Parmak aralarımda, tarihten kalma çizgiler,
Yasa boğulmuş ellerimi dizginler,
Üryan bir yalnızlık eşliğinde,
Bu ben,
Sen ah sen çeken,
Hasrete yanık türküler çalar,
Nöbete durmuş sinsi gecelerde...
Kısık gözlerimle,
İsli tavana eşkâlini çizerken,
Zemheri ayazlarda kalan yalnızlık üşür,
Bir serüveni yaşarken aşk,
Güz mevsiminin özünde,
Düş kırıklığı batıyor şimdi kalbimin gözlerine...
Ay tutulurken geceye,
Yalnızca sana tütsülüyorum,
Ağır ağır akan gözyaşlarımı sakince...
Bitimsiz bir sızının tınısı, seni silmek için uğraşırken,
Düşüyor ellerimden karanlığın girdabına "aşk"
Hırçın bir ayazda tükeniyor düşlerim,
Ve sanki sana öfkeli serçeler,
Tek tek yarınsızlıklara konuyor...
Ufalıyorum kendimden her sabah,
Güneşin nefesine isyanlarımı yolluyorum,
Eğer gitmeseydi, diyorum içimden,
Aynadaki puslu terli yüze,
İsmini heceliyorum sessizce,
Avuntularımın eşliğinde...
Duvar kanıyor, tırnaklarım ızdırapta,
Çitiliyorum karanlığı tenimin beyazlığında,
Döşümde saklı hasret, yangın çıkarmakta,
Ölüme yağmur yağdırıyor susuşlarım,
Kırmızıydı zaten hep vurgunlarım...
Anlayamadığım sen,
Kaç tövbe çiğnedi şu yüreğin,
Söyle; gam tutmaz mı senin bedenin,
Zaman keşide karaltılarından duyguları,
Sürüklemiş meğer izbe ruhuna,
Ve kıvrımlarında saklamışsın yitikliğini,
Haberin yok(mu)...
Şimdi;
Mahrem düşlerden yanık izler düşer,
Gizliden gizliye saçlarıma,
Tüm bedenime sıçramadan sen,
Ruhuma sarıldı ayrılık sarmaşığı,
Kırık bir kemanın sesinde,
Her bitiş yeni bir başlangıçtır diyerek,
Yitik aşkın son deminde dinlenmekteyim...
Yarından önce ve bugünden sonra,
Sensiz olmanın gururuyla,
Ayrılığın salası okunurken,
Ben mavi bir filmi izlemekteyim...