli bir koltuk altına deodorantı sıkmak, oluşmuş ter kokusu ile deodorantın karışımından oluşan daha ağır ve kötü bir kokuya neden olur. Ayrıca giysinin üzerine sıkmak da kokuyu engellemez. Bu arada sprey deodorantları, koltuk altına 15 cm’lik mesafeden kutuyu dik tutarak püskürtmeniz gerektiğini de sakın unutmayın.

Anti-perspirantlar

Antiperspirantlar, terlemeyi deodorantlara oranla daha fazla önlerler. Ter oranını ayarlayıp, çok fazla ter üretilmesine engel olurlar. Ter üretimini aliminyum tuzları sayesinde engelleyip, ter bezlerini sıkıştırırlar. İçerdikleri alüminyum kloride ve benzeri aktif maddeler ile vücuttaki terlemeyi engeller, nemi azaltır ve kokuları sayesinde de tazelik verirler. İçindeki maddelere göre etki süresi ve gücü değişim gösterir.

Ancak antiperspirant ürünler daha çok pudralı formül içerdikleri için, genellikle koltuk altına uygulanmalıdır. Kıyafet üzerine sıkılan antiperspirant ürünlerin hiçbir etkisi yoktur. Koltuk altına sürülen antiperspirant ürün, ter bakterilerinin pudra tabakası dışına çıkmasını engeller ve böylece bakteriler kuruyup gider. Alkol içermediklerinden dolayı vücut için son derece hafiftirler. Ayrıca ferahlatıcı bir etki sağlarlar.

Tercihiniz ister deodorant, ister antiperspirant olsun, her ikisi de ter kokusunu azaltmak ve günlük yaşamda karşılaşacağınız gergin veya stresli anları kolaylaştırmak için size yardımcı olacaktır.
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.423
Puan
113
Yaş
33
Konum
Mersin
ruya1.jpg


Bütün insanlar rüya görür. Yani doğuştan görme özürlüler de rüya görür. Bildiğimiz gibi görme yeteneğini kaybeden bir insanın zaman içinde diğer duyuları oldukça gelişir, hatta kimi uzmanlar tarafından "süper duyu" olarak adlandırılırlar. Görme özürlü insanlar günlük yaşamda bu duyularla algıladıkları şeyler sayesinde rüyalarında koku, ses, dokunma gibi hislerin ağırlıkta olduğu deneyimler yaşarlar. Fakat görme özürlü insanların gördükleri rüyalar "görsel" öğeler içermeyebilir. Bu da onların ne zaman kör olduklarıyla yakından ilintilidir. Eğer bir kimse görme duyusunu 5 yaşından önce kaybetmişse (doğuştan görme özürlülük de buna dahil), bu kişinin rüyalarında görsel öğeler bulunmaz. Tabi bu konuda çok az sayıda istisnalara rastlanmış. 1928 yılında Hollanda'da yayınlanan bir raporda, görme duyusunu 5 yaşından önce kaybetmiş 6 ilkokul öğrencisinin rüyalarında çok az da olsa görsel öğeler bulunduğu belirtilmiş. Ama bir insan doğuştan görme özürlüyse rüyaları kesinlikle görsellik içermiyor. Görme duysunu kaybettiğinde 5-7 yaşları arasında olan bir kişinin rüyalarında görsellik olabilir de olmayabilir de. 7 yaşından sonra görme duyusunu kaybeden bir insan ise ne kadar uzun süre ve ne kadar çok şey gördüğüyle orantılı olarak rüyasında görüntülere rastlayabilir.
Uykunun REM (rapid eye movement-hızlı göz hareketi) evresinde görme özürlü insanlarda gözlerin hareketinin ya çok az ya da hiç olmadığını da ekleyelim.

 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst