Yabancı - Yeni Yazı Dizisi

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
Yabancı

“Kızlarını Düşünmek Zorundasın Faruk!”

Yağmur ince ince yağıyordu. Mezarlıktaki sessizliği hoca efendinin okuduğu dua bozuyordu. Yaklaşık on beş kişi kadar insan taze olduğu belli olan siyah toprak yığınının etrafında kümelenmişlerdi. Geniş omuzlu, uzun boylu bir adam dudaklarını ısırmış bir şekilde gözlerini mezara dikmiş hoca efendiyi dinliyordu. Dalgalı siyah saçlıydı. Sert yüz hatları vardı. Sivri bir burnu, biçimli dudakları ve kısık bakan yemyeşil gözleriyle oldukça yakışıklı bir adamdı. Otuz beş yaşlarında gösteriyordu...
Sağ tarafındaki küçük kız çocuğunun elini tutuyordu. Sol tarafında ise on altı, on yedi yaşlarında başka bir kız çocuğu vardı ve sürekli ağlıyordu. Yağmur müthiş bir toprak kokusunun yayılmasına sebep olmuştu. Hafif esen rüzgâr uzun selvilerin hışırdamasına sebep oluyordu...
Tam bu sırada bir güvercin süzüldü gökyüzünden. Yeni kapatılmış mezarlığın üzerine kondu ve mezarın etrafındaki kalabalığa baktı hayretle. Küçük kız babasının elini sıktı ve fısıldadı:
- Baba, güvercine bak!
Yakışıklı adam hafifçe eğildi:
- O da annene veda ediyor güzel kızım...
Küçük kız boğuk bir hıçkırıkla cevap verdi:
- Ne çok severdi kuşları annem...
Duanın okunup bitmesinden sonra hafifçe kıpırdandı kalabalık. Herkes duasını okuduktan sonra genç adam ve yanındaki kızlara yaklaştı:
- Başın sağ olsun Faruk... Allah sana ve çocuklarına uzun ömürler versin.
- Sağ olun geldiğiniz için teşekkür ederim...
Herkes sıraya girip baş sağlığı diledi. Yaşlı bir çift sallanarak yaklaştı yanlarına. Ayakta zor durdukları belliydi.
- Faruk! Çocuklar bize gelsin bir müddet istersen!
Genç adam başını kaldırdı. Her zamanki ciddi tavrıyla cevap verdi:
- Gerek yok anne. Biz evde kalmalıyız. Kızlarım da ben de İnci’nin yokluğuna alışmak zorundayız. Kaçarak hiçbir şeyi kabullenemeyiz.
Boynunu büktü yaşlı kadın:
- Sen bilirsin oğlum. Bize ihtiyacın olursa...
Sözünü bitirmesine fırsat vermedi Faruk:
- Bir şey olursa ararım sizi. Merak etmeyin.
İki kişi hariç herkes gitmişti. Faruk gözlerini kalanlara çevirdi. En yakın arkadaşı Turgay ve eşi Selma’ydı kalanlar. Çaresizce baktı onların yüzüne. Gözlerinden iki damla yaş süzüldü yanaklarına. Başını eğdi önüne ve sessizce ağlamaya başladı...
Turgay yavaşça yaklaştı arkadaşının yanına. Elini onun omzuna koyarak fısıldadı:
- Güçlü olmak zorundasın Faruk, kızlarını düşünmek zorundasın...
Genç adam başını salladı yanaklarına süzülen gözyaşlarına aldırmadan:
- Elimden geleni yapıyorum Turgay... Ama tarif edilmez bir acı bu...
Turgay derin bir nefes aldı. Uzun boylu, kumral, kahverengi gözlü bir adamdı. Gözündeki siyah çerçeveli gözlükler olduğundan yaşlı gösteriyordu kendisini:
- Haklısın kardeşim ama kader bu!.. Önüne geçilemiyor ki...

Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
Kendisini Yalnız Hissediyordu...

Faruk Şahin on yedi yıl önce evlenmişti İnci’yle. Çok konuşulan, destansı bir aşka imza atmışlardı... İnci emekli bir kaymakamın kızıydı. Üniversiteye girdikleri sene tanışmışlardı. İlk görüşte aşktı onların yaşadıkları...
Faruk’un annesi karşı çıkmıştı bu beraberliğe. Çok uğraşmıştı oğlunu kapıldığı bu sevdadan döndürmek için ama başaramamıştı. Resti çekmişti Faruk. Ya İnci’yle evlenirdi ya da çekip gurbet ellerine gider, bir daha da dönmezdi. Sonunda çaresiz kabul etmişti Şaheser Hanım. Gençler üniversite üçüncü sınıfta nişanlanmışlar, okul biter bitmez de evlenmişlerdi...
Faruk askerliğini yaparken kendi anne ve babasıyla kalmıştı İnci. Çok geçmeden de büyük kızları Funda doğmuştu. Faruk ve İnci mimardı. Genç adam askerden döner dönmez karı koca birlikte çalışacakları bir büro açmışlar, kısa bir zaman sonra da mesleklerinde aranır insanlar olmuşlardı. Çok para kazanmaya başlamışlardı. Son derece mutlu bir hayatları vardı. Mali durumları sıradan insanların çok üzerine çıkmıştı. Mükemmel bir ev yapmışlardı kendilerine Boğaz’a karşı. Büyük bir bahçe içinde üç katlı bir köşktü bu. Boğaziçi Köprüsünün sırtlarında itinayla inşa edilmişti. Planını karı-koca birlikte çizmişlerdi. Beş sene sonra da küçük kızları Fulya dünyaya gelmişti... Sonra sanki birden bir karabasan çöktü ailenin üzerine!.. İnci vücudundaki kitleyi ilk fark ettiği gün sanki dünya başına yıkılmış gibi olmuştu. Ardından doktor doktor dolaştılar. Kemoterapi tedavileri, çılgınca arayışlar maalesef acı sonu engelleyememişti...
Hastalandıktan bir sene sonra hayata veda etti genç kadın. Ardında yıkılmış bir eş ve harap olmuş iki kız çocuğu bırakarak göçüp gitmişti...
Faruk bu kâbus gibi geçen bir sene zarfında kendisini bu sona alıştırmaya çalışmıştı. Güçlü görünmek için çabalamış, kendini güçlü olduğuna inandırmak için gayret etmişti. Ama kaçınılmaz son geldiğinde bütün bu uğraşılarının faydasız olduğunu görmüştü. Sanki bir canavarın eli göğsünü parçalayıp yüreğini söküp çıkarmış gibi hissediyordu...
Çok konuşmayı seven bir adam değildi. Duygularını fazla belli etmekten hoşlanmazdı. Onu anlayabilmek için çok iyi tanımak gerekiyordu ve bu işi en iyi yapan insan rahmetli karısı İnci’ydi. Kendisini yapayalnız hissediyordu artık. Okyanusta bir kum tanesi kadar küçücük kalmıştı...
Başını kaldırıp arkadaşına baktı yaşlı gözlerle. Konuşmaya mecali bile yoktu...

Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
“Kardeşine Sen Anne Olacaksın!”

Turgay Özen’in karısı Selma, öksüz kalan iki kız çocuğunun ellerinden tutmuş, uzun servilerin arasındaki toprak yolda ağır adımlarla ilerliyordu. Funda hâlâ kesik hıçkırıklarla sarsılıyordu. Elini sıktı genç kızın Selma:
- Funda’cığım, biliyorum çok zor ama artık senin üzerinde büyük bir sorumluluk var. Küçük kardeşine sen anne olacaksın. Anneciğinin orada rahat uyumasını istiyorsan ona kol kanat gereceksin. Bak ne kadar küçük. Babacığın da çok sarsıldı. Erkekler böyle durumlarda şaşkına dönerler. Anneler gibi olgun, mantıklı düşünemezler. Artık evin annesi sensin yavrum. Acılara alışılır Funda’cığım. Zaman her şeyin ilacıdır. Zaman içinde sen acını hazmetmesini öğreneceksin.
Funda yaşlı gözlerini titreyen parmaklarıyla sildi ve derin bir nefes aldı:
- Ben... Ben ne yapacağımı bilmiyorum Selma Teyze.
Selma kolunu genç kızın boynuna doladı:
- Canım benim, bir tanem, öğreneceksin güzel kızım, hayat insana neler öğretir bir bilsen...
Faruk mezarlığın başında kendisini bekleyen arkadaşına döndü:
- Gidelim artık Turgay... Burada yapacak bir işimiz kalmadı...
Turgay dudaklarını ısırdı ve arkadaşının koluna girdi. Birkaç adım attılar birlikte Faruk durakladı ve bir defa daha dönüp geride bıraktığı toprak yığınına baktı yaşlı gözlerle ve usulca mırıldandı: “Beni yarı yolda bıraktın... Ama her şey senin istediğin gibi olacak! Sana söz veriyorum...”
Gözlerini kapattı, birkaç saniye nefesini tuttu ve sonra sanki bir rüyadan uyanmış gibi kaldırdı başını ve arkadaşına döndü, kendinden emin bir ifade ile:
- Gidelim Turgay... Haydi! diye fısıldayarak yürümeye başladı...
Dua ederek çıktılar mezarlıktan. Herkes gitmişti. Sadece iki araba duruyordu mezarlık kapısında. Selma, Faruk’a yaklaştı:
- Eğer istersen gelelim seninle.
Faruk omuzlarını kaldırdı:
- Size nasıl teşekkür etsem azdır çocuklar. Sağ olun, var olun... Bizim için çok zaman ayırdınız... Zahmet oldu, minnettarım size...
Turgay başını çevirdi sitemkâr bir şekilde:
- Adamın konuştuğu şeye bak yahu! Tabii ki ayıracağız, biz arkadaşız. İnci senin karındı ama bizim de can dostumuzdu. Yürü haydi, biz de geliyoruz...
Funda sevinçle sarıldı Selma’nın eline:
- Evet Selma Teyze, ne olur gelin... Yalnız kalmak istemiyorum ben. Ne olur, kalın bizimle. Hem Fulya da yalnız kalmaz. Şimdi onunla nasıl meşgul olabileceğiz ki biz?!.

Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
Her Tarafta İnci Vardı...

Selma üzüntüyle sarıldı genç kıza: - Tamam canım, geliyoruz. Haydi, siz isterseniz bizim arabaya gelin. Turgay Amcan da babanla gitsin.
Turgay arabanın anahtarını karısına uzattı:
- Al canım, sen kızlarla git, iyi düşündün...
Arabalar peş peşe hareket etti. Yol boyunca her iki arabada da tek kelime konuşulmadı. Faruk Şahin’in son derece lüks villasının bahçe kapısı gıcırdayarak açılıp yine arka arkaya içeri girdikleri zaman güneş ferini kaybetmiş ve Marmara Denizinin açıklarında alçalmaya başlamıştı. İçeriye girdiler. Evdeki hizmetkar kız Fatma koşarak gelmişti. Acıyla baktı onların yüzüne, ne diyeceğini bilemiyordu. Usulca fısıldadı:
- Allah taksiratını affetsin beyim. Allah size sabır versin.
Faruk acı bir gülümseme ile cevap verdi:
- Sağ ol Fatma.. Turgay Beyler bu gece buradalar. Bize yiyecek bir şeyler hazırlarsın değil mi? Çocukların karnını doyurmak lazım.
Fatma atıldı heyecanla:
- Siz merak etmeyin beyim, ben şimdi hallederim.
Salona girdiler. Burası gerçekten çok özenle döşenmiş, son derece zevkli, uyumlu bir salondu. İnci en ufak bir ayrıntı için bile günlerce uğraşmış, o ince zevkini evinin döşenmesinde göstermişti. Faruk anahtarları masanın üzerine bırakıp kendini koltuklardan birine attı. Bir eliyle başını tuttu:
- Başım çatlayacak gibi, nasıl zonkluyor...
Selma hemen atıldı:
- Fatma’ya söyleyeyim sana bir ada çayı yapsın Faruk. Rahatlarsın biraz. Bir de sakinleştirici alsan. Şu anda ihtiyacın var kardeşim.
Faruk başını salladı:
- İçeceğim Selma. Başka türlü olmayacak yoksa...
Turgay karşısındaki koltuğa oturdu. Etrafına bakındı. Her tarafta İnci vardı. Onun elinin değmediği bir tek köşe dahi yoktu. Üzgün bir şekilde başını iki yana salladı:
- Faruk, çocukları alıp bir tatile çıksan diyorum. Bir yerlere gitseniz...
Genç adam gülümsedi acı bir şekilde:
- Olmaz Turgay, şimdi kaçarsak bir daha hiç dönemeyiz. Buna alışmak zorundayız. Kabullenmek zorundayız. Uzaklaşmak çözüm değil.
Selma başını salladı onaylayarak:
- Doğru söylüyorsun Faruk, burada kalıp kabullenmek zorundasın.

Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
“Gelinden Kurtuldu Sevinsin Artık!..”

Funda ve Fulya Fatma’nın hazırladığı yemekten biraz yiyerek odalarına çekilmişlerdi. Her ikisi de doktor kontrolünde sakinleştirici iğne oldukları için inanılmaz bir uykunun etkisine girmişlerdi. Selma’yı, Turgay’ı öptükten sonra babalarının yanına gitmişler. Üçü bir anda birbirlerine sarılarak dakikalarca ağladıktan sonra güçlükle ayrılabilmişler ve Selma’nın da yardımıyla odalarına çıkmışlardı. Faruk gözlerinden yağmur gibi dökülen yaşları utanarak silmeye çalışırken Turgay atıldı:
- Rahat bırak kendini Faruk. İnsanız biz, insanlığımızın gereği neyse onu yaşayacağız.
O sırada Selma girdi salona:
- İkisi de yattılar. Yavrularım. Fulya sessiz gibi görünüyor ama içine atıyor çocuk. Yaşından beklenmeyecek bir olgunlukla dik durmaya çalışıyor. Funda ise perişan... Faruk kendini toplamak zorundasın. Biliyorum şu birkaç gün bunlar yaşanacak ama bundan sonra sana çok iş düşüyor kardeşim. Kayınvalidenler neden gelmedi Faruk?
Faruk elini kaldırdı:
- Biliyorsun aramız her zaman son derece resmi idi onlarla. Ben istemedim, kadıncağız mezarlıkta geldi yanıma, çocukları istedi ama ben istemedim Selma. Onların da acıları büyük. Yaşlı insanlar, bu yaşlarında evlat acısı yaşadılar. Şimdi kızları alsalar oradaki ortam kızlar için hoş bir ortam olmayacak. Onların acısı başlarından aşmış... Ben de kaldıramayacağım. Biliyorum, kayınvalidem bu kapıdan içeri girer girmez feryat edecek...
Turgay başını salladı:
- Doğru söylüyorsun Faruk... Zavallı insanlar...
Faruk acı bir gülümsemeyle devam etti:
- Annemi hiç sormuyorsunuz... Mezarlıkta annem yoktu, fark ettiniz mi?
Selma yere baktı. Turgay ise derin bir nefes aldı, Faruk devam etti:
- Hepiniz biliyorsunuz işte... İnci’ye de yaşadığımız on yedi yıl boyunca yapmadığını bırakmadı annem. Ne zaman bir araya gelsek zehirli iğnesini hep sapladı karıma. O ise hiç terbiyesini bozmadı. Öylece kabullendi onu. Şimdi memnundur annem. Kurtuldu sevmediği gelininden artık. Rahatlamıştır.
Selma gözlerini açtı:
- Acın çok büyük Faruk, onun için böyle konuşuyorsun, seni anlayabiliyorum, onlar artık geçmişte kaldı. Şaheser Teyzenin de bunu anlayacağından eminim.
Faruk kısa bir kahkaha attı sinirli bir şekilde:
- Annem mi anlayacak? Yapma Selma! Baksana cenazeye bile gelmedi. Şu anda ben annemin yanımda olmasını beklerdim. Sadece İnci’nin çocukları olduğu için torunlarını bile sevmiyor o! Bana annemi anlatma...

Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
HTML:
“Bu, Senden Son İsteğim!”

Faruk ve Selma gece ikiye kadar oturdular... İkiden sonra Selma yorgunluktan gözleri şişmiş bir halde kalktı ayağa:
- Haydi Turgay, gidelim biz, yarın yine geliriz. Faruk da yatıp dinlensin biraz. Baksana ayakta zor duruyor. Yatıp biraz uyusun ve dinlensin.
Karı koca vedalaşarak ayrıldılar. Faruk salona geri döndüğü zaman içine düştüğü boşluğu daha iyi anladı. Boş gözlerle baktı etrafına. Boğazında bir yumruk nefes almasını zorlaştırıyordu. Hiç alışkanlığı olmadığı halde bir sigara yakıp denize bakan pencerenin önündeki koltuğa oturdu. Karısının son anlarını düşünüyordu. Hastanede başucundaydı. İnci her zamanki gibi gülümsüyordu. Zor konuşuyordu. Yine de büyük bir gayretle yerinden doğrulmaya çalışmıştı:
- Faruk! Bana söz ver!
Genç adam başını iki yana salladı:
- Benden böyle bir şey isteme İnci!
- Hayır Faruk, bana söz vereceksin, yoksa sana kırgın giderim.
Genç adam dudaklarını ısırarak ayağa fırlamış ve odanın içinde sinirli bir şekilde dolaşmaya başlamıştı. İnci’nin cılız sesi duyuldu sert adımlarının arasında:
- Faruk! Beni üzüyorsun!
- Bunu benden nasıl istersin, ben nasıl senin üzerine bir başkasıyla evlenebilirim?
İnci gülümsedi:
- Evlenirsin Faruk! Sakın kızlarıma bakıcı falan tutmaya kalkma. Onlar bakıcıyla büyüyecek çocuklar değil. Ama ben gidince bir anneye ihtiyaçları olacak. Anne diye benimseyecekleri birine. Bana söz ver, eğer güvenebileceğin, kızlarımı emanet edeceğin birisini bulursan evleneceksin Faruk! Bu benim senden son isteğim.
Faruk hızla karısının yanına gelmiş, yatağın kenarına oturmuş ve onun cılız, kanı çekilmiş ellerini ellerinin arasına almıştı:
- Ne biçim konuşuyorsun, sen iyi olacaksın, sana bir şey olmayacak ki, bak bir senedir neler atlattık, hepsinde de düzeldin, ayağa kalktın, bu sefer de kalkacaksın!
İnci başını yastığına iyice gömmüştü. Gözlerinin altı mosmor olmuştu. Saçları dökülmüş olduğu için başında bir bone vardı. Kaşları da dökülmüştü. Faruk’un âşık olduğu o güzel kız yoktu artık.
- Kendini kandırma hayatım. Sen de ben de sonun geldiğini biliyoruz. Bana yaşattığın hayat için çok teşekkür ederim. O kadar mutlu bir hayatım oldu ki! Ama sen de benim arzumu yerine getireceğine söz vereceksin. Bunu kızlarım için, senin için istiyorum.
Faruk çaresiz başını sallamış ve fısıldamıştı: “Söz veriyorum”...

Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
İnci, Onun Her Şeyiydi

Faruk sigarasını sehpanın üzerindeki kristal kül tablasına var gücüyle bastırdı. Başını iki yana sallayarak gözlerini kıstı:
“Nasıl yaparım ben senden başka birisiyle İnci’m? Nasıl düşünürsün böyle bir şeyi? Benim için artık hayat bitti. Bundan sonra kendim için hiçbir şey istemiyorum. Kızlarım için varım artık. Onlar olmasa bir an bile tereddüt etmezdim yanına gelmek için...”
Yavaşça yerinden kalktı. Sessizlik içini bunaltıyordu. Işıkları kapatıp üst kata çıktı ve odasına girdi. Uzun süre yatağına baktı. Artık tek başınaydı. Ölüm bir insanın karşılaşabileceği en çaresiz olaydı. Uzandı yatağına ve gözlerini tavana dikti. Zor olacaktı alışmak... İnci, onun her şeyiydi. Onunla dünyaya gelmiş gibi hissederdi kendisini hep. Zor zamanlarında, sevinçlerinde, kederlerinde yanı başındaki tek ortağıydı. Şimdi bir yarısı yok olmuş gibi geliyordu Faruk’a... Gözyaşları süzüldü yanaklarına. Derin bir nefes aldı. Bir müddet ağladı. Daha sonra aldığı sakinleştiricinin de etkisiyle göz kapaklarına yüklenen uykuya teslim oldu...
Sabah gözlerini açtığı zaman bir anda yaşadıklarını unutmuş gibi şaşkın bir şekilde baktı etrafına. Üzerinde giysileriyle uyumuştu. Yavaşça kalktı ve o anda beyni acı gerçekle karşı karşıya geldi. Yüzünü buruşturdu. Pencerenin önüne gidip bahçeye baktı. Aşağıda İnci’nin kendi elleriyle diktiği güller vardı. Hepsi sanki bütün güzelliklerini göstermek için yarışırcasına rengârenk açmışlardı. İçinin acıdığını hissetti. Yavaşça geri döndü ve banyoya girdi. Bir duş almak sakinleştirecekti kendisini. Daha sonra tıraş oldu. Temiz elbiselerini giydi ve odasından çıktı. Fatma kahvaltıyı hazırlamıştı.
- Kızlar kalkmadı mı daha Fatma?
- Kalkmadılar beyefendi, şimdi gidip uyandıracağım.
- Evet uyandır onları, giyinip kahvaltıya gelsinler. Birlikte kahvaltı edelim.
Fatma koşar adımlarla çıktı yukarıya. Funda’nın odasının kapısını yavaşça açtı. Yatak boştu. Heyecanlandı Fatma. Hızla daldı içeriye. Funda pencerenin kenarında, başını cama dayamış dışarıyı seyrediyordu. Fatma telaşla bağırdı:
- Korkuttun beni be güzel kızım! Yatağında göremeyince...
- Buradayım Fatma Abla, dışarıyı seyrediyordum.
- Babacığın bekliyor kahvaltıya. Haydi kuzum...
Funda sakin bir şekilde dönüp giyindi. Bu arada Fatma Fulya’yı da uyandırmıştı. İki kardeş el ele tutuşup salona girdiler. Faruk gülümsedi onları görünce. İçi sıcacık olmuştu.
Fulya koşarak sarıldı babasına sımsıkı. Funda’nın dudakları titremeye başlamıştı. Faruk hemen toparladı:
- Haydi bakalım, kahvaltımızı edelim, ondan sonra üçümüz çıkalım, hava çok güzel!..

Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
Handan, Hiç Evlenmemişti

Handan manavdan alışverişini yaptıktan sonra fırına uğradı, yeni çıkmış ekmekten bir tane alıp hızlı adımlarla evine doğru ilerledi. Karnı çok acıkmıştı. Canı sıkkındı. Çalıştığı iş yerinin mali sıkıntıları yüzünde büroda iş yerinin kapatılacağı dedikoduları dolaşmaya başlamıştı. Anahtarını çıkartıp kapıyı açtı. Küçük bir evi vardı. Altı ay önce annesini, ondan bir buçuk ay sonra da babasını kaybetmişti. Ailesinin peş peşe ölümüyle oldukça zor günler yaşamıştı...
Bir evin bir kızıydı Handan. Kimsesi kalmamıştı artık hayatta. Hiç evlenmemişti. Anne ve babasının yaşadığı sağlık problemleriyle uğraşmaktan, eve ekmek parası getirmek için çabalamaktan kendine ayıracak vakti olmamıştı. Otuz beş yaşına gelmişti. Bundan sonra da hayatını yalnız sürdürmeyi düşünüyordu. Ama arka arkaya hem annesini hem de babasını kaybetmesi ona yalnızlığın ne kadar zor ve katlanılması güç bir şey olduğunu geçen kısacık zamanda öğretmişti...
Hemen mutfağa girdi. Bankonun altından bir tencere çıkarttı ve yemek yapmaya koyuldu. Yarım saat sonra sofrasını hazırlamıştı bile. Televizyonu açıp masaya oturdu. Patlıcan yemeği pişirmişti. Yanına bir de bol naneli cacık yapmıştı. Karnı iyice doyduktan sonra arkasına yaslandı:
“Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin...” diye söylendi kendi kendine. İçinin sıkıntısı hâlâ geçmemişti. Eğer işini kaybedecek olursa yaşamak için oldukça zorlanacaktı. Bankada birkaç kuruş parası vardı ama en fazla iki üç ay yeterdi. Uzun zamandır çalıştığı şirketin zor durumda olduğunu biliyordu. Maaşlarını da hep gecikmeli olarak alıyorlardı.
“Ben iş aramaya başlayayım, bu böyle olmayacak...” diye geçirdi içinden. Üşenmedi, aşağıdaki bakkala inip bir gazete aldı ve ilanlara bakmaya başladı. Bu arada çay koymuştu ocağa. Akşamları hep böyle geçiyordu. İşten geliyor, yemeğini yiyor, sonra çayını demliyor, ya kitap okuyor ya da televizyon seyrediyordu. Ortadan biraz uzun, siyah saçlı, buğday tenli, oldukça güzel bir bayandı. İri ela rengi gözlerinde sevgi dolu ışıltılar vardı. Biçimli yüzü, küçük burnu ve dudakları ile narin bir ifade hakimdi simasına. Oldukça zarif bir insandı. Liseyi bitirdikten sonra üniversite imtihanlarına girmiş ama çok başarılı olamamış, açık öğretim fakültesini kazanarak büro yönetimi bölümünü bitirmişti...
Gazeteyi iyice inceleyip kendisine uygun olabilecek işleri çerçeve içine almıştı. Çayını koyup ayırdığı ilanlara bir daha göz attı. Bütün bunlara müracaat edebilmesi için bir gün izin alması gerekecekti. Sıkıntıyla yüzünü buruşturdu. Şu dönemde kolay olmayacaktı izin alabilmek. Her zamanki gibi derin bir nefes alarak kendi kendine yüksek sesle konuştu:
“-Handan! Koyuverme kendini... Aç kalacak değilsin... Bu kadar sıkıntı yapmana gerek yok... Her şey olacağına varır... Elbet bir iş bulursun...”
Hayata pozitif bakan yapısı yine baskınlığını göstermişti. Kalkıp pijamalarını giydi, kitabını ve çayını alarak oturma odasında divanın üzerine ayaklarını toplayarak oturdu...


Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
Turgay Ve Selma’nın Çocukları Yoktu...

Turgay ve Selma alışverişe çıkmışlardı. Ayda bir defa birlikte sözleşirler, sonra aylık ihtiyaçlarını toptan alırlardı. Turgay ve Selma’nın çocukları yoktu. Çok istemelerine rağmen bir evlat sahibi olamamışlardı. Uzun süre bu konuda tedavi görmüşler, tıbbın kendilerine sağladığı bütün imkanları değerlendirmişlerdi ama bütün bu çabalar sonuçsuz kalmıştı. Sonunda bu durumu kabullenmişler, karı koca ikisi birlikte hayatın başka zevklerini paylaşmak konusunda karar vermişlerdi. Faruk ve İnci’nin üniversiteden arkadaşıydı ikisi de. Tıpkı onlar gibi Turgay ve Selma da mimardı. Ama Selma evlendikten sonra çalışmamayı tercih etmişti. Yine de kocasına zaman zaman projelerinde yardımcı olurdu, fikirleriyle destek olurdu...
Büyük marketin içinde alışveriş arabasını ağır ağır sürerek ilerliyorlardı. Birden Selma’nın ilgisini rafların önünde duran genç kadın çekti. Yavaşça kocasının koluna dokundu:
- Baksana Handan değil mi o? Hani Halil Amcanın kızı...
Turgay karısının baktığı yöne çevirdi başını:
- Evet Handan...
Selma hızlandı ve genç kadının yanına yaklaştı:
- Merhaba Handan! Nasılsın hayatım?
Handan hızla döndü ve Selma ile burun buruna geldi. Kısa süren bir şaşkınlıktan sonra gülümsedi:
- Selma Hanım... Ay, nasıl korktum birden. Nasılsınız?
- Biz iyiyiz de sen nasılsın? Ne kadar uzun zaman oldu görüşmeyeli! Halil Amca, Saliha Teyze nasıl? Arayamadım onları da uzun zamandır...
Handan dudaklarını ısırdı:
- Sizin haberiniz yok tabii. Altı ay önce annemi, dört ay önce de babamı kaybettim maalesef.
Selma şoke olmuştu:
- Ne diyorsun sen? Aman Allah’ım, duydun mu Turgay, Halil Amca, Saliha Teyze vefat etmişler. Ah, çok üzüldüm Handan, neden bir haberimiz olmadı be kızım?
Turgay da şaşırmıştı. Halil Bey Selma’nın babasının yanında uzun yıllar çalışmıştı. Sonunda aynı yerden emekli olmuş, çok sevdikleri bir insandı. Çok zengin ama çok da mütevazı bir adam olan Selma’nın babası Hayri Bey patron olmasına aldırmadan Halil Beylerle ailecek görüşmüş, onun emeğine ve kendisine hep saygı duymuştu. Turgay eşine döndü:
- Şurada kahve içilecek bir yer var, gidip oturalım orada, haydi Handan Hanım, biraz laflarız.
Birlikte hipermarketin kafeteryasına gittiler. Kahvelerini ısmarladılar. Selma atıldı:
- Babamın da haberi yok, şimdi duyunca çok üzülecek.
Handan hafifçe gülümsedi. Babasının çevresinde ne kadar çok sevildiğini çok iyi bilirdi...

Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
“Babam Duyunca Yıkılacak Şimdi!..”

Turgay kahveleri getirdiği zaman Selma ve Handan çoktan koyu bir muhabbete dalmışlardı. Bir sandalye çekip o da katıldı bu hararetli muhabbete. Handan annesinin, ardından da babasının ani ölümlerini anlatıyordu. Gözleri dolu dolu olmuştu:
- Hiç beklemediğim bir anda böyle bir acıyla karşılaşınca ne yapacağımı şaşırdım. Ama Allah insana her şeye dayanabilme gücünü de acılarla birlikte veriyor. Zaman geçtikçe kabulleniyor ve hayatınızı yeniden düzenliyorsunuz. Ben de şimdi yalnız başıma yaşamaya çalışıyorum işte. Zorluk çektim ilk önceleri. Geceleri çok ağladım tek başıma kaldığım zaman ama alışıyorum. İşte böyle...
Selma gözlerini kıstı:
- Çok üzüldüm Handan... Gerçekten çok üzüldüm. Babam duyunca yıkılacak şimdi... Halil Amcayı hakikaten kendi öz kardeşi gibi severdi. Hep bahseder. Hep dost olmuşlardı. Asla bir patron ve çalışan ilişkisi yoktu onların arasında. Dertleşirlerdi. Allah rahmet eylesin.
Turgay kahvesinden bir yudum aldıktan sonra merakla sordu:
- Nerede çalışıyorsun şimdi Handan?
Genç kadın masum bir tavırla gülümsedi:
- Aynı yerde Turgay Bey ama durum hiç iyi değil. Galiba şirket kapanacak. Biz de açıkta kalacağız. İki aydır doğru dürüst paramızı alamıyoruz. Hep bölük pörçük. Ben de yeni iş arıyorum. Şirketin içinde dedikodular ayyuka çıktı.
Turgay yüzünü buruşturdu:
- Ben de duymuştum sizin şirketin zor durumda olduğunu. Sanıyorum konkordato ilan edecekmiş. Piyasaya çok borçlanmışlar.
- Ayrıntıları çok iyi bilmiyorum Turgay Bey, biz sadece söylentilerden biliyoruz bazı şeyleri. Hakkımızda hayırlısı artık.
Selma kocasına baktı heyecanla:
- Sizinkiler iyi bir yönetici aramıyorlar mıydı şirkete? Handan’ı söylesene Turgay, daha iyisini nerede bulacaklar? Kız bu işin tahsilini yapmış, tecrübesi de var. Referansı da biz olunca, isterlerse babamı da sokarım devreye, seve seve kefil olur Handan’a...
Turgay başını salladı:
- Ben de onu düşünüyordum Selma, sen bana telefonunu ver Handan, ben yarın bir konuşayım, hiç olmazsa büyük bir şirket, son derece de dürüsttür çalışanlarına karşı, sanıyorum burada kazandığından daha da fazla kazanırsın. Hemen yarın konuşurum.
Handan minnetle baktı karşısındaki çifte. Çok heyecanlanmış ve umutlanmıştı:
- Çok ama çok sevinirim Turgay Bey, inanın çok memnun olurum
Gülümsedi Turgay. Bu kızı her zaman beğenmiş ve takdir etmişti...

Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
İmtihana Girecek Gibi Heyecanlıydı

Handan koyu renkli bir döpiyes giymişti. Heyecanlıydı. Selma Hanımlarla karşılaşmasının ertesi günü akşamüzeri Turgay telefon etmiş ve ertesi gün sabah onda şirkete gelmesini, patronların kendisiyle görüşmek istediklerini söylemişti. Güçlükle izin alabilmişti iş yerinden Handan. İzin işini hallettikten sonra eve gitmeden kendisine yeni bluz almıştı. Eve gelir gelmez de döpiyesini ütülemiş, banyo yapmış, sanki imtihana girecek bir talebe gibi heyecan içinde geceyi geçirmişti. Sabah erkenden kalkmış ve hazırlanmıştı...
Turgay Özen’in çalıştığı şirketin merdivenlerini çıkarken durmadan dua ediyordu. Çok büyük ve tanınmış bir şirketti Yapıtaş İnşaat. Büyük ihalelere giriyordu ve büyük işler yapıyordu. Beyaz mermer merdivenlerden ürkek adımlarla çıktı. Turgay’ın odasının önüne geldiği zaman derin bir nefes aldı ve kapıyı vurdu. Turgay şirketin baş mimarıydı. Yavaşça çevirdi kapının kolunu. İçeride kısa boylu sarışın bir sekreter vardı. Kız Handan’ı görünce:
- Siz Handan Hanım olmalısınız. Buyurun, Turgay Bey sizi bekliyor, diyerek yerinden kalktı ve sağ taraftaki kapıyı çalarak açtı:
- Turgay Bey, Handan Hanım geldiler.
Handan içeriye girerken teşekkür etti. Turgay, masadan kalkarak karşıladı:
- Hoş geldin Handan. Bir çay içelim önce seninle. Vural Bey az önce geldi. Sonra birlikte gideriz yanına. Nasılsın bakalım?
- Çok teşekkür ederim Turgay Bey. Heyecanlıyım biraz galiba.
- Çekinecek bir şey yok. İş oldu gibi. Evvelki gün konuştum patronla. “Sen söyledikten sonra mesele yok” dedi. Selma da babama söylemiş. Sanırım o da telefon etti. Bu görüşme formalite gibi bir şey olacak.
Handan dudaklarını ısırdı. Sekreter kızın getirdiği çayını dalgın bir şekilde karıştırdı:
- İşin mahiyeti ne bilmiyorum ama...
- İşin mahiyeti ağır biraz Handan. Ama sen bunun altından kalkarsın. Şirketin personel müdürlüğü. Sen büro yönetiminden mezundun değil mi?
Başını salladı Handan:
- Evet. Anadolu Üniversitesi, Açık Öğretim Fakültesi...
- Tamam, doğru söylemişim demek ki. Çayını bitirdiysen gidelim Vural Beyin yanına...
Birlikte odadan çıktılar. Koridor boyunca yürüdüler. Tertemizdi etraf. Son derece sağlıklı bir aydınlatması vardı. En dipteki odanın önüne geldikleri zaman Turgay kravatını düzeltti ve kapıyı çaldı. Vural Beyin sekreteri kendisine Turgay Bey ve Handan Hanımın geldiğini haber verince patronun odasına girdiler. Handan gözlerine inanamadı. Son derece sade ama son derece oturaklı bir döşenişi vardı odanın. Çok büyük bir odaydı. Vural Bey masasının başında bu kocaman odada sanki bir nokta kadar küçük duruyordu.

Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
Yüreğinde Umutlar Yeşerdi Genç Kızın

Vural Bey Handan’ın tahsili ve tecrübesiyle ilgili birkaç soru sordu. Orta boylu, kırmızı yüzlü, elli beş, altmış yaşlarında bir adamdı. Birbirine yakın küçük yeşil gözleri zekice parlıyordu. Handan’dan hoşlanmıştı. Bu her halinden belli oluyordu.
- Turgay Bey benim çok sevdiğim bir elemanımdır. Kayınpederi Haşim Bey ise saygı duyduğum ve değer verdiğim bir büyüğümdür. Onun sizin hakkınızda söylediklerini önemsiyorum. Turgay da aynı şekilde bahsetti sizden. Bu durumda fazla eleyip dokumaya gerek yok Handan Hanım. Hemen personele gidin ve işlemlerinizi yapsınlar. Size hafta başına kadar izin veriyorum. Pazartesi gününden itibaren yeni görevinize başlayabilirsiniz. Hayırlı olsun. Alacağınız maaş ve primleri muhasebe müdürümüzle konuşursunuz. Göreviniz personel. Burada bütün hizmetlilerle birlikte doksan altı kişi çalışıyor. Personel müdürlüğü bildiğiniz gibi biraz sorumluluk isteyen bir iştir. İnisiyatif sahibi olmanız gerekir. Ama ben sizde o potansiyeli zaten gördüm. Birlikte uzun yıllar çalışırız umarım. Tebrik ederim.
Ayağa kalkmıştı. Handan sevinçle karşılık verdi:
- Teşekkür ederim efendim. Sizi ve Haşim Beyi, Turgay Beyi mahcup etmeyeceğimden emin olabilirsiniz. Elimden geleni yapacağım.
Vural Beyin odasından Turgay Özen’le birlikte çıktılar. Handan minnetle döndü genç adama:
- Turgay Bey, size nasıl teşekkür etsem azdır. O kadar rahatladım ki... Hayata yeniden başlayabilmem için bana mükemmel bir fırsat verdiniz. Size ve Selma Hanım’a, Haşim Bey’e çok teşekkürler.
Turgay gülümsedi:
- Ben bir şey yapmadım Handan, sadece aracı oldum. Sana güvenmeseydim, seni bilmeseydim asla yapmazdım. Doğru yaptığımı ben de biliyorum...
Günün bundan sonraki saatlerinde genç kadın işlemlerle uğraştı. Ertesi gün de çalıştığı şirkete gidip istifasını verecekti. Kendisini hafiflemiş hissediyordu. İşlerini bitirdikten sonra eve içindeki heyecanla döndü. Yeni bir sayfa açtığı için her şey tam olmalıydı. Gece yarısına kadar dolaplarını düzeltti, eksiklerini kaydetti. Kıyafetlerini gözden geçirdi. Günlerden perşembeydi ve ertesi gün şirketiyle ilişkisini kestikten sonra alışverişe çıkmaya karar verdi. Hafta sonunda da iyice dinlenecekti. Aylardır ilk defa kendisini hafiflemiş hissediyordu. Anne ve babasını ardı ardına yitirdikten sonra içine düştüğü korkulardan, bunalımdan sıyrılıvermişti bir anda. Daha aydınlık bakmaya başlamıştı hayata. Umutlar yeşermişti yüreğinde. Hayal bile kurdu iş yaparken. Gece saat dokuz sıralarında Selma telefon etti ve hayırlı olsun dileklerini söyledi. Hafta sonunda babasının kendisini görmek istediğini iletti. Handan sevinçle kabul etti bu daveti. Haşim Beyin ailesi üzerindeki ağırlığını iyi biliyordu. Onları bugüne sıkıntı çekmeden getiren, hatta tahsilini yapmasına imkân tanıyan ekmeğini yedikleri bu adamdı...

Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
Eski Neşesinden Eser Yoktu Artık!..

Faruk yaşadığı büyük acının üzerinden on ay geçmiş olmasına rağmen hâlâ ruhen toparlanamamıştı. Sanki hayatla arasına kocaman bir duvar örmüş, elini eteğini her şeyden çekmişti. Salonun her tarafında İnci’nin resimleri vardı. Çok sevdiği karısını yaşadığı evde yaşatmak istiyordu. Ama bütün bunlar iki kızının girdiği bunalımı çözümleyemiyordu. Fulya ve Funda içlerine kapanmışlardı. Eski neşelerinden eser yoktu artık. Okuldan gelir gelmez odalarına çekiliyorlar, akşam babaları gelene kadar çıkmıyorlardı. Faruk’un gelmesiyle birlikte iki kız onun yanına geliyor, yemek yiyorlar, babalarının durgun, acı dolu bakışları altında birkaç dakika yanında oturuyorlar ve sonra hemen odalarına çekiliyorlardı...
Faruk değişmişti. Karısının hatırasına saygısızlık addettiği şeyler yapıldığı zaman inanılmaz derecede agresifleşiyor ve âdeta vahşi bir kaplana dönüyordu. Evde televizyon seyretmek yasaklanmıştı. Yüksek sesle konuşmak yasaklanmıştı...
O gün de her zamankinden erken gelmişti eve. Kendisini yorgun hissettiği için iş yerinde sıkılmış ve üzerinde çalıştığı projeyi kaldırarak bürodan çıkmıştı. Büyük bahçeye girdiği zaman üst katta, Funda’nın odasından hafif bir müzik sesi geldiğini duydu. Arabasından inip gözlerini kısarak kızının penceresine baktı. Öfkeden çılgına dönmüştü. Koşar adımlarla çıktı beyaz mermer merdivenleri. Kapıyı anahtarıyla açıp çantasını fırlatarak merdivenlere koştu. Yardımcı kız Fatma dehşetle bakıyordu arkasından. Hızla Funda’nın odasının kapısını açtı:
- Nedir bu? diye haykırdı âdeta.
Genç kız korkuyla zıplamıştı masasından. Ders çalışıyordu. Yanındaki portatif teybi açmış, hafif bir müzik çalıyordu. Kekeledi korkuyla:
- Ne oldu baba? Ne yaptım ki?
- Bu müzik de neyin nesi? Sen hiç utanmıyor musun? Annene bu kadar mı saygın var? O mezarda, sen burada müzik dinleyip eğleniyorsun ha? Utanmaz seni!
Funda şaşkınlıkla başını iki yana salladı:
- Baba, ben... Ben sadece hafif müzik açtım, daha rahat ders çalışıyorum diye...
- Daha rahat ha? Sen rahatını düşünmeye başladın bile ha? Yazıklar olsun, bu kadarmış demek ki sevgin annene...
Funda âdeta inledi:
- Baba ne alakası var bunun anneme olan sevgimle?
Faruk yumruklarını sıktı. Kendisine hakim olmaya çalışıyordu. Eğer bunu yapmasaydı tokatlayacaktı kızını.
- Yeter! Duygusuz, insafsız kız... Yazıklar olsun.
Öfkeyle fırladı odadan kapıyı çarparak. Nefesi tıkanıyordu kızgınlıktan...

“Bunalıyorum Fatma Abla!”

Funda bütün gece ağladı. Bunalımlar içindeydi. Kendisini suçluyor, annesinin hatırasına saygısızlık ettiği düşüncesiyle müthiş bir suçluluk duygusu içinde çırpınıyordu. Faruk salonda karısının resimlerine bakmaya daldığı zaman Fatma yavaşça genç kızın odasına geldi. Yatağına kapanmış ağlıyordu Funda. Onun yanına gidip saçlarını okşadı:
- Ağlama kuzum sen ağlama, anlamaya çalış babanı. Bir türlü kabullenemiyor işte. O olamıyor madem sen olgun olacaksın.
Funda gözyaşları içinde haykırdı:
- Ben bir şey yapmadım ki Fatma Abla, çok kısık bir sesle hafif müzik açtım. Ben annemin hatırasına nasıl saygısızlık ederim?
- Biliyorum kuzum, biliyorum yavrucuğum... diyerek okşamaya devam etti Fatma:
- Sen hiç kendini suçlama sakın. Geçecek bunlar, göreceksin...
Funda gözlerini silerek yatağının içinde oturdu:
- Bunalıyorum Fatma Abla, babam eve gelsin istemiyorum. O içeri girdiği anda hayatım karanlıklaşıyor sanki. Izdırap oluyor bana onun yanında geçirdiğim saatler. Şu halime bak!.. Ben Fulya için de üzülüyorum. O çocuk daha küçük, her şeyin farkında değil. Böyle bir ortamda nasıl sağlıklı büyüyecek?
Fatma düşünceli bir şekilde başını salladı:
- Doğru söylüyorsun Funda, geçen gün odasına gittiğimde kendi kendine konuşuyordu. Birilerinin Faruk Beyime bir şeyleri anlatması gerek.
Funda başını kaldırdı:
- Hafta sonunda anneannemlere gitmek istiyorum ben. Burada kalmayacağım.
Fatma sırtını sıvazladı genç kızın:
- Yemeğe gelmedin kuzum, sana bir şeyler getireyim. Aç acına yatamazsın.
- Aç değilim Fatma Abla, acıkırsam gelir mutfağa yerim. Sağ ol!
Fatma odadan çıkarken düşünceliydi. Faruk Beyin tutumunun yanlış olduğunu o da anlıyordu. Küçük kızların nasıl bir cendere içine sokulduğunu ve bunun olumsuz etkilerini görebiliyordu. Salona gelip kapıdan baktı. Faruk hâlâ kucağında albüm, karısının resimlerine bakıyordu. Evin içi karanlıktı. Sadece bir gece lambası aydınlatıyordu ortalığı. Her akşam böyleydi artık. Derin bir soluk alıp yavaşça uzaklaştı salon kapısından. Bir şeyler yapması gerektiğine inanıyordu. Aklına o anda Selma Hanım geldi. Turgay Beylerin Faruk Beyin en yakın arkadaşı olduğunu biliyordu. Hemen antredeki telefona gitti. Telefon defterinden numarayı bulup tuşladı. Az sonra Selma karşısındaydı:
- Alo, Ben Fatma, Selma Hanım, sizinle konuşmam gerek. Yarın gelebilir misiniz?..

Selma Hayretler İçinde Kalmıştı!

Selma Fatma’nın getirdiği kahveden bir yudum aldıktan sonra endişeli bakışlarla dinlemeye başladı yardımcı kadının anlattıklarını. Fatma gözyaşları içindeydi konuşurken:
- Bilseniz Selma Hanım, ne yapacağımı şaşırdım. Faruk Beyim çok kötü. Bir türlü düzelmiyor. Zaman ilaç gibidir dedim; ama, yok! Dün Funda’nın üzerine yürüdü. Çok ağır konuştu. Evlatçığım akşam ne yedi ne içti, bütün gece yatağına kapanıp ağladı... Evde gülmek yasaklandı, yüksek sesle konuşmak yasaklandı, şu hale bakın Selma Hanımcığım, şu salonun haline bakın. Her yer İnci Hanımın resimleriyle doldu... Hep karanlıkta oturuyor. Sadece İnci Hanımın sevdiği yemekler pişiyor evde. Geçen gün gördüm, Fulya odasında kendi kendine konuşuyordu. Çocukların bakışları değişti Selma Hanımım, çok endişeleniyorum.
Selma hayretler içindeydi. Duydukları gerçekten ortada vahim bir durum olduğunu gösteriyordu. Oysa cenazeden beri birkaç kere görüşmüşlerdi Faruk’la, son görüşmelerinde Faruk biraz dinginliğe ihtiyacı olduğunu, bir süre yalnız kalmak istediğini söylemişti. Umursamamışlardı bu sözleri. Anlayışla karşılamışlardı. Ama şimdi görüyordu ki, Faruk, hastalıklı bir hale gelmişti.
- Anlıyorum Fatma... İyi ki haber verdin kızım.
- Ben bu cahil halimle yanlış yaptığını görüyorum Selma Hanım; ama o görmüyor. Bir şey söylemek ne mümkün? Konuşamıyorsunuz bile. O halim selim adam gitti yerine bir canavar geldi sanki. Her gün işten dönerken mezarlığa gidiyor. Her hafta sonu kızları götürüyor. Çocuklar ürküyorlar artık. İstemiyorlar. Suçluluk duygusu içinde kendileriyle hesaplaşıyorlar.
Selma dudaklarını ısırdı:
- Gerçekten ciddi durum. Ben Turgay’la konuşacağım Fatma, sen benim geldiğimden hiç söz etme istersen.
Fatma elleriyle ağzını kapattı:
- Tövbe hanımım, beni öldürür hem de kapının önüne koyar...
- Tamam, sen merak etme. Şimdilik ben gideyim. Sonra görüşürüz yine. Bir şey olursa beni ara... Cep telefonumun numarasını vereyim sana. Doğrudan beni ara.
Selma evden çıktıktan sonra doğruca kocasının şirketine sürdü arabasını. Olanları Turgay’a anlatacaktı. Faruk’un mutlaka profesyonel bir yardım alması gerektiğine inanıyordu. Turgay Özen karısının anlattıklarını dehşet içinde dinledi.
- Ne yapabiliriz Selma? Ne düşünüyorsun?
- Bilmiyorum Turgay, ama böyle eli kolu bağlı oturamayız.
Çaresizce birbirlerine baktılar. Faruk’un bu durumdan kurtulması gerektiğine inanıyorlardı...

Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
“Umarım Hakkında Hayırlı Olur Kızım...”
Haşim Bey uzun boylu, beyaz saçlı, yetmişli yaşlarda olmasına rağmen hâlâ dinç bir adamdı. Handan’a hoş geldin dedikten sonra;
- Benim küçük Handan’ım, bu kadar büyüdün ha? Kaç sene oldu görüşmeyeli?
Handan kibar bir şekilde tebessüm etti:
- Hatırlamıyorum Haşim Bey Amca, uzun zaman oldu...
Haşim Bey genç kadına koltuğu işaret etti:
- Otur bakalım şöyle... Halil’in vefatını duydum, çok üzüldüm Handan. Gece uyuyamadım. Daha çok yaşlı sayılmazdı Halil...
Handan içini çekti:
- Annemim vefatı onu çok yıktı Haşim Bey Amca. Kaldıramadı bir türlü.
- Anneciğin de vefat etmiş. Selma söyleyince dünya başıma yıkıldı sanki... Dünya hayatı işte böyle be kızım, sonunda hepimiz gideceğiz...
Handan başını salladı:
- Haklısınız Haşim Bey Amca. Ben sizi iyi gördüm; ama, hâlâ çok dinçsiniz.
- Teşekkür ederim. Nasıl, yeni işin hayırlı olsun.
Handan gülümsedi:
- Sayenizde Haşim Bey Amca... Pazartesi günü başlayacağım nasipse. Heyecanlıyım.
- Yaparsın sen yaparsın. Selma söyleyince hemen aradım Vural’ı. Benim kızım dedim. Pişman olmazsın dedim. Vural da iyi bir insandır. Çalışanının kıymetini bilir, başarıyı görür. Takdir eder. Umarım hakkında hayırlı olur kızım.
Bu sırada yardımcı kız içeri girdi:
- Haşim Bey, Selma Hanım ve Turgay Bey geldiler.
Haşim Bey başını salladı:
- Bu kız da protokolden bir tülü kurtulamadı. Kızımın, damadımın geldiğini bana söylemesinin ne gereği var ki, açıp kapıyı girsinler içeri.
Handan gülmeye başladı. Hâlâ esprili ve mütevazıydı Haşim Bey. Selma ve Turgay neşeyle girdiler içeriye. Önce Haşim Beyi sarılıp öptüler, sonra da Handan’ı.
- Hava harika dışarıda... Handan, hayırlı olsun hayatım. Telefonda kutladım ama görüşmemiştik. Pazartesi başlıyorsun değil mi?
- Evet Selma Hanım, pazartesi kısmetse başlıyorum.
Selma, Haşim Beye döndü:
- Babacığım sen nasılsın? Bir haftadır göremedim seni...
Haşim Bey omuzlarını kaldırdı. Gözlerinin içi parlamıştı kızı içeri girince...
“Kızlara Nefes Aldırmıyor!..”
Yemek çok özenle hazırlanmıştı. Selma Hanımın annesi iki yıl önce vefat etmişti. Haşim Bey o günden beri bu muhteşem villada iki yardımcısı ile birlikte yaşıyordu. Yemek ve Haşim Beyin özel işlerine bakan emektar Feride ve ayak işlerine bakan kız Huriye yaşlı adamın eli ayağı gibiydi. Haşim Bey masanın başına oturmuştu. Eliyle “buyurun” der gibi bir işaret yaptı, ardından ilk lokmayı beklemeden ağzına attı:
- Feride yine döktürmüş anlaşılan. Bu kadın benim ölümüme sebep olacak. Öyle muhteşem bir el lezzeti var ki, yememek mümkün değil. Haydi buyurun...
Yemeğe başladılar. Birkaç dakika sonra Haşim Bey damadına döndü:
- Faruk’tan ne haber Turgay?
Turgay lokmasını yuttuktan sonra arkasına yaslandı:
- Faruk kötü baba! Dün biz de Selma ile onu konuştuk. Mutlaka bir yardım alması gerek. Bir türlü kabullenemiyor.
Haşim Bey kaşlarını kaldırdı. Yüzü son derece sevimliydi:
- Ne gibi yani? Ne yapıyor ki?
Selma atıldı lafın burasında:
- Evi sessizliğe bürünmüş baba. Evde İnci’den başka bir şey yok. Kızlara nefes aldırmıyor, gülmek yasaklanmış, televizyon yasaklanmış... Evde sadece İnci’nin sevdiği yemekler pişiyor, ışıklar yanmıyor, yüksek sesle konuşmak yasak, çocuklar bunalıma girmişler. Her hafta kabristana götürüyormuş çocukları. Saatlerce orada oturuyorlarmış. Kendisi de her gün gidiyormuş. Fatma aradı beni, o cahil kafasıyla bütün bunların tehlikeli sonuçları olacağını görmüş kız, yardım edin diye çaresizce yalvardı.
Haşim Bey kaşlarını çattı:
- Allah Allah, herkesin başına gelen bir acı bu, işte ben de yaşadım, işte Handan da yaşadı. Kimsenin acısını hafife almak gibi bir düşüncem yok tabii ki; ama bu hastalıklı bir hâl almış artık demek ki... Ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Turgay omuzlarını kaldırdı:
- Konuşmayı düşündüm baba, pek bir işe yarayacağını sanmıyorum ama...
Selma atıldı yeniden:
- Profesyonel yardım almaya ikna edebilirsek eğer...
Haşim Bey dudak büktü:
- İşe yaramaz, ben size söyleyeyim. İkna edemezsiniz böyle durumlarda... Yahu söyleyin, haftaya buraya gelsinler, benim davetlim olsunlar. Çoluk çocuk, güzel bir yemek yiyelim, burada konuşuruz.
Selma ve Turgay birbirlerine baktılar. Bu fikir hoşlarına gitmişti...
Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
Handan Kibarca Teşekkür Etti...
Handan konuya yabancı olduğu için terbiyeli bir şekilde dinliyordu. Selma ona döndü: - Çok sevdiğimiz bir arkadaşımız... Taa fakülteden. Karısını kaybetti genç yaşta. Amansız bir hastalık işte. Bir türlü kabullenemiyor. İki kızı var gül gibi. Biri on altı yaşında, biri on iki. Çocuklar zindanda gibi olmuşlar. Psikolojileri bozulmuş. Her an karısının yası tutuluyor evde. Korkunç bir durum anlayacağın.
Handan merakla dinliyordu. Başını iki yana salladı:
- Zor bir durum. Mutlaka çok acı çekiyordur.
Turgay atıldı:
- İyi de böyle olmaz ki. O çocuklar büyüme çağında. Ölenle ölünmez ki... Hayat devam ediyor gidiyor. Nereye kadar böyle olacak...
Handan merakla sordu:
- Ne kadar oldu eşi öleli?
- On ay bitti. Daha çok yeni ama...
Haşim Bey gülümsedi:
- Bunun bir sınırı yok ki kızım, kısa zaman oldu diye böyle yanlış davranışlar göz ardı edilemez. Burada dediğim gibi hastalıklı bir durum var. Siz dediğimi yapın, çağırın onu buraya, burada konuşalım. Benim sözümü dinler Faruk.
O an aklına gelmiş gibi Handan’a döndü:
- Sen de gel Handan. Seni de bekliyorum haftaya. Hep birlikte yemek yeriz. Konuşuruz.
Handan çekingen bir tavırla baktı:
- Ama bu özel bir konu. Faruk Bey belki tanımadığı bir insanın yanında bu konuların konuşulmasından hoşlanmayabilir.
Haşim Bey bir kahkaha attı:
- Yok canım, neden hoşlanmayacakmış, ne kadar çok insan onun yaptıklarının yanlış olduğunu söylerse o kadar etkili olur bence. Bak mutlaka bekliyorum haftaya. Kalabalıklar, yeni insanlar kişileri içine düştükleri bu durumdan çıkartabilmek için birebirdir. İtiraz yok. Bekliyorum. Hem bir haftalık iş hayatının değerlendirmesini de yaparız. Artık eskisi gibi araya mesafe koymak yok. Sen bana tek dostum diyebileceğim bir insanın Halil’in emanetisin, benim manevi kızımsın artık...
Handan kibarca teşekkür etti. Haşim Bey devam etti konuşmaya:
- Anlaştık o halde. Haftaya burada toplanıyoruz. Benim için de farklılık oluyor böyle şeyler. Hayatıma renk geliyor. Feride de size muhteşem yemekler yapar.
Gülüştüler. Gece geç vakte kadar sohbetleri sürdü. Handan memnundu hayatından...
“Faruk’a Yardım Etmek Zorundayız”
Handan o haftayı oldukça yoğun geçirdi. Yeni işine uyum sağlamak çok zor olmamıştı. Hemen kavramış ve birkaç günde kendini kabul ettirmişti. Vural Bey de gözlemlediği kadarıyla doğru bir seçim yaptığını düşünüyor ve memnuniyetini gizlemiyordu. Turgay her gün sabah Handan’la “merhaba”laşıyor, ayaküstü birkaç kelime konuşup işe öyle başlıyordu. Selma hafta içinde iki kere uğramıştı. O gün de yine kocasının yanına gelmişti. Handan’la birkaç dakika sohbet ettikten sonra Turgay’ın yanına gitti.
- Turgay, Faruk’la konuştun mu?
- Evet canım, telefon ettim ve babamın davetini söyledim. Önce itiraz etti; ama sonunda ikna oldu gibi. Biliyorsun babama hayır diyemez.
Selma bilmiş bir şekilde başını salladı:
- O zaman iyi ki aradım babamı. Babama telefon ettim bugün, Faruk’un numarasını verdim ve daveti onun bizzat yapmasını söyledim. Artık itiraz edemez. Nasıldı Faruk?
Turgay kaşlarını kaldırdı:
- Sesi çok kötüydü. Sanki görüşmek istemiyormuş gibi bir hava sezinledim ben ama...
Selma omuzlarını silkti:
- Hayatım hiç aldırmayacağız bu tür davranışlarına. Alınganlık yapmayacağız. Yoksa yazık olur. Biliyorsun çocukları çok seviyoruz. Onlar İnci’nin emanetleri. Böyle düşüncesizce ve sadece duygusallıkla yapılan yanlışlara kurban verilmelerine göz yumamayız Turgay.
Turgay masasına geçip oturmuştu:
- Doğru söylüyorsun karıcığım. Eğer biz Faruk’un dostuysak onu uyarmak zorundayız.
Selma kocasının söylediği çaydan bir yudum aldıktan sonra devam etti:
- Bir psikolog arkadaşımla konuştum bu sabah. Biraz bahsettim olaydan.
Turgay meraklanmıştı:
- Ne dedi?
- Bunun mutlaka yardım alması gerektiğini söyledi. Eğer müdahale edilmezse bu daha ileri boyutlara dönüşebilirmiş. Saplantı haline gelebilirmiş. Hayatını sadece bu ölüm olayı üzerine odaklayabilirmiş ve etrafına da zulmedermiş. Herkesi karısının anısına saygısızca davranmakla suçlar ve ilişkisini kesermiş hayatla. Bir nevi hastalık yani...
Turgay gözlerini pencereye çevirdi. Masmavi bulutlarla kaplıydı gökyüzü. Güneş ışıl ışıldı. Dışarıda devam eden bir hayat vardı. Bütün zorlukları, acıları, sevinçleri ve güzellikleriyle.
- Faruk’a yardım etmek zorundayız...
Selma kocasına hak vererek başını salladı:
- Babamdan umutluyum. Biliyorsun etkilidir Faruk’un üzerinde. İnşallah bir sonuç alırız.
Turgay sevgiyle baktı karısına. Mutlu bir evlilikleri vardı ve çok iyi anlaşıyorlardı...
Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
“Handan, Çok Çalışkan Bir Kız”

Haşim Şahin’in emektar yardımcısı Feride Hanım o gün oldukça telaşlıydı. Bir gün önceden sarma sarmış, zeytinyağlıları pişirmişti. Sabah erkenden girdi mutfağa. İnci Hanımın vefatını duyduğu zaman çok ağlamıştı. Selma’nın çocukluğunu bilirdi, dolayısıyla da İnci’yi çok iyi tanırdı. Telaş içinde son defa baktı hazırlıklara. Her şey tamam gibi görüyordu. Huriye’ye seslendi heyecanla:
- Haydi kızım, sofrayı hazırlamaya başlayalım. Bilirsin Haşim Bey titizdir. Dikkatli ol. Misafir takımını çıkart...
Yarım saat sonra büyük salondaki mükellef sofra hazırlanmıştı ve son derece iştah açıcı görünüyordu. Feride bir defa daha bir eksik olup olmadığına baktı. Haşim Bey her zamanki koltuğunda gazetesini okuyordu. Bütün gün boyunca yaptığı sadece okumaktı zaten. Sabah erkenden kalkar, kahvaltısını yaptıktan sonra büyük bahçede kısa bir yürüyüşe çıkardı. Ardından gelip az şekerli kahvesini içer ve koltuğuna otururdu. Günün bundan sonrasını günlük gazeteleri, onlar bitince de kitabını okuyarak geçirirdi. Bazen çalışma odasına kapanır, saatlerce yazardı. Niyeti bunca yıllık hayatında edindiği tecrübeleri aktaracağı bir kitap hazırlamaktı. Araştırır, okur ve çalışırdı. Akşamları hafif bir yemek yedikten sonra biraz televizyon seyreder, ardından da yatardı. Rutin hayatıydı bu. Siyah bir pantolon, beyaz bir gömlek giymiş, gömleğinin içine bordo ipek bir fular takmıştı. Üzerinde de robdöşambrı vardı. Onca yaşına rağmen hâlâ dinç görünüyordu. Yemek davetine ilk gelenler Selma ve Turgay oldu. Selma sevgiyle sarıldı babasına:
- Babacığım benim, çok yakışıklı görünüyorsun doğrusu...
- Deli kız işte, bizde artık yakışıklılık mı kaldı be kızım?
Selma kaşlarını kaldırdı:
- Öyle deme babam, sen benim için dünyanın en mükemmel erkeğisin.
Haşim Bey memnun bir kahkaha attıktan sonra damadına döndü:
- Duyuyor musun Turgay, ben senden önde geliyorum.
Turgay gülümsedi:
- Önde gelen siz olun babacığım...
Selma kocasına yaklaştı ve;
- Senden sonra da eşim geliyor ama, dedi...
Gülüştüler. Huriye kahvelerini getirmişti. Haşim Bey içmiyordu. Prensip olarak sadece sabahları bir fincan az şekerli kahve içerdi o kadar. Damadına döndü:
- Nasıl Handan uyum sağladı mı?
Turgay başını salladı:
- Hem de nasıl baba, çok çalışkan bir kız. Vural Beyin ağzı kulaklarında. Çok memnun...

Selma, Kanının Donduğunu Hissetti!

Haşim Bey memnun bir şekilde başını salladı: - Çalışkandır o kız. Sağlam kızdır. Babası da rahmetli çok dürüst bir adamdı. Bunca senelik iş hayatımda güvendiğim tek insandı Halil. Nur içinde yatsın. Kendi gibi sağlam, dürüst bir kız yetiştirdi. Ne kadar iftihar etse azdır.
Tam bu sırada Huriye odaya girdi ve:
-Faruk Bey ve kızları geldiler... dedi. Haşim Bey başını yana çevirdi ve mırıldandı:
- Yahu bu kızın bu hareketine çok gülesim geliyor. Sanki mabeyinde karşılama töreni yapıyoruz...
Selma bir kahkaha attı kapıya doğru giderken. Önce Fulya girdi salona.
- Ah benim güzel kızım gelmiş, Güzel Fulyam gelmiş, kız bakayım sana çok şık olmuşsun...
Siyah bir kazak ve siyah bir pantolon giymişti küçük kız. Biraz sıkkın bir şekilde fısıldadı:
- Babam giydirdi bunları, açık renk giyilmezmiş. Bizim acımız varmış.
Selma kanının donduğunu hissetti. Bir süre şaşkın bir hâlde konuşmadan durdu. Sonra eğildi küçük kızın kulağına:
- Ama çok yakışmış sana.
Ardından Funda girdi içeriye. Genç kızın gözleri kırmızıydı. Ağladığı belliydi. Sarıldı Selma’ya:
- Selma Teyze, çok özledim seni. Neden gelmiyorsun?
- Ah canım benim, inan ki hep aklımdasınız.
Faruk en arkadaydı. Bedbin bir yüzle hemen Haşim Beye gitti.
- Haşim Bey Amca, nasılsınız? Çok teşekkür ederiz bu davet için, siz olmasaydınız mümkün değil gelmezdik. Sizi kırmamak için...
Haşim Bey elini kaldırdı:
- Ne demek o? Ne o yoksa inzivaya mı çekildin?
Faruk şaşkın bir şekilde kekeledi:
- Biliyorsunuz, acımız büyük...
Yaşlı adam başını kaldırdı:
- Pöh! Herkesin acısı büyük. Biz de yaşadık bu acıyı. Ben de kaybettim eşimi. Ama hayat devam ediyor oğlum, devam etmek zorunda. O zaman yemeden içmeden de kesilin hepiniz, kapanın eve, ölün!
Faruk yardım istermiş gibi arkadaşlarına, Turgay ve Selma’ya baktı. Onların bakışlarından babalarının söylediklerini onayladıklarını hissederek çaresizce döndü:
- Ama Haşim Bey Amca... Ben...
Yaşlı adam umursamaz bir şekilde arkasını döndü. Faruk orta yerde kalmıştı...
Faruk çocuklarının yanında böyle bir eleştiriye uğramaktan hoşlanmamıştı. Ama Haşim Beye olan korkunç saygı ve sevgisi itiraz etmesini engelledi. Koltuklardan birine çöktü kaldı...

Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
Korkarak Baktılar Babalarının Yüzüne

Faruk, bir süre sessiz kaldıktan sonra; - Ben anlatamıyorum... diye başladı konuşmaya. Acım çok büyük, ne yapacağımı bilemiyorum. Yaptığım her şey karımın arkasından bir yanlışa düşmemek için. Fakat bakıyorum herkes benim kadar duyarlı değil, çocuklarım bile değil...
Haşim Bey öne doğru eğildi. Bu sırada Selma kızları alıp bahçeye çıkmıştı. Onların bu konuşmada bulunmaları doğru olmazdı.
- Baksana bana sen?.. Bir tek sen mi duyarlısın yani? Bak oğlum, hastalıklı bir saplantın var anlaşılan. Bundan kurtulmak zorundasın. Tamam acına saygım büyük, ben de kendi evladım gibi severdim İnci’yi. Herkesin sevgisi ayrı ayrı. Çocukların annelerini sevmiyorlar mıydı sanki? Herkesin yakınları ölüyor, çocukları ölüyor. Ama hayatın akışı bu. Hayat devam ediyor. Senin karının arkasından yapacağın en doğru hareket onun sana bıraktığı emanetleri sağlıklı bir biçimde yetiştirmektir. Bu onları cendereye sokarak, mateme büründürerek olmaz. Onlar genç, ruh hallerini bozacaksın çocukların. Nedir bu Allah aşkına? Ben seni aklı başında bir adam sanırdım. Yarından sonra önlerindeki hayatı yaşamak zorunda olduklarını fark edince uzaklaşacaklar senden. Küçücük yüreklerini böyle sıkmanın anlamı var mı? Sen bir doktora gitmek zorundasın Faruk. Profesyonel bir yardım almak zorundasın. Bu böyle olmayacak. Şu hâline bak!
Faruk ağlamaya başlamıştı... Turgay acıyarak bakıyordu arkadaşına. Yanına gidip oturdu:
- Bak Faruk, yanlış yapıyorsun, bu duygulardan kurtulman gerek. İnci de böyle olmasını istemezdi. Bu çocukların, kendinin hayatını böyle karartmaya hakkın yok. Kimse senin acını hafife almıyor. Ama bu tavrın yanlış...
Faruk gözlerini sildi:
- Ben de farkındayım yanlış yaptığımın. Ama elimde olmadan oluyor Turgay...
- Sana yardımcı olalım Faruk. Seni bir ruh hastalıkları uzmanına götürelim. Selma’nın bir arkadaşı var. Oldukça da deneyimli bu konularda. İstersen hemen randevu ayarlarım.
Faruk sessizdi. Yutkundu sadece. Bu sırada Selma ve kızlar içeri girdiler. Gülüşüyorlardı. Kızlar babalarını görünce hemen dudaklarındaki kahkahayı dondurdular. Korkarak baktılar onun yüzüne. Haşim Bey’in gözünden kaçmamıştı bu davranış. Başını salladı:
- Yazık bu çocuklara yahu! Çok yazık.
Tam bu sırada salon kapısında Huriye göründü ve her zamanki ciddi tavrıyla:
- Handan Hanım geldiler efendim... diye bağırdı. Haşim Bey ve Selma gülmemek için kendilerini zor tuttular. Kapıda görünen Handan da gülüyordu. Selma koşarak gitti yanına:
- Canım benim, hoş geldin, artık beklediğimiz kalmadı. Gel seni Faruk’la tanıştırayım...

Faruk’un Kaşları Çatılmıştı Yine!..

Handan gülümseyerek ilerledi ve; - Merhabalar Faruk Bey, dedi. Faruk başını kaldırdı ve bir süre baktı genç kadına. Zeytin yeşili bir bluz ve siyah pilili bir etek giymişti. Boynunda yeşil taşlı bir kolye vardı. Sade makyajı ve duru teniyle çok güzel görünüyordu. Faruk hafif bir ses tonuyla mırıldandı:
- Memnun oldum hanımefendi.
O arada Haşim Beyin sesi duyuldu:
- Gel benim güzel kızım. Mükemmel haberler aldım Turgay’dan. Aferin sana yavrum. Ben böyle olacağını biliyordum zaten. Eee, her şey tamamsa sofraya oturalım. Ben kurt gibi acıktım bu kalabalığın içinde.
Handan bu sırada kızlara yönelmişti. İkisiyle de teker teker tanıştı. Sonra sofraya geçtiler. Yemekler gerçekten muhteşemdi. Nefis bir rostoydu ana yemek. Önce mükemmel bir düğün çorbası vardı. Rostonun yanında Feride Hanımın özel püresi ve et sulu şehriyeli pilav vardı. Zeytinyağlılar ise çeşit çeşitti. Nefis salatalarla donanmıştı masa. Haşim Beyin işaretiyle yemek başladı. Önce havadan sudan muhabbet ettiler. Faruk tedirgindi. Bir espri yapıldığı zaman gülmekle gülmemek arasında bocalıyor, yüreğindeki saplantılı duyguların etkisiyle karmaşa yaşıyordu. Kızlar ise bir süre sonra açılmışlardı. Gülüşüyorlar, konuşuyorlardı. Funda, Handan’la sohbet ediyordu. İkisi oldukça anlaşmış görünüyordu. Faruk yan gözle onları izliyor, konuştuklarının neler olduğunu duymak için çaba sarf ediyordu...
Yemek çok güzel geçti. En sonunda çilekli krem şantiler gelince Fulya ellerini çırptı:
- Yaşasın, çok severim ben krem şantiyi.
Aniden aklına gelerek korkuyla baktı babasına. Faruk’un kaşları çatılmıştı. Handan’ın gözünden kaçmadı bu. Hemen atıldı:
- Ben de çok severim Fulya. En sevdiğim tatlıdır diyebilirim. Annem bunun üzerine biraz da sıcak çikolata dökerdi. Daha nefis olurdu.
Faruk söylemek istediklerinden bu müdahale sonunda vazgeçti. Fulya da rahatlamıştı sanki. Yemekten sonra salona geçtiler. Sohbet genellikle iş üzerineydi. Turgay, Faruk’un yanına oturmuştu. Bir ara onun kulağına eğildi:
- Pazartesi günü randevuyu alıyorum arkadaşım. Hiç itiraz istemem.
Başını salladı Faruk. Turgay’a doğru eğilerek fısıldadı:
- Bir faydası olacak mı dersin?
- Olmaz mı hiç? Bütün bunları hissetmenin ana sebebi nedir o çıkar meydana. O zaman doğruyu daha net görürsün. Güven bana.
Derin bir nefes aldı genç adam. Yeniden gözleri Handan’a kaydı. Garip bir duygu içindeydi...

Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
Eve Gidene Kadar Hiç Konuşmadılar!

Gece yarısına doğru Handan ayağa kalktı: - Ben izninizi rica edeceğim. Çok geç oldu. Haşim Amca, harika bir geceydi, çok teşekkür ederim. Bir gün ben de sizi benim evimde ağırlamak isterim. Bu kadar güzel yemekler yapamam ama...
Haşim Bey gülümsedi:
- Senin varlığın yeter güzel kızım, içim açılıyor senin yanında...
- Çok teşekkür ederim. Selma Hanım, Turgay Bey, sizlere de çok teşekkürler. Hayatıma yeniden renk kattınız. İyi ki rastlamışım size o gün.
Selma sevgiyle sarıldı genç kadına:
- Canım benim, ne zaman istersen gelebilirsin Handan’cığım. Kapımız sana ardına kadar açık, bunu unutma. Sen benim kardeşimsin.
Handan, Faruk’a döndü:
- Tanıştığımıza çok memnun oldum Faruk Bey...
Faruk bir anlık bir duraklamadan sonra, sonradan kendisinin de hayret ettiği kelimeler döküldü dudaklarından:
- Biz de kalkıyoruz Handan Hanım. Çok geç oldu, biz sizi evinize bırakırız.
Selma ile Haşim Bey bakıştılar. Bu bile Faruk için büyük bir aşamaydı. Handan atıldı:
- Hiç zahmet etmeyin, ben bir taksiye binerim kapıdan. Çocuklar da var.
Funda girdi araya:
- Handan Abla, bırakırız. Ne olur, biraz daha birlikte oluruz hem.
Handan sevgiyle sarıldı genç kıza:
- Canım benim. Sizler çok tatlı çocuklarsınız. Sizi çok sevdim...
Hep birlikte kalktılar. Faruk son söylediklerinden dolayı pişmanlık duymuştu. Karısına karşı suçluluk duygusu içinde Handan’ı evine bırakana kadar hiç konuşmadı. Handan onun ruh hâlini çok iyi anlıyordu. O sebeple o da kızlarla konuşmayı tercih etti. Evine geldikleri zaman kibarca teşekkür etti:
- Zahmet oldu Faruk Bey, çok teşekkürler. Fulya, Funda, hoşça kalın, tekrar görüşürüz inşallah.
Kızlar sevgiyle sarıldılar genç kadına. Faruk o eve girene kadar bekledi. Sonra gaza bastı. Fulya neşeyle şakıdı:
- Ne tatlı kadın değil mi? Çok sevdim ben Handan Ablayı.
Funda korkuyla babasına baktı yan gözle. Faruk gayet ciddi bir şekilde kullanıyordu arabayı:
- Evet, çok tatlı bir kadın. Ne kadar da güzel...
Bir sessizlik oldu. Eve gidene kadar hiç konuşmadılar. Herkes kendi içinde hesaplaşıyordu...

“Ona Karşı Hiçbir Yanlışım Olmadı”

Psikiyatrist Haldun Bey dikkatle karşısındaki adama baktı. Faruk yere bakıyor ve doktorla göz göze gelmekten kaçınıyordu. Derin derin soluyordu.
- Rahat olun Faruk Bey, burada konuşacaklarımız sadece ikimizin arasında kalacaktır, bundan emin olun önce... Bana sıkıntılarınızdan bahsedin lütfen!
Faruk şaşkın bir şekilde başını salladı:
- Ben... Karımı kaybettim yaklaşık bir yıl önce. Öleceğini biliyordum zaten. Çok hastaydı. Onu kurtarmak için her şeyi yapmaya hazırdım; ama başaramadım. Şimdi onun hatırasına saygısızlık etmekten korkuyorum. Sanki o ölüp gidince onu unutacakmışım, o öldüğüyle kalacakmış gibi hissediyorum. Bu yüzden çocuklarıma hayatı zindan ettiğimin farkındayım; ama elimde değil...
Doktor Haldun Bey ellerini masanın üzerine koyarak öne doğru eğildi:
- Ama bu son derece normal. Yani böyle hissetmeniz. Karşılaştığınız acı daha çok yeni. Fakat bu duygular eğer kalıcı olursa o zaman tehlikeli. Zaman her şeyin ilacıdır derler. Ben buna inanırım. Eşiniz için elinizden gelen ne varsa yaptığınıza inanıyorsunuz değil mi?
Faruk yutkundu:
- Belki daha yapacak başka şeyler de vardı. Bilmiyorum...
İşte sizi rahatsız eden bu duygu Faruk Bey. Her şeyi yapamadığınız düşüncesi. Bence asıl yanlışı burada yapıyorsunuz. Eşiniz kanserdi değil mi?
Başını salladı Faruk:
- Evet, göğüs kanseriydi.
- Bu hastalık çeşitli evrelere sahip bir hastalıktır. Eğer ****staz yaptıysa, yani başka organlara sıçradıysa biliyorsunuz ki tedavisi oldukça güç. Elden bir şey gelmiyor. Ben her şeyin yapıldığına inanıyorum. Kadere inanmak lazım. Elimizde olmayan şeyleri kabullenebilmeyi öğrenmek zorundayız. Bu konuyu geçelim. Size kendinizi karınıza karşı suçlu hissettiren şey nedir diye sorduğumuz zaman cevabı aşağı yukarı almış olduk. Eğer kendinizi size suçlu hissettirecek başka bir şey yoksa... Başka bir şey var mı Faruk Bey?
Faruk gözlerini açtı:
- Hayır, asla yok. Ona karşı hiçbir yanlışım yok benim. Onu çok seviyordum.
- Onun hatırasına yine sahip çıkabilirsiniz. Bu kadar sevdiğiniz bir insanı unutmak mümkün değildir Faruk Bey. Onu unutmayacaksınız. Ama bunu hayatı kendinize ve çocuklarınıza zehir etmeden yapabilirsiniz. Sevdiğiniz bir insanı gülerek hatırlamak kadar güzel bir şey yoktur. Size bir sakinleştirici ilaç yazacağım. Hafif bir ilaç. Bir süre kullanın, bir hafta kadar. Ondan sonra çocuklarınızı alın karşınıza ve onlarla eşinizin güzel hatıralarını gülerek paylaşın.
Faruk dikkatle dinliyordu doktoru. İçinde fırtınalar yaşıyordu...

Devamı Yarın
 
OP
ELDA

ELDA

Daimi Üye
Katılım
13 Temmuz 2008
Mesajlar
3.785
Tepki
4.389
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
Koridorda İlerlerken Handan’la Karşılaştı

Doktor Faruk’u dikkatle izliyordu. Hafifçe gülümsedi: - Bir arkadaşınız olsa... Sizi dinleyebilen, sizinle paylaşabilen özel bir arkadaş... Bakın Faruk Bey, atın bu düşünceleri kafanızdan. Belki size tuhaf gelecek ama; benim size şiddetle tavsiyem şu olacak. Zaman içinde mutlaka evlenin...
Faruk irkildi. Hızla kaldırdı başını. Gözleri kocaman açılmıştı:
- Ne diyorsunuz siz Doktor Bey?
- Doğru olanı söylüyorum Faruk Bey, mutlaka evlenin. Yalnız kalmayın. Kızlarınız yarından sonra gidecekler. Hayatın kanunu bu. Kanunlara karşı koyamayız değil mi? Sizi anladığına inandığınız, hayatın bundan sonrasını paylaşabileceğiniz, size ve sizin hatıralarınıza da saygı gösteren bir kadınla evlenin. En doğrusu bu!
Faruk ayağa fırladı:
- Bu mümkün değil doktor!
- Mümkün Faruk Bey. İnanın siz de buna ihtiyaç hissedeceksiniz. Eşinize olan sevginize saygım büyük. Ama yaşayabilmeniz için hayatın akışına uymak zorundasınız. Siz ki yalnız kalmaktan korkuya kapılmış bir insansınız. Ruh sağlığınız için size bir paylaşımcı gerek. Bunu göz ardı etmeyin lütfen. Çocuklarınız için, sizin için... Eğer ruh sağlığınıza yeniden kavuşmak istiyorsanız hayatın gereklerini yerine getirmek zorundasınız...
Faruk kapıya doğru yürüdü. Düşünceleri karmakarışık olmuştu. Bir diğer seans için randevulaştıktan sonra reçetesini aldı ve dışarı çıktı. Uzun süre yürüdü. Arabasını doktorun muayenehanesinin garajında bırakmıştı. Doktorun söylediklerini düşünüyordu. Ruh sağlığının iyi olmadığının farkındaydı. Geri dönüp arabasına bindi. Turgay’ın iş yerine gitti. Yapıtaş İnşaat Şirketinin merdivenlerinden çıkarken hâlâ kafasının bulanıklığı devam ediyordu. Turgay yerinde yoktu. Not bırakarak çıktı odasından. Koridorda ilerlerken birden Handan’la karşılaştı.
- Handan Hanım?
- Merhaba Faruk Bey. Hoş geldiniz.
- Ben... Ben Turgay’a bakmıştım. Yerinde yokmuş.
- Bugün ben de hiç görmedim Turgay Beyi. Nasılsınız? Kızlar nasıl?
Faruk çekingen bir tavırla başını salladı:
- İyiler. Okula gidiyorlar işte.
Handan bir an durakladıktan sonra devam etti:
- Size bir çay ikram edeyim ister misiniz?
Faruk dudaklarını ısırdı. Bir yerden başlaması gerektiğine inanıyor ve kendini zorluyordu.
- Memnun olurum...

“Ben De Aynı Duyguları Yaşadım”

Handan’ın odasına birlikte girdiler. Genç kadın hemen masasına geçip telefonu kaldırdı ve iki çay söyledi. Sonra gülümseyerek arkasına dayandı:
- İşler o kadar yoğun ki. Ben de yeni başladım burada çalışmaya. O sebeple çok çalışmam gerekiyor. Şirketi tanımaya çalışıyorum.
Faruk gözlerini genç kadından kaçırarak sordu:
- Personel müdürüsünüz değil mi?
- Evet, etiketim bu. Çalışan çok fazla. O sebeple yoğunum.
Bu sırada çayları gelmişti. Faruk teşekkür ederek dalgın bir şekilde çayını karıştırdı.
- Kızlarınız çok tatlılar. Çok sevdim ikisini de. Allah bağışlasın.
- Sağ olun. Onları iyi birer birey olarak yetiştirmek için her şeyi yaptık. Bütün amacımız da o değil mi zaten? Umarım yüzümüzü kara çıkartmazlar.
- Başınıza gelenleri biliyorum. Çok zor olmalı. Bu konuda konuşmak istemiyorum ama...
Faruk başını kaldırdı:
- Evet, beklemediğimiz bir acı yaşadık. Aslında beklemediğimiz demek yanlış olur. Biliyorduk. İki sene uğraş verdik ama olmadı...
- Allah rahmet eylesin. Ben de birkaç ay önce anne ve babamı kaybettim. Kolay değil Faruk Bey. Ama var olmak da yok olmak da bizim için. Zaman her şeye ilaç olabiliyor. Geriye tatlı hatıralar ve özlem kalıyor sadece.
Faruk rahatladığını hissediyordu. Çözülmek üzereydi.
- Bugün doktora gittim. O da aynı şeyleri söyledi. Bana sanki bu acı hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor. Sanki hiç geçmeyecek gibi.
Handan gülümsedi:
- Olur mu hiç öyle şey? O zaman hiç kimse yaşayamazdı. Etrafımız acı çeken, ızdırap içinde insanlarla dolu olurdu. Bu hayatın kanunu çünkü. Ben de anne ve babamı kaybedince aynı duyguları yaşadım. Ama daha kaybımın ilk günü uykum gelince, karnım acıkınca anladım ki hayat devam ediyor. Yaşamak için, bize yüce Allah’ın bahşettiği ömrü geçirebilmek için hayatın kanununa uymak zorundayız.
Faruk açılmıştı:
- Mutlaka... Şimdi daha iyi anlıyorum bunu. Ben yanlış yaptığımın farkındayım. Bugün doktorun söyledikleri aklımı karıştırdı ama şimdi sizin söylediklerinizi de onlarla birleştirince doğru olduklarını düşünüyorum. Kendimi toplamam lazım.
Handan tebessüm etti:
- Ben bunu başaracağınızdan eminim Faruk Bey, zaman da size yardım edecektir.
Genç adam hayranlıkla baktı Handan’a. Bu bakış sonunda rahatsız olmadığını hissediyordu...

Devamı Yarın
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst